27 Ocak 2015 09:11
Afrika turu dönüşünde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, HDP’nin 2015 genel seçimine parti olarak girme kararı ve çözüm süreciyle ilgili olarak, “Parlamentoda olduğu zaman siyasette muhatap olmak başkadır, parlamento dışında olduğu zaman muhatap olmak başkadır. Hükümet STK’larla görüşmeler yapıyor, değil mi? Onların da varsa bir STK’sı, istediği zaman davet edip görüşebilir, yoksa görüşme mecburiyeti diye bir şey ve hiçbir zaman da kalkıp ‘Biz parlamento dışındayız ama istediğimiz zaman yine masada oluruz” diye bir şart da koşamazlar. Çünkü STK’ların yapısında bu olamaz, STK’ların kanaatlerinden istifade etme hakkı hükümete aittir. Gerektiğinde bu görüşmeleri yapabilir” dedi.
Başkanlık sistemi tartışmalarına da değinen Erdoğan, ''Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başkanlık sistemini yine aynı şekilde konuştuk, bu göreve böyle geldik. Ben başkanlık sisteminin bu sürece güç katacağına inanıyorum. Seri karar almak, çok daha çabuk netice almayı getirecektir. Bizdeki sistemde karar süreci süratle işliyor dersek kendimizi aldatırız. Başkanlık, belediye başkanlığımdan beri savunduğum bir tezdir. Ahmet Bey için de (Başbakan Davutoğlu) savunulacak en önemli tezlerden bir tanesidir. Bu seçimlerin de üzerinde konuşulacak konularından biri olacaktır diye düşünüyorum'' diye konuştu.
Kobani’nin IŞİD’den kurtarılmasını da değerlendiren Erdoğan, “Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye... Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Somali dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Hürriyet gazetesinden Akif Beki’nin haberine göre, Erdoğan’a sorular ve yanıtları özetle şöyle:
Türkiye’nin Suriye politikasında uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek bir açılım düşünülüyor mu?
Bizim Suriye’ye yönelik politikamız bellidir. Bunun üzerinde asla oynama yapmayı düşünmüyoruz. Bizim hedefimiz rejimdir. Esed rejimi ile Suriye’de bu iş devam etmez. Oradaki muhalif güçler de bunu defaatle açıkladılar. Ben Biden ile görüşmemde de söyledim, Sayın Obama ile görüşmemde de söyledim: 3 şeyin hallolması gerekiyor. Bir, ‘uçuşa yasak bölge’. İki, ‘güvenli bölge’. Üç, ‘eğit-donat’. ABD eğit-donata geliyor, diğer ikisine yanaşmıyor. Ayrıca rejim hedefli bir harekete yanaşmıyor. Şimdi hedefinde o yokmuş. Zaten o olmadıktan sonra burada çözüm olmaz ki. Burada ne olur? Aynen Irak’ta meydana gelen olur. Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye... Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır.
Bir de şu boyut da var, yani Afrin, Kobani, Kamışlı, bu şeritte böyle bir düzenlemenin yapılması da manidardır. Çünkü biz onlara şunu söylüyoruz: ‘Niye Halep’e yönelmiyorsunuz?’ Halep’i hiç nazarı itibara almıyorlar. Sayın Obama’ya söyledim, ‘Niye sizin için Kobani bu kadar stratejik?’ Dedi ki, ‘Eğer buradan DEAŞ galip çıkarsa o zaman diyecek ki, ‘Biz koalisyon güçlerini mağlup ettik’. Orada yerleşik halk yok, 200 bin insan bizim tarafımıza geçti. Orada savaşçılar var. Dedik ki, ‘Şu bombaları atmayın, yanlış yaparsınız’. Maalesef bu görüşmeyi yapmamıza rağmen, bilmiyorsunuz 3 tane C-130 ile oraya ne gerekiyorsa attılar, yarısı DEAŞ’ın eline geçti. DEAŞ’ı kim besliyor o zaman? Iraklılarla konuştuğumuzda, Bunların Musul’da eline geçenler yeni silahlar, bunlar konvansiyonel silahlar, ağır silahlar, basit silahlar değil. Şimdi burada da benzer gelişmeyi görüyoruz, bu gelecekte sıkıntı doğurabilir, Halep bizim için ciddi önem arz ediyor. Rejim Halep’i bombalıyor. Halep’te 1 milyon 200 bin insan, tarih var, kültür var, medeniyet var. Gerçekten çok büyük bir tahribat. Temenni ediyorum ki Amerikalılar görüşlerini yeniden gözden geçireceklerdir. Ve işin doğru olanı bulunacaktır.
Selahattin Demirtaş ‘Yüzde 10 barajı yüzünden Meclis’e giremezsek Çözüm Süreci için iyi olmaz, gerisini devlet düşünsün’ diyor...
Bir siyasi partinin eşbaşkanı durumunda olan bir kişinin bu tür bir açıklama yapmasının hiçbir siyasi edebe sığması mümkün değildir. ‘Yüzde 10 barajını aşamayıp da barajın altında kalırsam, Çözüm Süreci akamete uğrar, farklı bir süreç başlar...’ Ya, Çözüm Süreci’nin akamete uğrayıp uğramamasının kararını sen mi vereceksin! Çözüm Süreci’nin akamete uğrayıp uğramayacağının kararını millet verecektir. Eğer seni yüzde 10’un altında bırakacaksa millet ne demiştir; ‘Çözüm Süreci’nden memnunuz, siz yolunuza aynı kararlılıkla devam edin’. Bu, bu demektir, ben bundan bunu anlıyorum. Çözüm Süreci için kesinlikle şu anda hükümetimizin kararlı bir şekilde yoluna devam etmesi lazım. Yüzde 10 barajı bir defa ülkemizin istikrarı için çok, çok önemlidir. Koalisyon hükümetlerinin olduğu dönemlerde hiçbir zaman yükseliş gelmemiştir, hep çöküş gelmiştir. Onun için bu dönemde de buradaki istikrar yüzde 10 barajındadır.
HDP seçime parti olarak girer, barajı aşamazsa siyasi muhatap olma imkânını kaybetmiş olur mu?
Parlamentoda olduğu zaman siyasette muhatap olmak başkadır, parlamento dışında olduğu zaman muhatap olmak başkadır. Hükümet STK’larla görüşmeler yapıyor, değil mi? Onların da varsa bir STK’sı, istediği zaman davet edip görüşebilir, yoksa görüşme mecburiyeti diye bir şey ve hiçbir zaman da kalkıp ‘Biz parlamento dışındayız ama istediğimiz zaman yine masada oluruz” diye bir şart da koşamazlar. Çünkü STK’ların yapısında bu olamaz, STK’ların kanaatlerinden istifade etme hakkı hükümete aittir. Gerektiğinde bu görüşmeleri yapabilir.
Afrika’da muhataplarınız ‘Paralel Yapı’nın okullarını kapatma talebinize nasıl bakıyor?
Söyledikleri şey şu: ‘Size karşı olan bize de karşıdır. Biz, size karşı olan her unsura tavrımızı kesinlikle koyarız.’ Bu noktada Milli Eğitim Bakanlığımızın çalışmaları zaten devam ediyor. Milli Eğitim Bakanımız ile bu ülkelerin milli eğitim bakanları bir araya gelmek suretiyle hem buradaki eğitim öğretim sistemleri, yine istiyoruz ki bizim Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından eş olarak yürütülsün, burada aksamalar olmasın, ama bunlar da buraları bu tür girişimlerle kirletmesin.
Paralel Yapı’yla mücadelede sizdeki azim aşağıya doğru indikçe azalıyor mu?
1 Eylül 2015’te dershaneler kapanıyor. 1 Eylül’den sonraki süreçte ancak okul kurabilirlerse okul kurabilirler. Okullarda da kayıtlarda çok ciddi düşüşleri var. Ticari noktada ise şu anda Maliye Bakanlığımızın bu konular üzerinde ciddi manada hassasiyeti var, MASAK’ın ciddi manada hassasiyeti var. Ayrıca devletin yapılanması içinde bu örgüte kesin tavır var, atamalarda vesaire. Üçlü kararname ise bunlar biliyorsunuz sonunda bana geliyor. Bana geldiğinde bir defa en derin incelemeyi, araştırmayı yaptırıyorum. Ondan sonra nihai kararı veriyorum. Üçlü kararnamelerde de üst düzey atamalarda kolay kolay karar mercilerine gelemiyorlar, gelemeyecekler. Tabii bu 40 yıllık bir yatırım, 40 yıllık yatırımı 1 yılda çözmek, halletmek kolay değil. Onun için biraz zaman alacak. Kararlıyız. Gerek Sayın Başbakan’ın gerek hükümetin bu konudaki kararlılığını da biliyorum. Belediyelerde de sürekli olarak Sayın Başbakan bu ikazları sürekli olarak yapıyor.
Yunanistan’da Syriza önemli bir başarı elde etmiş görünüyor. İlk yorumuzunu alabilir miyiz?
Devletler arasındaki ilişkilerde devamlılık esastır. İktidarda kim olursa olsun, Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin gelişmesini ve güçlemesini sağlamak bizim için öncelikli konudur. Dolayısıyla seçim sonuçları hayırlı olsun.
Başkanlık sistemi istiyorsunuz siz. Bu konuda hükümetle bir uyum problemi var mı? Kulislere çeşitli iddialar yansıyor...
Başkanlık sisteminin sağlayacağı en büyük avantaj, çok başlılığı ortadan kaldırması olacaktır. Karar süreçlerine etkisi çok olumlu olacaktır. Seri karar almak, çok daha çabuk netice almayı getirecektir diye düşünüyorum. Zira bizdeki mevcut sistemde karar süreci süratle işliyor dersek kendimizi aldatırız. İkincisi, her zaman söylediğim bir şey var; gerek insan yönetiminde gerek paranın yönetiminde gerekse bilginin yönetiminde çok daha verimli olabiliriz, ama şu anda verimli değiliz... Bu çok açık, net ortada. Bizim verim ekonomisini devreye sokmamız lazım. Verim ekonomisi devreye sokabilirsek, netice almamız da o denli artacaktır. Bu noktada tabii Türkiye’nin bazı zaafları var, biz bugüne kadar birçok şeyleri yatırım noktasında yapabildiysek hakikaten bazı sıkıntıları yaşayarak olmuştur. Eğer burada bir başkanlık sistemi olmuş olsa, yatırımlar noktasında da altyapı, üstyapı, insana yönelik yatırımlarda da çok daha başarılı neticeler alırız diye inanıyorum. Şimdi burada bazı şeyler tartışılıyor: Amerikan sistemi mi, Fransa’daki gibi yarı başkanlık sistemi mi, yoksa diğer ülkelerin başkanlık sistemleri mi? Gelişmiş ülkelere bakalım, acaba bu gelişmiş ülkelerin ne kadarında başkanlık sistemi var, ne kadarında yok? Görüyoruz ki tamamına yakınında başkanlık sistemi var. Bu neyi gösteriyor? Demek ki buradan netice alınıyor. Buradan netice alındığına göre, biz niye hâlâ ayaklarımıza prangaları bağlayalım, gitmemek, koşmamak için buna devam edelim.
Seçimin konusu olur
Şu anki sistem neden ayağımızda pranga?
Ben 2 cumhurbaşkanı ile çalıştım; birinci cumhurbaşkanı ile çalışma dönemimiz farklı, Abdullah Bey ile çalışma dönemimiz farklı idi. Şimdi Abdullah Bey değil de başka biri olsaydı, biz bu kadar rahat çalışamayacaktık. Hükümetle aramızda uyum problemi olup olmadığını sormuştunuz. Biz tabii ki koordineliyiz, hükümetle aramızda kolay kolay, Allah göstermesin herhangi bir şey olmaz. Ben kolaylaştırıcı olacağım, hükümet de bu noktada çalışmalarını rahatlıkla sürdürecek. Tabii dışarıdan dedikodu üretenler olacaktır. Bunları üretenler mevcut iktidarın başarılı olmasını isteyenler değil, istemeyenlerdir.
Sayın Davutoğlu ile aranızda başkanlık sistemine geçiş noktasında görüş ayrılığı var mı?
Arkadaşlar, bu konu yeni konuşmaya başladığımız bir şey değil. Benim başbakan olduğum gün değil, taa belediye başkanlığımdan beri başkanlık sistemi konuştuğum, savunduğum bir tezdir. Ahmet Bey gerek başdanışmanlık yaptığı dönem, gerek dışişleri bakanlığı yaptığı dönemde yine başkanlık sistemini meydanlarda hep konuştuk. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başkanlık sistemini yine aynı şekilde konuştuk, bu göreve böyle geldik. Öyle zannediyorum ki, Ahmet Bey’in de –ki yeni anayasada bile üzerinde durduğumuz konulardan biriydi– savunulacak en önemli tezlerinden bir tanesidir. Bu seçimlerin de üzerinde konuşulacak konularından biri olacaktır diye düşünüyorum.
Başkanlık sisteminde, denge ve denetleme mekanizmalarının kurulamayacağını, ciddi bir antidemokratikleşme süreci başlatacağını öne sürenler de var...
Tam aksine, başkanlık sistemindeki denetim mekanizmaları şu andaki bizim mevcut sistemde yok. Örneğin, ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato herhangi bir yetkiyi vermedikten sonra Sayın Obama adım atamaz. Gerek para kullanımında gerek ne olursa olsun. Bir helikopteri bir yere verecek değil mi, geçmediği sürece veremez. Bakın sağlık ile ilgili reformu halledebildi mi? Tam başardım derken iş tersine döndü.
Siz denetleme gücü sağlam bir sistem mi istiyorsunuz?
O olması lazım ama aldığı gücü de kullanması lazım. Şimdi Sayın Obama Temsilciler Meclisi’nde gücünü kaybetti, Senato’da da kaybetti. Eğer gücü olsaydı rahat olacaktı, istediği yetkileri oradan alabilecekti. Ama şimdi o yetkileri alamama durumu ile karşı karşıya. Başkanlık sisteminde güçlü bir iktidar olduğu zaman Temsilciler Meclisi veya Senato’nun engellemesi söz konusu olmayacak ki... Ben şunu da savunuyorum; ikili bir sistem değil, tek sistem... Şu anda bizim parlamento nasıl? Tek sistem olmalı ve tek sistemle gidilmeli diye düşünüyorum. İkiliyi ileri sürenler de var, o işi geciktirir. Tekli sistemde çok daha seri karar almak mümkün olur. Güçlü bir iktidarsanız, güçlü bir iktidar olarak da başkana yetkisini verecektir, verdikten sonra da denetleyecektir.
© Tüm hakları saklıdır.