Ahmet Altan
(Taraf, 13 Mart 2012)
Bu gazeteyi çıkartmaya başladığımızdan beri herkesten gazetecilik dersi alıyorum, bir şikâyetim yok, medyada bu gazeteyi benden daha iyi çıkartacak en aşağı yüz kişi vardır, bunu da alaycı bir tonda söylemiyorum, gerçekten buna inanarak, içtenlikle söylüyorum.
Keşke böyle bir gazeteyi onlar çıkarsaydı da ben okusaydım, daha çok tercih ederdim ama öyle olmadı.
Son derslerimi de Stratfor belgeleri ve Başbakan’la nasıl konuşulur üzerinden alıyorum.
Nedense hep “susmam” öneriliyor bana.
Dağlıca’da da, Aktütün’de de, Hantepe’de de, Ergenekon’da da, Balyoz’da da, Lahika’da da, Uludere’de de, Başbakan’ın başdanışmanı hakkında da aldığım öğüt hep aynı, “bunları yayınlama”.
Eskiden general yandaşlarının, şimdi de Başbakan gazetecilerinin önerileri geliyor hep aynı yere çıkıyor, “güç sahiplerini rahatsız etme”.
Eskiden generaller, şimdi de Erdoğan aynı şeyi söylüyor, “ben her şeyi yaparım, hiçbir şeyin hesabını vermem”, ben de eskiden generallere, şimdide Erdoğan’a aynı şeyi söylüyorum, “her şeyi yapamazsınız, yaptığınız her şeyin de hesabını verirsiniz”.
Kavganın özeti bu.
Ben “yönetenler hesap vermeli” diyorum, bana gazeteciliği öğretenler de “vermeyiversinler, şimdi eleştirirsen onun yerine çok korkunç bir şey gelir” diye beni korkutuyorlar.
Aktütün’de öldürülen insanların hesabını vermeyen generallerle, Uludere’de öldürülen insanların hesabını vermeyen Erdoğan arasında nasıl bir fark var?
“AKP’yi ve Gülen’i Bitirme Planı” hakkında “kâğıt parçası” diyenle, “Başbakan’ın başdanışmanı en büyük kaynağımız, kaynaklarımızı görevlendiririz” diyen Stratfor belgesine “dedikodu” diyenler arasında nasıl bir fark var peki?
Aktütün’ü yayımladığımızda bize “küstah” diye bağıran generalle, Stratfor belgesini yayımladığımızda küstah diye bağıran Başbakan arasında nasıl bir fark bulunuyor?
Ben bu haddini bilmez laflara cevap verdiğimde o zamanki yandaşlar “koskoca generale böyle söyleyemezsin” diyorlardı, şimdiki yandaşlar da “koskoca başbakanla böyle konuşamazsın” diyorlar.
Başbakan’ın bir yazarla haddini aşan bir üslupla konuşması onlara doğal geliyor da, yazarın Başbakan’a “kendine gel,” demesi onların gözlerini faltaşı gibi açıyor.
Bana gazetecilik öğretenlerle benim aramda, “saygı hiyerarşisi” anlayışında önemli farklar var sanırım, biz, “sanatçıların, yazarların, yaratıcıların, güçsüzler için dövüşenlerin” saygı merdiveninin en tepesinde durduğunu öğrenerek büyüdük, siyasetçilerin yeri bu sıralamada çok aşağılarda gelir bizim anlayışımıza göre.
Ben hayatımda hiçbir biyografide, tarih kitabında, bir yazarın başbakana saygı gösterdiği için övüldüğünü okumadım ama tersine, yazarlara, sanatçılara saygı gösterdiği için övülen krallara, sultanlara, başbakanlara çok rastladım.
Başbakanlar gelir gider, iyi işler yaparlarsa alkışlanırlar, kötü işler yaparlarsa eleştirilirler.
Referandumdan önceki Erdoğan’ı sonuna kadar alkışlarım, bugünkü Erdoğan’ı da sonuna kadar eleştiririm.
Bu ülkeye barışı, demokrasiyi getirsin, “güçsüzün hakkını” korusun, Uludere’de öldürülenlere, Dink’e, AB yasaları kabul edilmediği için ölen işçilere, Kürtlerin, Alevilerin hakkına sahip çıksın gereken saygıyı gösteririm, çünkü saygıyı hak ettiğine inanırım ama şimdi yaptıklarıyla saygıyı hak etmediğini düşünüyorum.
“Ben halka hesap vermem” tavrına hiç saygı duymadım, bundan sonra da duyacak değilim.
Bu ülkenin egemenlerinin içyüzünü ortaya koyan her belgeyi de yayımlarım.
Benim bu yeni öğretmenlerimin çoğunu tanırım, severim de, aralarından kalem sahibi, edebiyata yatkın olan biri “benim ağırlığımı kaybettiğimi” yazmış, ona küçük bir anekdot anlatayım; bir gün Necip Fazıl babama, “Çetinciğim” demiş, “ben düşmem, niye biliyor musun çünkü ben yerde oturuyorum”.
Ben ağırlığımı kaybetmem çünkü bir ağırlığım yoktur, hiç olmadı, hiç olmayacak, ağırlığı olan adamlardan da pek hoşlanmam, ben hafifliği severim.
Bana akıl öğretenlerin bir ağırlığı olduğunu görüyorum, uzaktan bakıldığında, boyunlarına asılmış bir zincirin ağırlığını taşıyorlarmış, o ağırlıktan dolayı başları öne eğiliyormuş gibi görünüyorlar.
Başbakan’ı eleştiremeyip, yazarları eleştirmek adama böyle bir görüntü verir.
Benim hakkımda yazabildiğiniz üslupta Başbakan’a da yazabildiğinizde zincirlerinizden kurtulur, başınızı dik tutar, saygı görürsünüz.
Başbakan’ın zincirleriyle ağırlık kazanmaktansa, kendi özgürlüğünüzle hafif kalmak, içinizde kendinizle ilgili beslediğiniz o “dik adam” hayaline daha uygundur bence.
Ama karar sizin.
Neticede ne yapılıp ne yapılmayacağını hepiniz benden daha iyi biliyorsunuz anladığım kadarıyla.
Bir de cesaretinizi toplayıp şu Uludere katliamını Başbakan’a sorabilseniz de, biri size “Uludere” dediğinde hık diye sesiniz kesilmese...