Şahin Alpay
(Zaman, 29 Mayıs 2012)
Başkanlık niçin bize yaramaz?
Başbakan Erdoğan'ın teşvikiyle başlayan "Başkanlık sistemine geçelim" kampanyası yayılıyor. Bayraktarlığı Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'dan devralan Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Türkiye'nin "kaçınılmaz olarak" (hem de Amerikan tipi) başkanlık sistemine geçeceğini ilan etti bile...
Ne var ki muhalefet partileri başkanlık sistemine karşı. AKP grubunun önemli bir kısmının da gizli oylamada buna karşı çıkacağı muhakkak olduğuna göre bu kampanya, CHP başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi, "yapay gündem" olabilir. Ama madem Başbakan istiyor, elbette ki tartışılmalı.
Esas olarak üç tür hükümet sistemi var: Britanya'da kökleri 1215 tarihli Magna Carta'ya kadar uzanan bir evrimle gelişen parlamenter sistem; 1776'da Britanya'dan bağımsızlığını kazanan ABD'nin kurduğu başkanlık sistemi ve Fransa'nın 1958'de icat ettiği (ilk ikisinin bir karması olan) yarı-başkanlık sistemi. Bu sistemlerin ilkeleri, avantajları ve dezavantajları üzerine bilgiye ulaşmak fazlasıyla mümkün. Hiç şüphesiz, her ülke kendi ihtiyaçlarına göre bir sistemi benimsiyor; yürümezse değiştiriyor. Unutulmaması gereken yönetim sistemini, sadece hükümet sistemi değil, seçim sistemi (nisbî temsil, çoğunluk sistemi ya da karma) de belirliyor.
Bizde 12 Eylül askeri yönetiminin askeri-bürokratik vesayet düzenini tahkim amacıyla getirdiği, parlamenter sistem ile yarı-başkanlık sistemini karıştıran ve üzerine de yüzde 10 barajlı nisbî temsil sistemini koyan, gerçek anlamda "ucube" bir sistem 1982'den beri yürürlükte. AKP iktidarının, 2007'de cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi ilkesini getiren anayasa değişikliğiyle, sistem daha da ucubeleşti. Ancak sistem ucubelikten kurtulsun gerekçesiyle yarı-başkanlık ya da başkanlık sistemine geçilmesi herhalde anlamlı olamaz.
Anlamlı olan, yeni anayasa ile Başbakan Erdoğan'ın 2024'e kadar iktidarda kalmasını değil, Türkiye'de demokrasiyi güven altına alacak hükümet ve seçim sistemini teşhis ve tesis etmek. Benim, en az otuz yıldır süren bu tartışmaya ilişkin sayısız yazıda dile getirdiğim görüşüm belli: Uzlaşma kültürünün zayıf; siyasi, dinsel, etnik ayrımların çok sayıda olduğu Türkiye'ye uygun sistem, yürütmenin yasamanın içinden çıktığı parlamenter sistemdir. Başkanlık sistemlerinde halkoyuyla seçilen başkan ile parlamento çoğunluğunun ayrı partilere mensup olmaları halinde, yönetim ciddi tıkanıklıklara uğrayabilir, karar alamaz hale gelebilir. (Bizde başkanın AKP'den, parlamentonun muhalefet çoğunluklu olduğu bir ortamda başımıza gelebilecekleri bir düşünün...) Başkanlık sistemlerinin ihmal edemeyeceğimiz bir sakıncası da toplumu ikiye ayırıp kutuplaştırma eğilimi.
Evet, Türkiye'de güçlü yürütmeye gereksinim var. Güçlü yürütme yukarıda değinilen nedenlerle, başkanlık sistemlerinde değil parlamenter sistemde mevcut. (Kürt sorununun çözümü de elbette ki hükümet sistemine değil, bu konuda siyasi iradenin olup olmamasına bağlı.) Evet, siyasal istikrar yanında temsilde adaletin sağlanması, partilerin lider sultasından kurtulması önemli ihtiyaçlarımız. Bunun yolu ise, dar-bölgeden tek adayın seçildiği, iki turlu çoğunluk sistemini benimsemek. Koalisyon hükümetleri doğuran nisbî temsilden gerçekten çok çektik.
Başkanlık sistemleri demokratikleşmemize hizmet etmez. Bunu Başbakan Erdoğan'ın son zamanlardaki tavırları da göstermiyor mu? Başbakan, Türkiye halkını güdülmeye muhtaç bir sürü, kendisini de onun çobanı görmeye başladı. Bunun için sanattan spora, tiyatrodan kürtaja, medyanın neyi yazıp yazmayacağına kadar kendisini ilgilendirmeyen her konuya müdahale etmeye başladı. Son olarak Türkiye'nin Uludere'den doğumlara kadar uluslararası komplolarla karşı karşıya olduğunu söylemeye başlaması, "eski Türkiye"nin sorunların sorumluluğunu "iç-dış düşmanlar"a yıkma söylemini andırır oldu. Başbakan Erdoğan'ın bu ülkeye çok büyük hizmetleri oldu. Ama anlaşılan uzun süren iktidar liderleri yoruyor, yıpratıyor.