Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde basın danışmanlığonı da yapan, Karar yazarı Akif Beki, Türkiye ile ABD arasında karşılıklı yaptırım krizine neden olan rahip Andrew Brunson hakkında da "Yalancılar" çıktığını yazdı. Beki, "Yahu arkadaş, Arabistan’dan başka yerde Pravda gazeteciliği mi kaldı, anavatanı Rusya’da bile yaşamıyor artık" tepkisini gösterdi.
TIKLAYIN: Hakan Aksay: Türkiye’nin ‘Pravda hastalığı’
Beki'nin "Bir ‘Brunson yalancıları’ eksikti" başlığıyla (16 Ekim 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
McKinsey yalancıları’ndan çektiğimiz yetmezmiş gibi, başımıza şimdi de ‘Brunson yalancıları’ çıkmasın mı!...
Yahu arkadaş, Arabistan’dan başka yerde Pravda gazeteciliği mi kaldı, anavatanı Rusya’da bile yaşamıyor artık.
Geçen hafta Türk-Rus Toplumsal Forumu Medya Komitesi’nin bir etkinliği için Moskova’daydım. Türkiye’den bir grup genç meslektaşımla, Sputnik ve Russia Today ajansları gibi Rus devlet medyasının büyük kurumlarını ziyaret ettik.
Ama bırakın resmi yalanları mutlak doğru diye satmayı, bırakın haberlerine yanlışlanamaz ‘gerçek’ etiketi yapıştırmayı, bırakın kendilerini hakikatin tek yetkili bayisi olarak pazarlamayı...
Hiçbirinde, gerçeğin ne olduğuna karar veren, ‘hakikat’ üstünde devlet tekeli kuran o eski Pravda ruhundan eser görmedik.
Hiçbirinde, ‘biz yazmıyorsak doğru değildir’ dayatmacılığına rastlamadık.
Hiçbirinde, resmi gerçekleri hayatın gerçeklerinin yerine koymaya şartlanmış borazancılık havalarına çatmadık.
Aksine, resmi gerçekleri nasıl olsa resmi ağızlardan dinleyeceksiniz diyen, bize gayriresmi dedikleri versiyonları açıktan anlatan, ülkelerinin dış politikasına eleştirel yaklaşabilen ve maaş aldıkları devletin başı Putin’le de ilgili ironi yapabilen Rus meslektaşlar vardı karşımızda.
Dedim ya, gazetecilik faaliyetine hala büyük ölçüde ‘propaganda savaşı’ olarak bakan bir ülkede bile Pravda tarzı medyacılık yaşamıyor artık.
Devletle ağız birliği yapan, tek ağızdan konuşan bir medya orada dahi kalmadı.
Devletin anlatılarını kritik ederek ayrışma ve hikayenin başka bir yüzünü gösterme özgürlüğü orada bile tanınıyor.
Fakat bizde, daha devlete müdahale fırsatı bırakmadan ileri atılan devletçi gazeteciler var. Hala medyaya böyle bir hak ve özgürlük tanınmaması gerektiği iddiasındalar.
Mahkeme yerine geçip Brunson’u azılı terörist ve tehlikeli casus ilan edenler de kendileri...
Kesin suçlu dedikleri bir papazın salıverilmesinin ne kadar doğru ve gerekli olduğunu, yargımızın bağımsızlığının bu tahliyeyle cümle aleme bir güzel gösterildiğini savunanlar da...
Madem FETÖ’nün, PKK’nın, CIA’nın papazıydı, çok büyük balıktı, darbeci ve casustu, sağlam delillerle kanıtlanmıştı, niye bu kadar ucuz yırttı, nasıl oldu da bırakıldı demeye görün...
Ne kendi ülkenize karşı düşman ağzıyla konuştuğunuz kalıyor, ne kimden yana olduğunuz, ne hainliğiniz...
E madem Amerika düşmandı, bizi çökertmeye çalışıyordu, ekonomimizi batırmak isteyen emperyalist Batı’yla tavizsiz bir din savaşındaydık, ezanlarımızı susturmaya çalışan Haçlılarla kıran kırana mücadele ediyorduk, tehdit ve baskılarına boyun eğmeyecektik...
Nasıl oldu da düşman ülke şirketi McKinsey’e kendimizi denetletmeye kalkıştık ve Cumhurbaşkanı Erdoğan anlaşmayı niye iptal etti demeye görün...
Düşmanla işbirliği yapmakla suçlanan yine siz oluyorsunuz. Çünkü onlar hep vatansever, daima haklı ve doğru, ilelebet muzaffer...
McKinsey’le çalışmanın çok doğru olduğunu, her yıl 220 milyar dolar dış borç bulmamız gerektiğini, yabancılardan borç bulabilmek için sözüne güvenecekleri bir şirkete ihtiyaç duyduğumuzu, Batılıların bizi destekleyici sözlerinin paradan bile daha değerli hale geldiğini ama bu şartlarda Erdoğan’ın anlaşmayı iptalinin daha da doğru olduğunu, çünkü algı operasyonlarını bozduğunu aynı yazı içinde döktürebiliyorlar.
***
Ha McKinsey ha Brunson yalancıları, düzenek aynı.
Yazı da gelse tura da gelse onların kazandığı ikili bir gerçeklik empoze ediyorlar.
Hem bizi batırmak istiyor Almanya. Hem düşmanın yanımızda durmasından güç alıyoruz.
Hem emperyalistlerin sözü bizimkinden daha çok para ediyor, daha güvenilir, daha muteber. Hem eyvallahımız yok, emperyalistlerin itibarı yerlerde sürünüyorken bizimki göklerde.
Hem Türkiye kazanacaksa AK Parti iktidarı kaybetmeye razı, popülizme zerre yüz vermiyor. Hem de siyaseten zarar görmemek için Türkiye’nin yüksek menfaatine olan bir anlaşmadan vazgeçiyor.
Onlar ne gün, bunlardan hangisini savunursa o günün ayarlanmış geçerli doğrusu, tek gerçeği o oluyor.
Sonra da çöken davaların altında niye hep biz kalıyoruz, neden bizim üstümüze yıkılıyor diye sızlanmazlar mı, hay Allah!