Gündem

'Barış anneleri' endişeli

Annelerin iki talebi var, Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması, Kürtçenin anadil olarak kamusal alanda kullanılması

01 Kasım 2012 23:49

51 gündür açlık grevinde bulunan bazı tutuklu ve hükümlülerin anneleri, Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı'nda kurulan çadırda bir araya geldiler. Kendilerini ''Barış Anneleri'' diye adlandıran anneler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eylemi tamamen bir şov olarak nitelemesinden, ''Türkiye'de ölüm orucunda olan sadece bir kişi var'' sözlerinden dolayı tepkilerini dile getidiler. Açlık grevleri ve anadilde eğitim hakkında talepleri bulunan anneler, hükümetin somut bi adım atmamasından endişe duyduklarını söylediler.

BCC Türkçe muhabiri Rengin Arslan'ın söyleşisi şöyle:

Okmeydanı Sibel Yalçın parkında bir çadır. Kesif bir biber gazı kokusu sinmiş durumda çadıra.

51 gündür açlık grevinde bulunan bazı tutuklu ve hükümlülerin anneleri bu çadırda biraraya gelmiş. ''Barış Anneleri'' diye adlandırıyorlar kendilerini.

Çarşamba günü akşam saatlerinde, her zaman olduğundan biraz daha tenha.

Bir önceki gün polisin çadıra biber gazıyla müdahalesi nedeniyle bazı anneler rahatsızlanmış, bu nedenle gelememişler. Üzerinden 24 saatten uzun bir süre geçmiş olmasına karşın çadırda ağır bir gaz kokusu var.

Anneler öfkeli. Çevreden katılanlarla giderek kalabalıklaşıyor çadır, annelerle tercüman aracılığıyla konuşuyoruz. Öfkeliler, öfkelerini de Erdoğan'a yöneltiyorlar.

Erdoğan'ın eylemi tamamen bir şov olarak nitelemesi, ''Türkiye'de ölüm orucunda olan sadece bir kişi var'' sözleri tepki yaratmış.

Erdoğan'la Adalet Bakanı'nın birbirleriyle çelişen açıklamalarına da dikkat çekiyorlar. Sadullah Ergin, "Şu anda 66 ayrı cezaevinde 683 kişi olarak gözüküyor bizde'' demişti.

 

Talepler, beklentiler

 

Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi'nde 17 gündür açlık grevindeki Şehnaz Akdoğan'ın annesi Feride Akdoğan, "Bu açlık grevlerinin sonunda biz barış olsun istiyoruz. Haklarımız olsun istiyoruz. Okulda İngilizce mecburi değil mi? Herkesin kendi diliyle okuma hakkı yok mu? Biz dilimizi istiyoruz" diyor.

Ölümlerin durdurulmasını istiyor: "Asker de bizim çocuğumuz, gerilla da bizim çocuğumuz. Ölüm bitsin artık. Kim ölmek ister ki? Kim dağda yaşamak ister ki?" diye soruyor tercüman aracılığıyla.

Erdoğan'ın "Açlık grevlerinde bir kişi var" demesine tepki olarak, "Erdoğan yalan makinesi. Bir şey söylüyor, sonra beş dakika sonra başka bir şey söylüyor" diyor Akdoğan...

Cezaevlerinde PKK ve PJAK'lı tutuklu ve hükümlülerin 12 Eylül darbesinin yıl dönümünde açlık grevine başlamasının üzerinden 51 gün geçti.

Açlık grevinde olanların sayısına ilişkin Adalet Bakanlığı'nın ve eyleme katılanların avukatlarının verdikleri rakam farklı olsa da, bu rakam 600'ün üzerinde.

İki ana talepleri var: Birincisi Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması, ikincisi Kürtçenin anadil olarak kamusal alanda kullanılması.

Hükümet, eylemcilerin taleplerine ilişkin somut bir adım atmadı. Dikkat çeken ilk girişim Adalet Bakanı Sadullah Ergin'den geldi.

Eylemin 43. günü olan 24 Ekim'de ilk kez tutuklu ve hükümlülerle görüşen Bakan Ergin, Sincan Cezaevi'ne yaptığı ziyaretin ardından "AK Parti, 2023 vizyonunda bir takım vaatlerde bulundu. Hakların iyileştirilmesi konusunda çalışmalar devam ediyor" demekle yetindi.

BDP eş başkanlarından Selahattin Demirtaş ise 30 Ekim'de önce Diyarbakır Cezaevi önünde düzenlemeyi planladığı, ancak valilik izin vermeyince cezaevi yakınlarında düzenlediği grup toplantısında ''Açlık grevindekilerin talebi Mehmet Öcalan'ın İmralı'ya gitmesi değildir, Abdullah Öcalan'ın buraya gelmesidir" demişti.

 

Aileler de Öcalan ve müzakereler konusunda net

 

Tercüman aracılığıyla konuştuğumuz annelerden biri, barış istediklerini, barış için müzakerelerin başlaması gerektiğini, muhatap olarak da Abdullah Öcalan'ın alınmasını istediklerini söylüyor.

 

Tecrit uyarısı

 

Müvekkilleri açlık grevinde olan avukatlar Tamer Doğan ve Sinan Zincir ise eylemcilerin karşı karşıya kaldığı uygulamalara dikkat çekiyor.

Avukat Doğan, "Bazı cezaevlerinde açlık grevi yapanlar tecrit uygulamasına maruz kalıyor. Bu ancak disiplin cezası alanlara uygulanabilir. Tek başına kalan bir eylemcinin bu koşullarda günde içmesi gereken 50-55 bardak suyu kalkıp tek başına alması bile mümkün değildir. Bu ölümleri ancak hızlandırır" diyor.

Doğan ayrıca açlık grevindeki bazı mahkumların darp edildiğini belirtiyor ve Adalet Bakanı ve Başbakan'ın açıklamalarının durumun ciddiyetinden uzak olduğunu söylüyor.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nun AKP'li üyelerinden Oya Eronat ise, sorumuz üzerine tecrit uygulamasına ilişkin bir bilgisi olmadığını söyledi ve "Bu insanların hayatları BDP'ye emanettir" dedi.
Bir diğer avukat, Sinan Zincir ise eylemcilerin psikolojik olarak da tecride itildiğini savunuyor.

Zincir'e göre "Açlık grevini ima eden herhangi bir sözcük içeren faks veya mektup dışarıdan içeri sokulmuyor, içeriden dışarıya gönderilmiyor."

Zincir ayrıca açlık grevindekilerin alması zorunlu olan ve Türkiye'de bulunmayan zengin B1 vitamini içeren bir ilacın Avrupa'dan getirildiğini ama bunların eylemcilere verilmesinin engellendiğini vurguluyor.

 

'Müdahale en yanlış iş'

 

Eylemlerle ilgili bir diğer tartışma noktası ile açlık grevindekilere müdahale edilip edilmeyeceği.
Başbakan Erdoğan 29 Ekim'de Çankaya Köşkü'nde verilen resepsiyonda "Müdahale gerektiğinde yapılır," diyerek eylemleri zorla sonlandırabilecekleri mesajını vermişti.

Bu konuda görüşünü aldığımız eski milletvekili ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ise "Yapılacak en yanlış iş müdahale olur." diyor.

Prof. Bekaroğlu "2000 yılındaki ölüm oruçlarındaki müdahalede 32 kişi öldü. O müdahaleleri hastanelerde bir bir gördüm. Başbakan ya bu işi bilmiyor ya da danışmanları yanlış bilgi veriyor" diye konuşuyor.

Türk Tabipler Birliği devreye girmek, açlık grevlerindekilerle görüşmek isteyen kurumlar arasında. Ancak TTB Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, cezaevlerine girip eylemcilerle görüşme taleplerine Adalet Bakanlığı'ndan yanıt alamadıklarını söyledi.

İlhan da 2000'leri hatırlatıyor, açlık grevlerine müdahale etmenin sonuçlarının 2000'lerde çok acı olduğunu söyleyerek "Kişiyi zorla beslemeye çalışmak insan haklarına aykırı. Kimsenin bedenine zorla müdahalede bulunamazsınız" uyarısında bulunuyor.