Gündem

Davutoğlu: Başkanlığa geçiş kolay olur

"Öyle bir sistem kuralım ki torunlarımız yaşayabilsin"

30 Aralık 2015 10:46

Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili olarak "Çağrım burada liderlere, gelin konjonktürel şeyleri bir kenara koyalım. Biz zaten daha önce başkanlığı teklif ettik. Yine başkanlığın Türkiye’deki evrilen sistem itibariyle geçişin kolay olacağı kanaatindeyim" diye konuştu. Sırbistan ziyaretinde gazetecilere konuşan Başbakan Davutoğu, Bunu savunacağız, anlatacağız. Ne biz başkanlığı savunurken konjonktürel savunalım ne de biri karşı çıkarken konjonktürel karşı çıksın, oturup konuşalım. Yok biz bundan hoşlanmıyoruz diyorsa kendi teklifi neyse getirsin. Fakat bu teklifi konjonktürün etkisi altında değerlendirmeyelim. Bir devlet inşa edelim" dedi.

Davutoğlu, "Öyle bir sistem kuralım ki torunlarımız, onların torunlarının torunları da bununla yaşayabilsin, bir daha fetrete izin olmasın. 30-40, belki 10 sene sonra bilemeyiz ama biyolojik ömrün ortalamasına bakıldığında 30 sene sonra hiçbirimiz yokuz" dedi.

Başbakan Davutoğlu'yla Sırbistan'a giden Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan'ın bugünkü (30 Aralık 2015) yazısı şöyle:

Sırbistan ziyareti sırasında konuştuğumuz Başbakan Ahmet Davutoğlu, CHP ve MHP liderleriyle yapacağı görüşmeler öncesi umutlu. Davutoğlu, ‘Gündem olarak yeni anayasa, iç tüzük, reformlar. Bir de kalıcı bütçenin çabuk geçmesi. Bu dört konu, tabii bunların merkezinde yeni anayasa hususu var” dedi

 Başbakan Ahmet Davutoğlu, Belgrad’da çeşitli konularda sorularımızı yanıtladı. 

Başbakan’ın Sırbistan ziyareti, hem Türkiye, hem de bu ülke açısından stratejik bir önem taşıyordu.

Davutoğlu, 2 günlük programının ikinci gününde, Novi Pazar’a geçecekti.

Bu programa önce Sırbistan Başbakanı Aleksandar Vuciç, sonra da Davutoğlu’nun girişimleri sonucu Bosna Hersek Başbakanı Denis Zvizdic dahil edildi.

Böylece buluşma, Balkanlar açısından da ayrı bir önem kazandı.

Ancak hava koşulları bu görüşmenin yapılmasını engelledi.

Buna rağmen üçlü zirve, ilerleyen dönemde yapılacak.

Programını hava koşulları nedeniyle erken kesmek zorunda kalan Davutoğlu ile Belgrad’da konuşma imkanı bulduk.

Davutoğlu, bugün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile yapacağı görüşmeden, HDP ile yaşanan krize kadar uzanan konularda sorularımızı yanıtladı.

 

 

Başbakan’ın açıklamalarını şöyle aktarabilirim:

 

Rusya'nın çabaları var

 

Başbakan olduktan sonra KKTC dahil üçüncü ziyaretimi Sırbistan’a yaptım. Sırbistan ile ilişkiler Rusya’yla yaşadığımız son gelişmelerden sonra daha da önem kazandı. Çünkü Rusya, Orta Asya, Kafkasya’da ve Balkanlarda Türkiye’yi rahatsız edebilecek ve kendileri için müttefik addettikleri ülkelere dönük bir çaba içindeler. Türkiye-Sırbistan ilişkileri iyiyse Balkanlarda bir meltem rüzgarı esiyor, kötüyse ‘Balkanlardan gelen soğuk rüzgâr’ denilen rüzgâr esmeye başlıyor. Çünkü Türkiye’ye yakın olan gruplar ile Sırbistan’a yakın olan gruplar arasında birden bir gerilim doğuyor. Bosna Hersek’te, Sancak’ta, Kosova’da. 

 

Siber saldırılar

 

(Rusya’nın hinterlandındaki ülkelerle görüşmeler yapıyorsunuz. Rusya ile bir siber savaş da yapılıyor...) Siber güvenlik konusunu Bakanlar Kurulu’nda da ele aldık, bazı tedbirler de aldık. Rusya ile böyle bir savaş içindeyiz dememiz doğru değil, öyle bir veri yok ama siber güvenlik ulusal güvenliğin bir parçası. Bir anda bütün bir hayatı felç edebiliyor bu tür saldırılar. Her türlü tedbiri aldık ama hiçbir ülke de ‘bu tehditlere, tehlikelere karşı korunaklıyız’ diyebilecek durumda değil. Teyakkuz halindeyiz. Dikkatle takip ediyoruz.

 

Gelenek oluştursun

 

(Anayasa görüşmeleri başlıyor. Sayın Kılıçdaroğlu ile yapacağınız görüşmeden umutlu musunuz, yoksa birkaç tur mu gerektirir?) Bu ziyaretleri düşünürken birkaç şeyi hedefledik. Birincisi yeni bir döneme başlıyoruz, bir geleneği oluşturmak. Seçim oldu Meclis Başkanı, Başkanlık Divanı seçildi, hükümet kuruldu. AK Parti içinde görevlendirmeleri yaptık. Yeni başdanışman atamaları yapacağız. Bu resim ortaya çıktıktan sonra genel başkanlardan randevu istedim. 

İstiyorum ki her başbakan göreve başladığında muhalefet liderleri ile tartışsın ve belli aralıklarla da bir araya gelinsin. Bunu bir kez yapılan ve 4 yıl yapılmayacak bir şey gibi değerlendirmiyorum. 7 Haziran sonrasının bıraktığı en güzel miras iletişimin herkes için faydalı olduğunun ortaya çıkmış olması. Gündem olarak yeni anayasa, ikinci olarak iç tüzük, üçüncüsü reformlar. Bir de kalıcı bütçenin çabuk geçmesi. Bu dört konu, tabii bunların merkezinde yeni anayasa hususu var. 

 

Anayasa için bir süreç başlayacak

 

Anayasa toplumun bütününü kuşatan bir metin olduğu zaman anayasadır. 12 Eylül anayasası toplumun bütününü kuşatan bir anayasa olarak yazılmadı. Mümkün olan en geniş bir tabanda bu anayasayı oluşturma ihtiyacı var. Onun için de önce muhalefet liderleri sonra da sivil toplumla sürekli bir temas halinde olacağım. Yani bir sefer gidip ‘bunu kabul eder misiniz, etmezseniz ne olacak?’ falan gibi bir tartışma değil. Bir süreç başlatmak istiyoruz. Önemli olan bu sürecin işlemesi. Bir şeyi konuşacağım Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile. 

Yöntem olarak onlar için en uygun yöntem nedir? Benim zihnimde bazı şeyler var. Bir süreç işleyecekse nasıl bir yöntem uygundur? Çünkü usulde anlaşamazsak sonra işte ‘sen şununla gelme, ben şunu söylemeyeyim’ gibi başlarsak bunlar doğru değil. İki yöntem denedik şimdiye kadar ve netice alamadık. Birisi 2007 sonrasında. Ergun Özbudun başkanlığında bir heyet anayasa yazımına girdi. Bu sefer ‘Siz bir anayasa dayatıyorsunuz’ diye eleştiri geldi. 2011’de tam farklı bir yönteme geçti. Bu sefer de bütün partilerin eşit katıldığı komisyon oluştu. Yüz binlerce görüş geldi. Ama burada da bir sonuca ulaşılamadı. Şimdi oturup en doğru yöntemin ne olacağını istişare etmek istiyorum. 

Herhalde 12 Eylül anayasasının tümden değişmesi gerektiği konusunda ne Kılıçdaroğlu’nun ne Bahçeli’nin itirazı yoktur. HDP’yi de zikretmek isterdim ama malûm onlarla görüşmeyeceğiz. Herhalde itirazları yoktur. Görünüşte... Gerçekten herkes değişmesini istiyor mu? Bu ayrı bir soru. Hem 12 Eylül darbesinden şikayet edip hem de 12 Eylül anayasasının şemsiyesi altında konuşmak doğru değil. Bu sebeple bu yöntemi istişare etmeyi düşünüyorum. Sonra da muhtevayla ilgili hususlar. Uzlaşma komisyonu metinlerini okudum, okumaya devam ediyorum. 

Bu sürece katkıda bulunan arkadaşları cumartesi gecesi topladım. Ömer Çelik, Mehmet Ali Şahin, Ahmet İyimaya, Mustafa Şentop, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve Başbakan yardımcısı Lütfi Elvan. Yani ezberden, bir çalışma yapmadan gitmiyoruz. Meselenin bir ruhu vardır bir de formu vardır. Şöyle bir formülü ben doğru görmüyorum; 12 Eylül’ün ruhu yaşasın, formunu değiştirelim. Revizyonist yöntemleri ben oldum olası benimsememişimdir. Yani şekli olarak bir maddeyi iki maddeyi değiştirelim, bugünkü krizleri aşalım gibi. Ruhu o kadar bozuk ki 12 Eylül anayasasının, ne kadar değişiklik yapıldı, yürümedi. 12 Eylül anayasasının ruhuna müteallik hususlarda hepimizin anlaşmasında fayda muhahaza ediyorum.

 

Her şeye açık olmak lazım

 

(İlk dört madde dahil mi?) Bu tür konularda her şeye açık olmak lazım. Ben anayasaların da açık olması gerektiğini düşünüyorum. Kendine, halkına güvenen anayasa açık anayasadır. Kendi içinde kapalı anayasalar vardır. Belli umrelerinin değiştirilmesinin yasaklandığı anayasalar, dört madde, bazen on madde olabilir. Açık anayasada ise her şey konuşulabilir. Ha bu dört madde ile ilgili benim şüphe beyan ettiğim anlamına gelmiyor. 

Ben o dört maddeye inanıyorum ama halkıma güveniyorum, kendime güveniyorum, kuracağımız sisteme güveniyorum. Açık da olsa bu dört maddeyi değiştirmeyi kimse düşünmez yani aidiyeti kuvvetliyse böyle bir şeye ihtiyaç olmaz. Her koyduğunuz kısıtlama bir güvensizlik işaretidir. Zaten ruhu burada. Ruhu dediğim husus ne; bir insan odaklı olacak, yani devlet odaklı olmayacak. Bizim anayasa devlet, devleti korumak odaklı. Halbuki devletin esası insandır. Mesela bu benim için olmazsa olmaz şeylerden biri. İnsan onurunu esas alacak. 

İnsan onuruna aykırı hiçbir metin hiçbir şey girmemeli. Temel hak ve özgürlükler konusunda taviz vermeden yapacağız. Evrensel standartlar itibariyle de kendi geleneğimiz, kültürümüz itibariyle de. İnsanın aklını, malını, neslini koruyacak bir çerçeve. 12 Eylül anayasası vatandaşı tehdit görüyor, yaramaz bir çocuğa bir babanın baktığı gibi. Yaramazlık yapabilir diye sanki bakıyor anne baba ve kısıtlama koyuyor. Halbuki ne vatandaşlar çocuktur ne de devlet vatandaşlar dışında var olabilen bir şeydir. Devletle vatandaşı ikili bir kategori içinde değerlendiren bir anlayış yerine vatandaşı esas alan. 

 

Güçler ayrılığı ruhtur, form değildir

 

Bunların oluşması halinde biz formu rahat konuşuruz. Form nedir? Yönetim şeklidir. Bir de güçler ayrılığı prensibi ruhtur, form değildir. Yani yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığına dayanan prensip, bir sistemin istismar edilmesini ortadan kaldıracak bir ilkedir. Bunu hepimizin savunması lazım. Yani başkanlık üzerinden diktatörlük doğar gibi bir kanaati serdedenlere (ileri sürmek) söylüyorum en büyük diktatörlük bazen jüristokrasi üzerinden doğabilir. Mesela Hitler parlamenter sistem içinde gelişti. Bu tür kalıpların dışına çıkmak lazım. Yani bunlar ruh. Buralarda anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Anlaşamasak da biz ısrarlı oluruz. (Yani anayasanın ruhu meselesinde anlaşabileceğinizi düşünüyorsunuz) Düşünüyorum. Eğer bunun dışına çıkarsa zaten anti demokratik bir yaklaşım benimsemiş olur. Detaylarına geldiğimizde vatandaşlık tanımıydı, oydu, buydu... Türkiye’de herkesin kabul edebileceği, mümkün olan en geniş kabulü sağlayacak şekilde konuşmak lazım. İhtilaf olursa konuşuruz. 
 
 

‘Doğru tercihi yapalım’

 

Forma geldiğimizde bu yönetim biçimi de dahil olmak üzere, yasama, yürütme ve yargının nasıl tanzim edileceği konusuna geldiğinizde, herkes heybesinde ne varsa onu ortaya koysun. Yani bence o ruhu sağlarsak başkanlık sistemi de parlamenter sistem de özgürlükçü olur. Bu ruh yoksa başkanlık da parlamenter sistem de diktatörlüğe gidebilir. Başkanlık sistemi için ‘Federalizm üzerinden ülke bölünür’ diyorlar. Sanki başkanlığın öncül şartı federalizm gibi. Yahu Almanya’da federal devlet var, parlamenter sistem. Türkiye’de stereotipler var, konuya vakıf olmadan birden birden sloganlaştırılıyor ve başkanlık sistemi kötüdür şu şu sebeple. 

Bakıyorsunuz o sebepler yok. Diktatörlük dediğiniz gücün tek elde toplanması. Buna engel olmak için Amerika’da kurucu babalar bu sistemi geliştirmeye çalıştı. Çok açık konuşacağım. Meseleyi kişiselleştirmememiz lazım, konjonktüre teslim etmememiz lazım. Yani ‘Başkanlık gelirse Sayın Erdoğan başkan olur’ ya da bugünkü konjonktür ‘Başkanlık gelirse biz iktidar olamayız.’ Öyle bir sistem kuralım ki bizim torunlarımız onların torunlarının torunları da bununla yaşayabilsin. Devleti öylesine yeniden inşa edelim ki bir daha fetrete izin olmasın. Yani biyolojik ömre baktığımızda 30 sene sonra hiçbirimiz yokuz. Ben de yokum, sayın Cumhurbaşkanımız da yok, Kılıçdaroğlu da yok. Biz Mevlana muhipleri Şeb-i Arus deriz, geldi mi eyvallah. Ama 50 sene sonra Türkiye olacak. 

 

Başkanlığa geçiş kolay olur

 

Çağrım burada liderlere, gelin konjonktürel şeyleri bir kenara koyalım. Biz zaten daha önce başkanlığı teklif ettik. Yine başkanlığın Türkiye’deki evrilen sistem itibariyle geçişin kolay olacağı kanaatindeyim. Bunu savunacağız, anlatacağız. Ne biz başkanlığı savunurken konjonktürel savunalım ne de biri karşı çıkarken konjonktürel karşı çıksın, oturup konuşalım. Yok biz bundan hoşlanmıyoruz diyorsa kendi teklifi neyse getirsin. Fakat bu teklifi konjonktürün etkisi altında değerlendirmeyelim. Bir devlet inşa edelim. Machiavelli’nin çok sevdiğim bir değerlendirmesi var. ‘Fransa gibi bir devleti kurmak çok kolay, idare etmek imkansızdır. 

Osmanlı gibi bir devleti kurmak çok zor idare etmek kolaydır.’ Yani devleti öylesine yeniden tanzim edelim ki idare etmek kolay olsun. Bizim her ihtilal konjonktürel sonuçlar doğurdu. 60 ihtilalinden sonra ortaya çıkan anayasa bir öncekine tepkiydi, 12 Eylül anayasası bir öncekine tepki. Yöntem olarak da söyleyeceğim bu, konjonktürü bir kenara koyalım. Konjonktürel olmayan şey ruhudur. Evrensel tartışalım. Yönetim sistemini tartışırken 1950’den beri yaşadığımız tecrübeleri göz önüne alıp, en doğru tercihi yapalım. Kılıçdaroğlu’na söyleyeceğim bu.
 
(Anayasa girişimi yine olumsuz sonuçlanırsa başka bir planınız var mı?) Önce ben bu tür şeylerde zihnimde B planını tutarım ama zikretmem. Onu zikrettiğiniz anda karşı tarafa güvensizlik saygısızlık olur. Önce biz beraberce bir plan geliştirelim yöntem itibariyle. Sonra bakarız.

 

Risk aldım

 

(HDP ile artık görüşmeyeceğiz dediniz. Ankara Başsavcılığı, Demirtaş’la ilgili bir soruşturma başlattı, ne bekleniyor buradan?) Benim önyargım olmadığına herkes şahittir. Başbakan olduğumda Demirtaş’ı kabul ettim, çok eleştiri almama rağmen hiç tereddüt etmedim. Tarih 1 Ekim. 6 Ekim’de Kobani’yi kışkırtarak çıkarttılar. 7 Haziran’dan sonra 15 Temmuz’da onları ziyaret ettim, o zaman da çok eleştiri aldım parti içinden. Çünkü ‘Ak Parti ile asla’ diye 8 Haziran’da açıklama yaptı Demirtaş. ‘Niye gidiyoruz, adam asla dedi’ diye. Ben ‘hayır’ dedim. 

Hükümet görevini aldım, hiç kimseyi dışlamam. 1 Kasım’dan sonra, terörle mücadele dahil ne kadar vahim açıklamalar yapmış olmalarına rağmen herkesle görüşeceğim dedim. Randevu istedim. HDP’yle terörle mücadele yürürken o resmi vermek siyasi bir risk. Ben bu riski aldım tereddüt etmeden. Çünkü ilkesel olarak doğru olanı yaptım. Onlar ne yaptılar? Randevunun mürekkebi kurumadan Demirtaş açıklama yaptı ‘Gelince şunu soracağız, bunu soracağız’ Hesap sorma makamı sanki. Yahu sen önce kendi hesabını ver. Nedir bu hendekler, bu barikatlar, bu silahlar, bu saldırılar? Terörle arasına mesafe koymamış. 15 Temmuz’da onlara söyledim. Onlarla görüşürken aynen Kobani gibi ayaklanma çağrısı yaptılar. Tam görüşürken Kandil’den açıklama düştü, ayaklanma çağrısı. Sonra da Ceylanpınar’da iki yiğit polisimizi şehit ettiler. 1 Ekim görüşme, 6 Ekim Kobani. 15 Temmuz görüşme 22 Temmuz Ceylanpınar. Yani bunlar tesadüf mü? Şimdi randevu alıyorum ertesi gün bu açıklamayı yapıyor. 

Bir başkası çıkıp ‘gelir çay içer gider.’ Sanki benim çay içmek için onların çayına ihtiyacım var veya oturmaya konuşmaya. Ben muhatabımda iki şey ararım samimiyet ve ciddiyet. Ne samimiyet var ne ciddiyet var. Dolayısıyla vazgeçtim. 

Soruşturmaya gelince, hukuk devletinde, herkes kurallara uymak durumundadır. Fikir düzeyinde kaldığı müddetçe herkes mevcut sistemin dışındaki sistemleri savunabilir. Fakat kimse hukuk sistemi işlerken kendi başına de facto özerklik falan ilan edemez. Bu suçtur. Almanya’da bir akşam federal yeni bir yapı ilan ederseniz Alman hukuku buna sessiz kalır mı? Biri söyleyebilir fakat yapabilir mi? Böyle bir şey ilan ettim barikat kazdım, giremez diyebilir mi? 

O andan itibaren suç başlar. Bunu kimse fikir özgürlüğü olarak göremez. Bir ilan ve bunun parçası olarak da yapılmış hendekler, barikatlar, saldırılar, doçkalar, kanaslar var. Bunun karşısında tabi ki hukuki her tedbir alınır. Başka bir sıkıntı da, şiddet ve terörü alenen savunmaları ve desteklemeleridir. Bir siyasi partinin, suçu ve suçluyu, terörü ve teröristi övmesi, toplumu bu faaliyetlere katılmaya davet etmesi kabul edilemez. Her demokratik hukuk düzeni bunu suç olarak telakki eder. Yani bu konuda hiç taviz yok.