Gündem

Başbuğ bu kez şaka yapmadı

Org. Başbuğ ile Başbakan Erdoğan arasındaki görüşme birbirine zıt iki açıdan önem taşıyor. Doğan Akın'ın analizi

08 Ocak 2009 02:00


Doğan Akın
Analiz / Tempo24


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında dün Başbakanlık’ta yapılan 1 saat 15 dakikalık görüşme, birbirine zıt iki açıdan önem taşıyor.

Bu iki açı ve görüşmeye ilişkin bazı noktaların altı şöyle çizilebilir:

1- Öncelikle Org. Başbuğ’un, selefi Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı döneminde “gece yarısı muhtırası” olarak siyasi tarihimize geçen 27 Nisan bildirisine benzer bir girişim yerine farklı bir tavır sergilemeyi uygun gördüğü anlaşılıyor. Önemli bir tavır farkı sergileyen Başbuğ, ucu hükümete ve yargıya uzanacak bir açıklama yerine, Başbakanlık’tan randevu talep ederek Başbakan Tayyip Erdoğan ile yüz yüze görüşmeyi tercih etti.

2- “Hükümet ve yargıyı etkileme girişimi” olarak değerlendirilebilecek bir açıklamaya başvurmayarak Başbakan ile görüşen Başbuğ’un bu tavrı, demokratik teamüllere daha uygun davranma, en azından bu konudaki eleştirileri dikkate alma çabası olarak değerlendirilebilir. Ancak diğer yandan, Başbuğ’un randevu isteyerek bütün kamuoyunun dikkat kesildiği bir ortamda 1 saat 15 dakika süreyle Başbakan Erdoğan ile görüşmesinin “Ergenekon operasyonundaki son gözaltı ve aramalardan Genelkurmay’ın duyduğu rahatsızlığı belli etmek” amacına yönelik olduğu kesindir. Genelkurmay Başkanlığı görevine geldiği 30 Ağustos 2008’den sonra ilk icraatı, Kocaeli Garnizon Komlutanı’na emir vererek Ergenekon operasyonunda tutuklanan emekli orgeneraller Hurşit Tolon ile Şener Eruygur’u ziyaret ettirmek olan Başbuğ’un, bir dönem yakın mesafede çalıştığı eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın gözaltına alınması başta olmak üzere, diğer emekli ve muvazzaf askeri personelin operasyondaki durumu konusundaki rahatsızlığını gündeme getirdiğini düşünmek için kâhin olmaya gerek yok. Köşk ziyaretinden sonra Genelkurmay’dan yapılan tek cümlelik açıklama da bu olasılığı kesinleştiriyor. Başbuğ’un “gözaltı aşamasını tutuklamanın takip etmemesini istediği” yolundaki iddiaları ise ihtiyatla karşılıyor, burada sadece not ediyoruz. Başbuğ'un, TSK'nın görüşlerine ilişkin olarak, sözlü açıklamaların yanı sıra Köşk'e veya Konut'a yazılı bir metin bırakıp bırakmadığı sorusunun da bir ara akıllara takıldığını belirtelim.

3- Başbuğ-Erdoğan görüşmesi sürerken İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Köşk’e çıkması, birazdan Köşk’e gelerek tepkisini dile getirmesi beklenen Başbuğ’un ziyaretinden önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ayrıntılı bilgi alma isteğini yansıtıyor.

4- “Ülkenin en mahrem güvenlik sırlarının konuşulduğu Milli Güvenlik Kurulu’nu yöneten Tuncer Kılınç, Türkiye’nin en yüksek savcılık makamında oturmuş olan Yargıtay Onursal Başsavcçısı Sabih Kanadoğlu gibi isimler bile Danıştay cinayeti, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve bir dizi cinayet-haraç operasyonunda gözaltına alınıyor, evleri aranıyorsa, telefonları dinleniyorsa memleketi terk edelim” düşüncesinin askerler ile başta Yargıtay ve Danıştay olmak üzere yüksek yargıya hâkim olan havayı yansıttığını söyleyebiliriz.

5- Ergenekon operasyonunu destekleyen Star gazetesinde yazılar kaleme alan ve liberal kesim içinde görüşleri dikkatle izlenen Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un, Ergenekon baskınlarına yönelik talimat veren savcılar için dile getirdiği “Yıllardır tanıdığım arkadaşlarımın böyle bir suç içinde bulunabileceği konusunda tereddüt içindeyim. Bu soruşturmayı yürüten arkadaşların çok titiz olduğunu, çok önemli görevler yaptığını bilmelerini dilerim” sözlerinin altını çizmek gerekiyor. Bu sözlerle “dilerim savcılar ne yaptıklarını biliyordur” mesajı veren Selçuk, “Meslek hayatımda böyle bir iddianame görmedim” sözleriyle de, aslında Ergenekon savcılarının titiz davranmadıklarına ilişkin net bir görüşü olduğunu saklamıyor!

6- Ergenekon’da son dalganın toplumda ve kurumlar arasında kutuplaşma yaratma açısından en etkili dalga olduğu görülüyor. Bu kutuplaşmanın operasyonları kuşkuyla karşılayan cephesine, Başkanlar Kurulu toplantısıyla tepkisini belli eden Yargıtay’ı da eklemek yanlış olmayacaktır. Bu durum, kutuplaşmanın ulaştığı irtifa konusunda düşündürücüdür.

7- Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel, emekli orgeneral Kemal Yavuz’u da kapsayan son dalgadaki isimlerin “Ergenekon’un siyasi bir hesaplaşma amacı güttüğünü” düşünenlerin iddialarını güçlendireceği açıktır. Ancak asıl önemli noktanın; gözaltı ve aramalarda titiz davranılmamasının, ölçüsüz bir tavır sergilenmesinin, daha önceki operasyonlarda gözaltına alınan ve suça karıştıkları yönünde haklarında kuvvetli bulgular bulunan isimlerin lehine bir sonuç doğurma ihtimali olduğunu söyleyebiliriz.

8- Tam 6,5 aydır tutuklu bulunan emekli orgeneraller Tolon ve Uygur’u da kapsayacak ek iddianamenin hâlâ hazırlanmamış olması haklı eleştirilere yol açıyor. Soruşturma makamlarının, davayı daha da tartışmalı hale getirebilecek suçlamaları dikkate alarak ek iddianameyi bir an önce hazırlamaları yerinde olacaktır. Ana dava iddianamesini göremeden ölen sanıklar olduğunu unutmamak gerekiyor.

9- Gözaltına alınanlar, evlerde yapılan aramalar ve tetelefon dinlemelerin yanı sıra dün Genelkurmay'dan Başbakanlığa ve Köşk'e, Başbakanlık'tan Adalet Bakanlığı'na uzanan trafik de Ergenekon sürecinde en önemli dönemece girildiğini gösteriyor. Başbuğ'un kuvvet komutanlarıyla yaptığı değerlendirmelerin ardından Erdoğan ve Gül ile görüşmesinin devletin zirvesinde önemli bir sarsıntı yaşandığını gösterdiğini düşünüyoruz. Bütün bu görüşme sürecinin ardından Başbakan Erdoğan'ın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile görüşme ihtiyacı duyduğunun altını çizelim.  Bu olağandışı trafikte konuşulanlar ve/veya varsa alınıp verilenler, önümüzdeki dönemin önemli siyasi parametrelerini etkileyecektir.  6 Kasım 2008'de, Eğirdir'deki komando eğitim alanını hükümet üyelerine gezdirirken yerden boş kovan toplayan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'e "Aman ha iyi sakla, yoksa Ergenekon'dan seni de içeri alırlar' diye takılan Başbuğ'un dünkü görüşmelerde tepkisini "şakayla karışık" dile getirdiğini düşünmek gerçekçi olmaz.

10- Ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın “Ergenekon sanıklarının avukatı olduğunu”, karşılığında Başbakan Erdoğan’ın da “Ergenekon’un savcısı olduğunu” söyleyebilmesi, olaya ilişkin süreçte siyasetin de son derece kötü bir sınav verdiğini gösteriyor. İki liderin de, görülmemiş bir sanık yelpazesine ulaşan bir soruşturmadaki bütün isimleri aynı kefeye koyabilmeleri şaşırtıcı ve üzücüdür. Hiçbir siyasi görüş, adil olmaktan daha değerli olamaz!