29 Ağustos 2010 03:00
T24- Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe arman, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportajda, Kılıçdaroğlu Başbakan'ın en sevdiği yönlerini açıkladı.
Ayşe Arman'ın"Başbakanın en beğendiğiniz yönü nedir?" sorusunu Kılıçdaroğlu şöyle cevapladı: "Aklına geleni rahatlıkla söylemesi ve dobra dobra bir adam kimliği sergilemesi."
Ayşe Arman'ın, Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportaj (29 Ağustos 2010) şöyle:
Başbakan olduktan sonra Recepleşmeye başladı
Hızlı. Zeki. Sistematik düşünebiliyor, konuşabiliyor. Siyasetçiler gibi lafı eveleyip gevelemiyor. Sonuca odaklı. Kibar. Ve en önemlisi karşısındakine saygılı. Kim olursa olsun, hangi statüde olursa olsun. Poz olsun diye değil, hakikaten.
Siyaseten de değil, hakikaten.
Tanıştığım andan itibaren kendimi onun yanında rahat hissettim, gerilmedim, “Onu bunu sorayım mı, sormayayım mı?” diye düşünmedim.
Geçen hafta dört mitingini izledim. Beni şaşırttı, tahmin ettiğimden daha başarılıydı. Evet henüz yeni. Arada hatalar da yapıyor. Ama mesela hatalarını kabul ediyor, düzeltmeye çalışıyor. Bilmediğini öğrenmek için çaba harcıyor. Ve bence en önemlisi bir CHP’li olarak çok çalışıyor. Teşkilatın hâlâ ona yetişip yetişemeyeceğinden kuşkulu insanlar.
Bu fotoğraflar Ankara’da CHP Genel Merkezi’nde Mehmet Turgut tarafından çekildi. Genellikle siyasiler, özelikle parti başkanları, ağır toplar böyle pozlar vermiyor. Kamuoyundaki ciddi imajları bozulacak diye.
Tam bunu yazarken Clinton’ın veda klibi geldi aklıma, bisikletle Beyaz Saray’ı dolaşıp kendisiyle dalga geçişi...
Kılıçdaroğlu da tecrübeli bir satranç oyuncusu, o fotoğraflar poz olsun diye çekilmedi gerçeği yansıtıyor, kim bilir belki de gerçekten kendisiyle satranç oynuyor...
* Sizce kafa kafaya mısınız şu anda?
- Hayır, her an önde olabiliriz.
* Pardon, bu kendinize güven neden?
- Anadolu’yu dolaştıkça, yurttaşları dinledikçe, seçim meydanlarındaki heyecanı gördükçe, her an önde olabiliriz diyorum.
* Bazen o meydanlar doluyor ama oy, sandığa yansımıyor. Böyle bir korkunuz var mı?
- Olmaz olur mu, var! Çünkü hükümet, yurttaşlar üzerinde bürokrasiyi kullanarak çok ciddi baskı uyguluyor. Para dağıtmalar, kömür dağıtmalar, yiyecek dağıtmalar, bunlar avantaj olarak sunuluyor, “Evet oyu kullanmazsanız, bir daha yok!” deniyor. Resmen tehdit. Ayrıca yeşil kart ve çocuklar için ödenen eğitim parasının da kesilmesi söz konusu...
* Bunlar ‘şehir efsanesi’ değil yani...
- Hayır efendim. Bunun belgeleri var. Daha bir sürü şey var.
* Gerçi, ben size itiraf edeyim, diyelim ki bir köyde yaşıyorum, eğer ‘Hayır’ oyları çok çıktığı için bizim köyün yolunu yapmama gibi bir ihtimalleri varsa, ben de ‘Evet’ derim! Kim ister cezalandırılmak?
- Ama işte böyle böyle seçim kazanıyorlar. Siz biliyor musunuz onlara oy çıkmadı diye yolu yapılmayan kaç köy var Türkiye’de? Yüzlerce. Elektriği olmayan köy bile var...
* İyi de sadece AK Parti zamanında olmadı herhalde böyle şeyler...
- Doğru ama bunun dozu biraz vardı, bu iktidar döneminde her şeyin ölçüsü kaçtı.
* Siyaset biraz da böyle bir şey değil mi, sanki bu tür manevralar, numaralar siyasetin gereği...
- Hayır, hayır. Gereği, her yurttaşa eşit mesafede yaklaşmak. Ben, bana oy vermeyen kişiye, hizmet götürmeyerek onu cezalandırma hakkına sahip değilim. Çünkü o, hizmet götürmediğim insan da bana vergi veriyor.
* İyi de elinde avucunda zaten hiçbir şey olmayan o vatandaş ne yapacak? Halk, o kadar alışmış ki, sizinkilere, “Niye eliniz boş geliyorsunuz!” diyormuş.
- Bakın, insanlar Türkiye’de değişimin önünü açmak istiyorlarsa, “Hayır” oyu vermek zorunda...
* Sizin moralinizi bozmak istemem ama ben ‘Evet’ çıkacağını düşünüyorum. Tanıdığım herkes ‘Evet’ diyeceğini söylüyor. ‘Evet’ çıkarsa, yıkılır mısınız?
- Ne münasebet. Sonuca saygı duyacağım, başka ne yapabilirim ki? Ne hayır çıktı diye göbek atarız ne ‘Evet’ çıktı diye üzüntüden kahroluruz. Ama şu da var: 1980’deki Anayasası oylamasında yüzde 90 civarında ‘Evet’ çıktı ve şimdi o ‘Evet’lerin ne kadar yanlış olduğunu konuşuluyor. İnsanlar, bilinçlendikçe, kendi anayasalarına, özgürlüklerine ve haklarına sahip çıkmalı. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.
* AK Parti, hiç iyi bir şey yapmadı mı?
- O çok meşhur lafı tekrarlamam gerekecek: Duran saat bile günde iki kez doğruyu gösterir!
* Siz, Başbakan’la yazlıkta komşu olsanız, anlaşabilir miydiniz? O sizin anlaşabileceğiniz biri mi?
- Evet. Tayyip Bey olduğu sürece anlaşırız. Hiçbir sorunumuz olmaz. Ama Recep Bey’le anlaşma şansımız yok!
* Nasıl ayırıyorsunuz ikisini?
- Tayyip Bey, halka kopmamış biri. Hepimiz gibi. Normal, sıradan, Ama Başbakan olduktan sonra bu kimliğini unuttu, Recepleşmeye başladı, Recep Bey oldu! Yurttaşlarına bağırıp çağırıp azarladı, tehdit etti, yaşamı farklılaşmaya başladı, başka bir kimliği çıktı ortaya.
* Size AKP’nın içinden de dosyaların geldiği doğru mu?
- Doğru.
* Niye yolluyorlar?
- Dillendiremedikleri için... Cesaret edemedikleri için... Dosyalar geliyor biz de bakıyoruz. Ama her an bir dosya çıkarmıyoruz. Çünkü sürekli yolsuzluk dosyaları çıkarırsanız, insanlar alışıyor, sıradanlaşıyor, haber değeri kalmıyor.
* Başbakan’ın sizinle ilgili her gün söylediği eleştirilerin dozajı artıyor. Sizce bu ne anlamına geliyor?
- Benden çekindiği anlamına geliyor...
* Gerçekten böyle mi değerlendiriyorsunuz...
- Evet. Sayın Başbakan zeki bir adam, altındaki gücün kaydığını görüyor, gerçekten de zemin kayıyor. Her kayış, onun biraz daha hırçınlaşmasına yol açıyor. Ben gelecekte daha da hırçınlaşacağını tahmin ediyorum.
* Siz, birileriyle konuşurken telefonda dikkat mikkat ediyor musunuz?
- Nasıl edeceğim ki?
* Sizin de ortaya çıkabilecek utanacağınız bir şey yok mudur hayatta?
- Her insanın hayatında şu ya da bu şekilde ortaya çıkmasını istemediği, yaptığından pişman olduğu bir şeyler vardır.
* Onları didikliyorlardır diye düşünüyor musunuz?
- Her türlü şeyi didikliyorlar. Gayet iyi biliyorum. Devlette şu anda hangi duyarlı merkezlerin harekete geçirildiğini, benimle ilgili, “Acaba ne bulabiliriz?” diye dosyalar oluşturulduğunu biliyorum. Hatta kimlerin yaptığını, o işlerin başındaki kişilerin isimlerini bile...
* “Başbakan daha da hırçınlaşacak” diyorsunuz ama siz de ondan geri kalmıyorsunuz ve şakır şakır cevap veriyorsunuz. Siz de Başbakan’ın hırçınlaşmasına çanak tutmuş olmuyor musunuz?
- Oluyorumdur. Bir-iki yerde de yanlış yaptım, sizi daha önce itiraf etmiştim zaten, Çağlayan’da, “Erkeksen çık karşıma!” demem hataydı, “Yiğitsen, mertsen çık karşıma” demeliydim.
* Bu arada, onun havuzlu villasından kime ne? Sizin partide hiç mi yok? Suç mu insanın havuzlu villasının olması?
- Tabii ki değil, ben de o anlamda söylemedim zaten. Keşke herkesin havuzlu villası olabilse. Alın teriyle kazanılmış paralarla alınan havuzlu villaların başımızın üzerinde yeri var. Ama kaynağı meçhul havuzlu villanın kaynağını sorgulamak zorundayız. Affedersiniz ama siz siyasete, ayağınızda yırtık ayakkabıyla başladığınızı, mahallede su ve simit satarak yaşamınızı sağladığınızı söyleyeceksiniz, sonra da birden bire dolar milyoneri olacaksınız. İnsanın kafasının karışmaması mümkün mü? Ben mesleğe girdiğim andan itibaren, sayın Başbakan’ın aldığı aylığın en az iki katını aldım. İkimizin de mal varlığı meydanda, kıyaslanamayacak kadar bir fark var. O zaman açıklasın, onun mal varlığının kaynağı ne? Siyaseten bunu öğrenmemiz lazım.
Televizyon teklifimi kabul etmiyor
* Esas olarak, siz her şeyi bunun üzerine mi kuruyorsunuz: İktidar yanlılarında görülen ani ve sebepsiz zenginleşme...
- Benim karşı olduğum, inançları ve etnik kimlikleri sömürerek zenginleşme. Benim vicdanım bunun siyasete alet edilmesini kaldırmıyor.
* Sezen Aksu da, Orhan Pamuk da “Evet” verecekleri açıklamışlar, “Keşke bir imkan olsa da şunları ikna etsem” türü düşünceler geçiyor mu içinizden?
- Hem de nasıl. Aslında Sayın Başbakan’ı o yüzden televizyona davet ediyorum. O kendi mitinginde bir şey anlatıyor, ben kendi mitingimde başka bir şey.
Sonra da bunlar gazetelere bölük pörçük bir ‘atışma’ olarak yansıyor. Oysa vatandaş, ana muhalefet lideriyle, Sayın Başbakan’ı ekranda bir arada görse, kim neyi doğru söylüyor, kim söylemiyor bir de öyle değerlendirse. Fena mı olur akşam yemeğinden sonra bizi dinlese ve kararını verseler? Ama kabul etmiyor...
* Çünkü o Başbakan ve iktidar onda, belki de taviz vermek istemiyor...
- Ama Amerika’da başkan adayları televizyonlara çıkıyorlar, tartışıyorlar. Madem ‘Demokrasi’ diyoruz, ‘hak- özgürlük’ diyoruz, ‘yurttaşın bilgilenmesi’ diyoruz, e o zaman kabul et teklifimi. Etmiyor. Neden biliyor musunuz? Yanıtını veremeyeceği sorular çıkacak karşısına diye çekiniyor. Ben çok uzun yıllar kamuda çalıştım. 27.5 yıl... Pek çok konuya Sayın Başbakan’dan daha vakıfım. O, danışmanlarıyla gelsin, ben tek başıma olayım...
* Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- Yeni transfer olmuş bir futbolcu gibi! Yorgunluk yok bende. Geniş kitlelerle bağlantı kurmak hoşuma gidiyor, herkese dokunmak, tokalaşmak istiyorum. Esnafı, simitçisi, kağıt toplayanı, bu insanların hepsiyle özel, sıcak, yakın ilişki kurmak istiyorum. Beni selamlayanların arasında lokantadan çıkıp gelen bir garson varsa, otobüsü durduruyorum. Bu, benim için çok önemli...
* Biraz da merak var, değil mi? Sizi görmek istiyorlar...
- Evet, “Yeni biri, bakalım ne söyleyecek ne anlatacak?” Aynı merak bende de var. Vatandaş neden şikayetçi öğrenmek istiyorum, verilen sözler neden tutulmamış, meydanlarda haykırıyorum, Anadolu Ajansı’ndan çıkardığım şeyler, “Bunlar, bunlar yapıldı mı?” Hep bir ağızdan bağırıyorlar: “Hayıııııır!”
* Siz CHP’nin uzun zamandır gitmediği yerlere de gidiyorsunuz değil mi?
- Evet, Rize’de 10 küsur yıl miting yapılmamış mesela. Bir de şöyle bir yöntem izledik, taşımayla insanları bir yerden bir yere getirmek yerine, biz insanların ayağına gittik. Bir ilde hepsi toplanabilecekken, hayır biz ilçelere gidiyoruz. Günde, 13-14 yere gittiğimiz oluyor. Konya’nın ilçelerinin aşağı yukarı önemli bir kısmına gittik mesela. Seydişehir ve Ereğli gerçekten görkemli mitinglerdi. Gençleri görünce daha çok heyecanlanıyorum.
Evren bile bu kadarına cesaret edemediİ
Anayasa değişikliklerinin doğru algılandığını zannetmiyorum. Şeytan ayrıntıda gizlidir. “Evet” diyeceklerin, bu anayasa değişikliğiyle gelecek değişimlerin farkında olmadıklarını düşünüyorum. Haberleri bile yok. Kenan Evren’in bile elimizden almaya cesaret edemediği bir hakkı, “12 Eylül Anayasa’sını değiştiriyoruz” gerekçesiyle bu iktidar alıyorsa, ben buna nasıl “evet” derim?
Seçme hakkı olmayan lokanta gibi
Lokantada oturuyorum, garson önüme menü getiriyor. “Şu şu yemekleri seçeceğim” diyorum, “Maalesef, tamamını yiyeceksin!” diyor. “Ama seçme hakkım var” diyorum. Cevap: “Hayır, bu lokantada yok!” Anayasa değişikliği istenen 26 madde var ya hepsine “Evet” diyeceksin ya hepsine “Hayır.” Ne ahlaka? Ne Avrupa Birliği standartlarına ne de Venedik kriterlerini uyar.
İktidar, ‘benim memurum’ gibi ‘benim yargıcım’ deme peşinde
* Siz anayasa değişikliğini, iktidarın yargıyı siyasallaştırma çabası olarak mı görüyorsunuz...
- Görmüyorum, öyle! Eğer siz, yargıyı yürütmenin eline verirseniz, yargıyı siyasallaştırırsınız. Yargıyı siyasallaştırmanın bedelini bu toplum zaten çok ağır ödedi. Adnan Menderes, siyasi bir mahkemede yargılandı. Başbakana timsah gözyaşları döktüren Deniz Gezmiş, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren bir siyasi mahkemede yargılandı. ‘Adalet mülkün temeli’yse, yani devletin temeliyse, o zaman biz kendi ellerimizle devletin temeline dinamit yerleştiriyoruz. Yargı, bağımsız, tarafsız olmalı. Yargıç, kanunlara ve kendi vicdanına göre karar vermeli. Ama siz onu siyasallaştırırsanız, tıpkı “Benim memurum” gibi, “Benim yargıcım” dersiniz, o yargıç adalet arayan yurttaşın hakkını teslim etmez. Çünkü sizin yargıcınızdır, sizden yana çalışır, sizin haklarınızı korur, vatandaşın değil. AKP’nin bu konudaki karnesi kırık.
Sayın Başbakan Samsun’da dedi ki, “Biz Anayasa Mahkemesi’ne hiç üye atamadık.” Doğru değil, atadılar. Üstelik hileli bir yolla. Koşulları uygun değildi, üst düzey kamu görevi yapmamıştı. Birini alelacele denizcilik müsteşar yardımcısı yaptılar, bir ay maaş aldıktan sonra Anayasa Mahkemesi’ne atadılar. Kim yaptı? Bu hükümet yaptı.
Hileyle Anayasa Mahkemesi’ne üye tayin ederseniz, o mahkemeye saygı kalır mı? O yargıcın verdiği karar doğru bile olsa, bu bizim düşüncelerimizde kuşku yaratmaz mı? Yaratır. Olay bu...
Bunun neresi demokrasi
Şu anda benim Danıştay’a gitme hakkım var. Ama o hak, bu anayasa değişikliğiyle elimden alınıyor. Yeni anayasa değişikliği kabul edilirse, göreceksiniz, bir sabah, işadamları bile içeri alınabilir, tutuklanabilir, işkence görebilir.
Yasadışı işlem
yapıldıysa, onlara yasadışı işlem yaptıran
savcı hakkında soruşturma açma yetkisi, sadece bakana ait. Ve siz buna demokrasi diyorsunuz.
Bunun neresi demokrasi?
Aç bırak yalvarsın cahil bırak sana muhtaç kalsın
* Türkiye, günden güne muhafazakarlaşıyor mu?
- Benim yorumum şöyle: Yoksulluk arttıkça, dış dünyayla ilişki kesiliyor, insan kendi iç dünyasına kapanıyor. Oysa, o insanlara iş olanağı sağlarsanız, onları üretici kılarsanız hayata bakışı değişir. Kadını iş yaşamından çıkardık, Anadolu’da yeteri kadar kadın çalışmıyor, çalışamıyor, iş de bulamıyor...
* Peki bu da mı Ak Parti’nin suçu!
- Elbette. Ben ekonomi okudum. Bizim ekonomi kitaplarımızda ‘istihdam yaratmayan büyüme’ diye bir kavram yoktu. Eğer bir ülkede büyüme varsa, istihdam da artar. Ama gel gör ki, bu hükümet zamanında büyüme var ama istihdam artmıyor. Ve işsizliğe çözüm getirilemiyor.
* Bugüne kadar diğer bütün iktidarlarda iş vardı da şimdi mi yok...
- Hiçbir zaman işsizlik bu boyutlarda değildi.
* Mevcut işlere kendi adamlarını mı yerleştiriyorlar?
- Böyle toptan bir suçlama yapamayız. Ama artık Türkiye’de yaygın ve kronik hale gelmiş bir işsizlik problemi var. Gençler arasında yüksek, üniversite mezunları arasında daha da yüksek. Mesela mezun olmuş, atama bekleyen 300 bin öğretmen var. Kendileri oturdular ‘Atanamayan Öğretmenler Platformu’ kurdular. Okullarda öğretmen yok ama öğretmenlerin de atamaları yapılmıyor...
* Neden?
- Belki bütçe dengesi yüzündendir. 30 bin kişiden fazla alınmayacak deniyor. 30 bin dolunca, başkasını alamıyorlar. Diğerlerini farklı şekilde istihdam ediyorlar, sözleşmeli falan. Ama onun da iş güvencesi yok. Kısacası, Ak Parti yoksulluğun devam etmesini sağlıyor.
Sonra da o yoksulluğu siyasal sömürü alanı haline getiriyor. Bu AK Parti’nin klasik politikası. Geçenlerde çok güzel bir pankart gördüm: Aç bırak yalvarsın, cahil bırak sana muhtaç kalsın... Tam da bu!
Oğlum, Güney Kore’de doktora yapacak
* Kitaplar?
- Evvel eski, kitap merakım var. Sahafları dolaşmayı çok severim, bazı kitaplar vardır Türkiye’de 100 tane basılmıştır, bir tanesi de bendedir. Fakat çok fazla kitap oldu şu anda. Ayrı bir yerde duruyor. Belki de bütün kitapları bir üniversiteye bağışlayacağım...
* Çocuklarınız ne kadar gurur duyuyor sizinle? Onların siyasetle hiç alakaları yok gibi, genel başkan seçilirken çeşitli görüntüler izlemiştim, “Nereden geldi bu başımıza?” der gibilerdi...
- Beni destekliyorlar. Ama medyanın kendilerine ilgi göstermesinden biraz rahatsızlar. Hayatlarını özgürce yaşamak istiyorlar. Bir kızım avukat, İstanbul’da. Oğlum da doktora yapmaya Güney Kore’ye gitti.
* Bateri çalan oydu değil mi?
- Evet. Orada önce Korece öğrenecek, bir yıl sonra da doktorasını yapmaya çalışacak. ODTÜ’de master yaparken Uzakdoğu ekonomileri üzerine bir çalışması vardı, orayı seçti...
* Kore’den bir gelin getirsin de göreyim sizi! “Ne yaparsan yap, sakın bir Koreli ile gelme!” dediniz mi?
- Yok canım der miyim, hayat onun hayatı.
* Bir de resim koleksiyonunuz varmış...
- Evet ama gayet mütevazı bir koleksiyon. Ben resmi seven biriyim, sergileri gezerim. Olanaklarım ölçüsünde aldığım resimler var evde. Hediye olarak gelenler de oldu, onlar tanınmış ressamlar değil. Tanınmışlardan Fikret Otyam var, Ayatullah Sümer’in bir tablosu var, İran’a gittiğimde Dadaşi diye bir ressamdan bir tablo almıştım, bir de bir Gürcü ressamın var. Çok fazla değil zaten...
Erdoğan’ın en sevdiğim özelliği
* Kendinizi İsmet İnönü’yü koltuğundan eden Bülent Ecevit gibi hissediyor musunuz?
- Kendimi Kemal gibi hissediyorum.
* Başbakan’a 4 bin lira tazminat ödemek zorunda kalmışsınız. Canınınız acıdı mı?
- Daha ödemedim, Yargıtay’a gitti. Ben orada haklı olduğuma inanıyorum.
* Siz başbakan kadar çalışıyor musunuz? Onun kadar çaba harcadığınızı düşünüyor musunuz?
- Daha fazla çalıştığıma inanıyorum... Çok daha fazla!
* Başbakanın en beğendiğiniz yanları...
- Aklına geleni rahatlıkla söylemesi. Dobra dobra bir adam kimliği sergilemesi.
Bu algıyı yaratması güzel
bir şey...
Sen Önder Sav’ın memurusun
* ‘Memur Kemal’i sizi incitmek, küçümsemek için söyledi değil mi?
- Tabii tabii ama hata yaptığını fark etti. Belki de uyardılar, artık demiyor. Zaten hemen laf değiştirdi “Ben memur demek istemedim, sen o partide memursun demek istedim” dedi. İsmini vermedi ama “Sen Önder Sav’ın memurusun!” demeye getirdi. Ama ağzından çıkmış oldu, ben memurlara havale ettim Recep Bey’i...
* ‘Önder Sav’ın memuru’ olarak anılmak sizi rahatsız ediyor mu?
- Hayır. Partinin içinde güzel bir çalışmamız var. Merkez Yönetim kurulunda düşüncelerimizi rahatlıkla tartışıyoruz, geleceğe yönelik hedeflerimiz belirliyoruz. Ben hayatımdan memnunum.
* Size hâlâ ‘Kemal Abi’ diyen var değil mi?
- Tabi tabii, Kemal Abi, Kemal Baba... Bazı arkadaşlar “Sayın Genel Başkanım” diye düzeltmeye çalışıyorlar, “Yok” diyorum, “İçinizden nasıl geliyorsa öyle deyin...”
* Sizin tılsımınız kimseyi karşınıza almamak mı?
- Evet ama tılsımım değil,bu benim mizacım. Ben doğrudan doğruya insanları hedef alan, onları suçlayan biri değilim. İnsanları dinlemek gerekiyor. Bürokrasiye girerken bana şunu söylemişlerdi: “Sana ileride evet diyebilirler ama hayır diyeni mutlaka dinle!” Ben de bunu hayatımın her alanında uyguladım. Gerçekten de “Evet” diyen çoktur söylediklerimize, asıl “Hayır” diyeni dinleyeceksin.
* Evde en çok “Hayır” diyen kim? Kim itiraz eder en çok size...
- Eşim.
* Arada, “İyiyim, hoşum, dürüstüm ama yeteri kadar karizmam yok!” diyor musunuz?
- Aslında ben karizmanın ne olduğunu bilmiyorum. Belki de zamanla oluşan bir şeydir. Toplumun beğenisi arttıkça insanın karizması da artar.
* Uçakta nasıl geçiyor vakit?
- Bulmaca ve sudoku çözüyorum, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum.
* Bir de siz, iyi briç oynarmışsınız...
- Bayılırım. Eskiden çok oynardım. Satranç da çok severim. Şimdilerde tek başıma oynuyorum. Bir rakip arıyorum ama yok, tek rakibim benim.
Karımdan izin aldım
* Bu işlere kalkışırken karınızın iznini aldınız mı, çünkü herhalde görüşemiyorsunuz...
- Siyasete girerken söyledim. Çok mutlu olduğunu sanmıyorum ama bana izin verdi. Ona çok destek olamadım ben, çocukların nasıl büyüdüğünü bile fark edemedim.
* Suçluluk duyuyor musunuz, ailenin bütün yükü onun üzerinde diye...
- Duymamak mümkün değil. Beni tanır o, bir görev üstlendiğim zaman, o görevi en iyi şekilde yerine getirmek için çaba harcayacağımı bilir. Ama ne yapsın katlanıyor.
* Çocukları geçtik, ya torun sevgisi...
- Yok onunla da ilgilenemiyorum. Hatta geçen gün İzmir’de, “Torun, havaalanına gelebilir mi bir görebilir miyim” dedim. Ama öyle bir kalabalık vardı ki, kucağa alıp sevmem mümkün değil, çağırmaktan vazgeçtim.
* Karınızın teyze kızı olması sizi hiç rahatsız etmedi mi?
- Hayır etmedi. Üniversiteye başladığım yıl gördüm onu, daha önce görmemiştim bile...
* Bir yıl Fransa’da yaşadınız, o nasıl bir hayattı?
- Sorunsuz. İyi bir gelirim vardı. Üniversiteye devam ettim, yabancı dil bölümüne, sonra Paris’i ve bütün Avrupa’yı gezdim.
* Arabayla mı?
- Yok hayır, trenle daha çok. Ben ehliyeti emekli olduktan sonra aldım...
© Tüm hakları saklıdır.