Gündem

'Balyoz hâkimleri Erdoğan'ı tanık olarak mahkemeye davet etmeli'

Alper Görmüş, Başbakan Erdoğan'ın 'İleride kitabını yazacağım' dediği kamuoyunun bilmediği olaylar hakkında 'Başbakan’ın ileride yazacağı kitabın 2003 bölümünün 'flaş'ını tahmin edebiliyorum' dedi

18 Eylül 2012 11:34

 

Alper Görmüş

(Taraf - 18 Eylül 2012)

 

Başbakan’ın sır kitabının muhtemel ‘flaş’ı...

 

Başbakan Tayyip Erdoğan Kiev’de gazetecilerle sohbet ederken şöyle dedi:

“Biz Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetiyoruz. Şu anda söyleyebileceklerim var, söyleyemeyeceklerim var. Her şeyi, her zaman, her yerde söyleyemeyiz. Ama Allah izin verirse biz bunları ileride kaleme alacağız. (...) Arapların bir sözü vardır. Sırrı şöyle tarif ederler: ‘İki dudağın arasından çıktı mı esiri olursun.’ Bizim de bazı sırlarımız var. Fatih, ‘Sakalım bilse sakalımı keserim’ demişti.”

Erdoğan, bu cümleleri bilhassa 2003’teki “Balyoz”u hatırlatarak sarf edince, bir gazeteci “Yani Balyoz’da kamuoyunun bildiğinden daha karanlık tablolar mı var” diye sormuş. Erdoğan bu soruya da “var tabii canım” karşılığını vermiş.

Bu darbe işleri ne kadar tuhaf... Ona bulaşan, tanıklık eden gazetecilerle ona maruz kalan siyasetçileri aynı noktada buluşturuyor: “Şimdilik anlatmayacağım, ileride kitabını yazacağım.”

Başbakan’ın sözleri bana tabii ki, başımıza örülmekte olan çoraplara tanıklık ettiği hâlde bunları neden haberleştirmediği sorusunu “çünkü kitabını yazacaktım, not alıyordum” diye cevaplayanMustafa Balbay’ı hatırlattı.

 

İkisinin de hakkı yok!

 

Oysa ne Balbay’ın var böyle bir hakkı, ne de Başbakan Erdoğan’ın... Çünkü yazmadıkları ya da açıklamadıkları, sadece şahıslarını ilgilendiren şeyler değil (öyle olsa, bildiklerini kendileriyle birlikte öbür dünyaya götürme hakları da var).

Böyle bir hakları yok, çünkü yazmadıkları ya da açıklamadıkları, doğrudan doğruya bizlerin hayatlarıyla ilgili şeyler, yani kamusal... “Şimdilik anlatmayacağım, ileride kitabını yazacağım”ı böyle dünyanın en normal şeyiymiş gibi iki dudağının arasından fırlatıveren kişilerin, kamuoyu sorumluluğu en yüksek iki görev alanından çıkması bu ülkeye dair çok şey söylüyor ama, o ayrı fasıl...

Şu da var: Başbakan, görülmekte olan bir davayla ilgili kamuoyunun ve yargının bilmediği fakat kendisinin bildiği bir şeylerin varlığından söz ediyor. Ülkenin başbakanı da olsa, Erdoğan, bildiklerinin özelliği nedeniyle bildiklerini kendisine saklayamaz.

Bu açıklama en çok, davanın görüldüğü mahkeme heyetini ilgilendiriyor. Heyet, Erdoğan’ı tanık olarak mahkemeye davet etmeli!


'Artık Esiri Olsam Da Olur'

 

Şimdi gelelim, başlıkta sözünü ettiğim noktaya...

Evet, ben, Başbakan’ın ileride yazacağı kitabın 2003 bölümünün “flaş”ını tahmin edebiliyorum...

Yazının bundan sonrasında Başbakan’ın yıllar sonra yazacağını iddia ettiğim satırları onun kaleminden çıkmış gibi aktaracağım, cuma günkü yazımda da bu muhayyel mektubu hangi somut gerçeklere dayandırdığımı anlatacağım.

Lütfen yazının bundan sonrası için bugünde olduğumuzu unutun; 2027’teyiz...

Gazeteler, 14 yıl başbakanlık (üç dönem), 10 yıl da cumhurbaşkanlığı (iki dönem) yaptıktan sonra emekliye ayrılan Erdoğan’ın Artık Esiri Olsam Da Olur adlı anılar kitabının bir milyon adet basılan birinci baskısının üç gün içinde tükendiğini, yayınevinin ikinci baskıya geçtiğini haber vermektedirler.

Gazetelerin çoğu, emekli Başbakan’ın görevi sırasında defalarca dile getirdiği gibi günü gününe tuttuğu notlara dayanan anı kitabını, Erdoğan’ın 2012 eylülünde Kiev’de gazetecilere yaptığı açıklamaya referansla ve “15 yıl önce anlatamadığını anlattı” gibi başlıklarla sunmuşlardır. İşte, o günkü bütün gazetelerde yer alan, Erdoğan’ın 19, 20 Kasım 2003 ve 2 Aralık 2003 notları...


'19 Kasım 2003: MİT’in Ergenekon raporunu okudum, kanım dondu'

 

Müsteşarım Ömer DinçerMilli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Şenkal Atasagun’un kendisini aradığını, acilen dikkatime sunmak istediği bir dosya nedeniyle benimle mümkünse bugün görüşmek istediğini bildirdi.

Hemen gelmesi için gerekli talimatı verdim, çünkü dört gün önce, 15 Kasım 2003’te iki sinagoga bombalı saldırı düzenlenmiş, 25 vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

Ben, saldırıların failleriyle ilgili bilgilere ulaşıldığını düşünmüştüm ama Şenkal Bey gelip de dosyayı önüme açtığında, meselenin “Ergenekon” adlı bir örgütle ilgili olduğunu anladım.

Önce çok şaşırdım, çünkü saldırıların El Kaide örgütünün işi olduğu kesin gibiydi ve o günlerde devletin hiçbir organı El Kaide ya da benzeri bir örgütün dışındaki örgütlerle ilgili değildi. Böyle bir günde, MİT’in aceleyle bana Ergenekon dosyası sunması garibime gitmiş, şaşırmıştım. Ne var ki öğrendiklerim, bende çok daha büyük başka bir şaşkınlığa yol açtı.

MİT Müsteşarı, bombacıların El Kaide’ciler olduğu konusunda bir kuşkunun bulunmadığını, fakat ellerinde, hükümeti devirmek üzere kaos planları yapan bir asker-sivil organizasyonunun El Kaide üyelerini âlet olarak kullanmış olabileceklerini düşündürten bilgi ve belgeler bulunduğunu anlattı bana.

Bundan beş altı ay kadar önce 1. Ordu’daki darbe hazırlıklarıyla ilgili kasetler bana ulaştırıldığında ben de onları Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve MİT Müsteşarı’yla paylaşmıştım... Şenkal Bey, o günden sonra yürüttükleri istihbarat çalışmalarında ulaştıkları bazı sonuçlarla, iki sinagogun bombalanması arasında dikkat çekici ilişkiler tesbit ettiklerini ve bana bunları anlatmak istediğini söyledi.

Anlattıklarına inanmak hakikaten çok zordu, çünkü kan dondurucu şeylerdi bunlar.


'20 Kasım 2003: İki yeni bombalama ve EMASYA birlikleri...'

 

Niyetim, makama geldiğimde ilk iş olarak dün bıraktığım yerden günlüğe devam etmekti. Fakat sabah saatlerinde İstanbul’da meydana gelen iki yeni patlama nedeniyle bu işi ancak evde, gecenin 2’sinde yazabiliyorum...

Teröristler bu defa da İngiliz Konsolosluğu ile HSBC’yi hedef almışlardı.

Öğleden sonra çok tuhaf bir haber geldi. Ne valilikten ne hükümetten talep gelmediği hâlde Birinci Ordu’ya bağlı EMASYA birlikleri Taksim ve Levent’e çıkmışlardı. Bu beklenmedik gelişmeyi dün MİT Müsteşarı’ndan dinlediklerimle birleştirince hemen harekete geçtim. Önce İçişleri BakanımAbdülkadir Aksu’ya herhangi bir güvenlik zafiyetinin olmadığı, ilave bir kuvvete gerek duyulmadığı yönünde açıklamada bulunması yönünde talimat verdim. Ardından da gerekli temaslarda bulunarak birliklerin hızla kışlalarına dönmelerini temin ettim.

Gelelim Şenkal Bey’in dün anlattıklarına...

Dün yazdığım gibi, 5-7 Mart tarihleri arasında 1. Ordu’da yapılan “plan semineri”nin benim kendilerine verdiğim kasetlerini dinledikten sonra kendi istihbarat çalışmalarını yürütmüşler ve 1. Ordu’da hazırlanan bazı belge ve yazışmalara ulaşmışlar.

Onların birinde, “Bölücü terör örgütü ve El Kaide büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eşzamanlı büyük eylemler icra edecek. Oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle sıkıyönetim ilan edilecek” ifadeleri yer alıyormuş.

Fakat Şenkal Bey’in 15-20 kasımdaki bombalamalarla, ondan sekiz ay öncesindeki “Balyoz” darbe girişimi arasında bağ kurması daha somut bir bilgiye dayanıyordu:

MİT’teki 1. Ordu belgeleri arasında, Mart 2003’te oluşturulmuş bir “İstanbul’daki sinagoglar”listesi varmış. 24 sinagoglu bu listede sadece ikisi kırmızıyla yazılıymış ve o iki sinagog, 15 kasımda bombalanan Neve Şalom ve Beth İsrael’miş.


'2 Aralık 2003: İmâ ettim ama kimse anlamadı'

 

Bugün, her salı olduğu gibi Meclis’te parti grubunda konuştum. Konuşmayı yaparken, olayların içyüzünü artık biliyordum fakat bunu kamuoyunun önünde açıkça dile getiremezdim. Aksi takdirde askerlere iftira attığım yönünde kamuoyu oluşturulabilir, bu da hükümetimizi çok zor bir duruma düşürebilirdi. Ayrıca bu TSK’yla ipleri koparmak anlamına gelirdi ki, Irak’a girme planları yaptığımız bugünlerde böyle bir şeyi göze alamazdık.

Fakat bir yandan da bu korkunç planı acımasızca uygulamaya kalkanlara üstü örtülü bir mesaj vermeliydim. Öyle de yaptım. Konuşmamda yine El Kaide terörünü lanetledim, fakat arada “Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacağımız”birilerinden söz ettim ve “bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir” diye konuştum.

Bu sözlerimin, duyulması gereken yerlerde duyulduğuna eminim. Bundan sonra onların eskisi kadar cüretkâr davranmayacaklarını ümit ediyorum.

Yarın gazetelere bakacağım, bakalım bizim medyada “Başbakan ne demek istedi” diyen meraklı bir gazeteci çıkacak mı?