Gündem

Başbakan'ın cezaevi günleri nasıl geçti?

Balbay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben yazdığı açık mektubunda hapisane koşullarının adaletsizliğini, kendisinin 4 ay cezaevinde kaldığı koşullarla kıyaslaray

29 Nisan 2011 03:00

T24- Ergenekon davasından tutuklu gazeteci Mustafa Balbay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben yazdığı açık mektubunda hapisane koşullarının adaletsizliğini, kendisinin 4 ay cezaevinde kaldığı koşullarla kıyaslarayak anlattı. Balbay mektubunda, bugün ayda bir kez uygulanan açık görüş saatlerinin düşürülmesiyle, Başbakan Erdoğan’ın cezaevindeki balık partisini yazdı.

 

Mustafa Balbay’ın bugün (28 Nisan 2011) yayımlanan “Başbakan’a Mektup” başlıklı yazısı şöyle:

  

Sayın Başbakan,

 

Öncelikle hapishanelerin ileri demokrasiden aldığı payı özetlemek isterim.

 

Bir mahpus için en önemli gün;

 

görüşme günü. O gün her şey olumlu geçerse, yarım tahliye demek. Üç hafta kapalı görüş, bir hafta açık. Uzak yerlerde yakını olanlar, maddi durumu uygun olmayanlar sadece açık görüşü yeğliyorlar. Sevdiğine dokunabiliyorsun, sarılabiliyorsun, görüş yerinin ayrıca dinlendiğini düşünsen bile kulağına fısıldayabiliyorsun.

 

Açık görüş 2010 Nisan’ına kadar 2 saatti. Bir yıl önce 1 saat 15 dakikaya indirildi. Bu ayın başında da ileri demokrasi biraz daha ilerletildi ve 1 saate indirildi.

 

Gerekçe yasa-tüzük. İstense önceki gibi geniş yorumlanabilir ya da değiştirilebilir. Bu aylık açık görüş için Sivas, Erzurum, Kilis’ten gelenler var.

 

Haftalık bir başka “sevinç günü” de telefon günü. Haftada 10 dakika. Haftada bir kez, bir telefondan kan bağınızın olduğu bir kişi ile görüşebiliyorsunuz. Nisan ortasında hapishane yönetimi tüm mahpuslara bir yazı tebliğ etti. Buna göre, “telefonda örgüt yöneticiliği yapmaya devam etmek, suç doğurabilecek konuşma yapmak” yasak.

 

Gerekçe, ilgili tüzüğün 88. maddesi. Kan bağınızın olduğu biriyle “suç doğurabilecek” konuşma!

 

O kadar esnek ki!

 

Bu hassasiyet, kimi mahpusların milletvekili adaylığından sonra doğmuş!

 

Kan bağı olan akrabalarınızın dışında görüşmek ise savcılık özel iznine bağlı ve çok zor.

 

***

 

Sayın Başbakan,

 

Sizin ve sizin kopyalarınızdan oluşan çevrenizin yukarıda aktardıklarıma, “Öyle bir suçtan yatıyorsunuz ki, size bunlar fazla bile” karşılığını vereceğinizi tahmin ediyorum. İleri demokrasiye bu yakışır.

 

Biz halen yargılanıyoruz...

 

Siz 1998’de “halkı din ve ırk farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçundan 10 ay hapis cezasına çarptırıldınız. 4 ay hapis yattınız. Yeri geldikçe bunu dile getiriyorsunuz.

 

Hapiste sizin görüşleriniz nasıldı?

 

Sizin hapis günlerinizi de içeren bir kitap çıktı. Yazanlar Hüseyin Besli ve Ömer Özbay. Sizin deyiminizle “eşref-i mahlûk”. Kitabın adı, “R. Tayyip Erdoğan, Bir Liderin Doğuşu.”

 

Kitabın 203-246. sayfaları hapis günlerinizle ilgili. Birlikte kaldığınız Hasan Yeşildağ’ın anlatımını size anımsatmak isterim:

 

“Öğleden önce kalkıp güne hazırlanıyordu. Ardından ziyaretçi akını başlıyordu. Görüşmeler akşam saatlerine dek sürüyordu. Cezaevi dışında bir ekip kurmuştuk. Ziyaretçileri o arkadaşlar karşılıyordu. Savcı iznini onlar hallediyordu. Gelenleri gruplar halinde görüşme salonuna alıyorduk. 4 ay boyunda 30 bin ziyaretçi olmuştu. İlginç ziyaretçiler oluyordu. Bir gümrükçü, elinde karanfille her hafta ziyarete geldi. Savcı beyden rica ettim, o kişiye artık izin vermemesi için. Çünkü vakit yetmezliğinden gelip görüşemeyenler oluyordu.

 

Ziyaretçilerin getirdiği yiyeceklerle başımız dertteydi... Bir gün Erhan Şenol isimli restoran sahibi balık pişirip getireceğim, dedi. Reise balık ziyafeti çekmek istiyor. Bütün hapishaneye olursa kabul ettim. Bir minibüs getirdiler, dışarıda pişirip servis yapacaklar. Nasıl rüzgâr var anlatamam. Ocakları alın içeri dedim. İki ahçı, iki garson, tencere tabak aldık içeri. Ahçılar pişirdikçe servis yapıyor, biz afiyetle yiyoruz.”

 

***

 

Sayın Başbakan,

 

Yukarıdaki satırları kaleme alırken ağzım sulanmadı dersem yalan olur.

 

Bizim ayda birlik açık görüş ziyaretçilerimiz değil yiyecek, çamaşırlarımızı bile getiremiyorlar. Onlar kapalı görüşte. Nisana kadar biz kirli çamaşırlarımızı verebiliyorduk, o da yasaklandı. Yöneticilere nedenini sorduğumuzda Ankara’nın yönetmeliğini-tüzüğünü gösteriyorlar.

 

Ama size bunların hiçbiri işlememiş.

 

Bu büyük uçurum karşılığında sormak isterim:

 

Demokrasi, çağdaş hukuk, hepsi bir yana; siz Hz. Ömer’den adaleti böyle mi öğrendiniz?

 

Sayın Başbakan.

 

Hakkımızda her şeyi söylüyorsunuz.

 

Bizim ise her şeyimiz kısıtlı.