Gündem

Banu Güven: Leyla Zana röportajı NTV'de otosansüre takıldı

Banu Güven, 12 Haziran seçimlerinden önce BDP Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'yla yapmak istediği söyleşinin NTV'de krize neden olduğunu söyledi.

12 Temmuz 2011 03:00

T24 - Banu Güven, 12 Haziran seçimlerinden önce BDP Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'yla yapmak istediği söyleşinin NTV'de krize neden olduğunu söyledi. Güven, "iyimserlikle devam ederken, seke seke giderken, çat diye duvara çarptım ben..." dedi.


NTV'de otosansür uygulandığını ve yeni yayın döneminde de tartışma programlarından çok haber programlarına yer verileceğini söyleyen Güven, "'Bize ayrılan sürenin sonuna geldik' bugünlerde beni arayanlara telefonu açar açmaz böyle diyorum" dedi.


Taraf gazetesinde Tuğba Tekerek'in "Seke seke giderken 'çat' duvara çarptım" başlığıyla yayımlanan (12 Temmuz 2011) Banu Güven söyleşisi şöyle:



Seke seke giderken 'çat' duvara çarptım


Banu Güven geçen hafta –dile kolay– 14 yıldır çalıştığı NTV’den ayrıldı. Ama nasıl ayrıldı? İpler aslında ne zaman kopmuştu, talep kimden, neden gelmişti? Asıl önemlisi, gazeteciyle işvereni arasındaki bu olay genel siyasi iklimle ne kadar alakalı ne kadar alakasızdı? Güven, Türkiye’de hem medya dünyasını hem de politik atmosferi yorumlarken ihtiyacımız olan bu soruların yanıtlarını aşağıdaki satırlarda kendi perpektifinden aktardı.

14 yıldır çalıştığınız NTV’den geçen hafta ayrılmak zorunda kaldınız. Nasıl bu noktaya geldiniz?


Türkiye’de birçok medya kuruluşunun uzun zamandır netameli konulardaki haberleri tartarak değerlendirdikleri bir sır değil. Muhabirlerin yıllardır fırça yemekten korktukları da bir sır değil. Ankara’da herkesin anlatabileceği iyi hikâyeleri var. Unutmamak gerekli, bir dönem sadece başbakanlıkta değil genelkurmayda da akreditasyon krizleri yaşandı. Bunlara medya nasıl yaklaştı? İyi verilen bir sınav değildi bence bu. Bunların içinde biz gene de benim çalıştığım kurumda işimizi yaptık. NTV yayın politikası olarak nesnellik konusunda azami gayret göstermiştir, gazetecinin eleştirel olması gerekir, bunun için de alan sağlamış bir yerdir. Ben de son yayın döneminde, en çok keyif aldığım dönemlerden birini yaşadım aslında. Zaman zaman ana akım medyanın gündeminde çok üst sıralarda yer almayacak konuları ya da kimsenin dokunmadığı alanları konuştuk. Her şeye rağmen, bu basınca rağmen bunların yapılabiliyor olması bende iyimserlik yaratıyordu.



Nasıl dağıldı bu iyimser hava?


Seçim öncesinde öyle bir yere gelindi ki... Çok büyük hatalar yapıldı bence. Hükümet tarafından herhalde açıkça söylenmiş olması gerekiyor ki bizim yapacağımız işin sınırı belirlendi. Tartışma programları seçimden birkaç hafta önce kalktı. Neden biz daha fazla konuşmuyoruz gibi sitemlerle üzerinize gelindiği noktada dükkanın o bölümünü kapatmak gibi bir hareket oluyor ki problem çıkmasın. Ben devam ettim bu arada. Genel Yayın Yönetmeni’miz Ömer Özgüner’le çok yakın çalıştık. Kimselerin dokunmak istemediği bir çok konuda onun desteğini görmekten çok mutlu oldum. Ama seçim öncesinde bu gerilimli hattı geçince, basıncı ben de daha fazla hisseder oldum, herkes gibi... Son yaptığım yayınlardan Vedat Türkali, birtakım çevrelerden gelen tepkiler sebebiyle kanal içinde tartışma konusu oldu. Aslında söylediklerinin çoğunun Cengiz Çandar’ın kaleme aldığı TESEV raporunda hükümetin demokratik açılımına dair haritada birebir bulunduğunu görüyorsunuz. Tabu olmaktan çıkmış bir konuydu bu.



Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile ‘Öcalan bir aktör’ dedi...


Evet... Biz bütün bunların gerisinde kalmış olduk aslında. Bu ironik ve acı bir durum benim için. Sonra pazartesi günkü konuğum için heyecan duyuyorduk Ömer’le (Özgüner) beraber. Leyla Zana gelecekti. Ama sonra böyle bir röportajın da içine sokulduğumuz sınırların dışında kaldığını öğrendim. O iyimserlikle devam ederken, seke seke giderken, çat diye duvara çarptım ben.. Biz, hep beraber... Çarptık bence... Neyse... Bunu kabullenemedim tabii. Çözmeye çalıştım. Gazetecilik hayatımın en zor günlerinden biriydi. Sonuçta dendi ki: “Ha-yır, o-la-ma-yacak.”


Kim olursa olsun, seçim öncesinde son haftaya girerken, çok kısıtlı tuttuğu söyleşi programına dahil ettiyse ve ona göre hareket ediyorsa ve bu iptal oluyorsa; bu çok utanılacak bir durumdur. Kim olursa olsun... Leyla Zana olması iki kat önemli kılıyor. Çünkü onun ismi, yaşadıkları, hapiste geçen 10 yılın ne için olduğu ortada. İfade özgürlüğü konusunda yaşanan büyük skandal... Bütün bunların üzerine, bu kadar yıl sonra anaakım medyaya konuşmaya karar vermiş bir insana bu haksızlığı yapıyor konumuna düşmek de canımı hâlâ çok yakıyor. Hakikaten çok yakıyor.



Leyla Zana nasıl karşıladı bu durumu?


Çok soğukkanlı davrandı. “Biz neler gördük” dedi.



Bu kriz üzerine sizin programınız tatile çıkarıldı...


Bu krizle beraber benim açımdan denizin bittiği netleşti. Hiçbirşey olmamış gibi yaparak yayına çıkamazdım. Ben “Madem öyle, rica ediyorum erken tatil olabilir mi” dedim. Sonrasında “Nasıl devam edebiliriz, konuşalım” dedik. Ama seçim sonrasında da bir değişiklik olmadı. Önceden çıkaramadığım konuğu o zaman çıkarabileceğim söylenmedi. Tam tersi. Önümüzdeki yayın dönemi için de olmayacağını anladım.



NTV çizgisinde ciddi değişiklikler olacağı söyleniyor...


Bu formattaki programlar dışında daha çok haber bülteni veren bir NTV düşünülüyor. Benim gördüğüm daha farklı kimlikte bir kanala gidilmiş olduğu. Dolayısıyla ben o koşullara, o alana önümüzdeki dönemde de sahip olmayacaktım.



Peki Leyla Zana’nın programa çıkarılmaması nasıl açıklanıyor? Sonuçta milletin vekili olmak için meşru şekilde adaylığını koymuş bir insan...


Ve seçim öncesinde Ak Parti’nin oylarının azalmasına sebep olacak bir insan...



AK Parti’nin oyları hesap edilerek mi yapılıyor NTV’de programlar?


Seçim öncesinde NTV şu partiyi, bu partiyi kollayayım diye birşey demiyor tabii. Burada sorun 15 yıldır bir marka, bir güvenilirlik oluşturmuş, bunun için kavga etmiş bir kanal artık niye bu noktaya geliyor? Bu sorunun cevabını, rica, talep, uyarı tehdit, neyse bunu dolaylı ya da doğrudan yapanlar; bunun sonucunda oto sansürü devreye sokanlar –aslında oto sansür hep vardır memlekette de– oto sansürün güçlenmesine katkıda bulunanlar ve bunun sonucunu yaşayanların oturup düşünmesi lazım. Otosansür çok tehlikeli bir şey; biri beşle de çarpabilir. Bu konuştuğumuz tablo NTV özelinde yaşanan bir hikaye. Hemen her yerde, bir otokontrol mekanizması var. Bununla beraber, Karayılan röportajları da var. Ama Ertuğrul Mavioğlu yargılanıyor. Ama böyle şeyler de yapılabiliyor.



Otosansür dediğimiz şey bir yandan baskıyla, gerçeklikle ilgili ama bir yandan da medya sahibinin durumu algılamasıyla ilgili...Sizce NTV’de hangisi daha etkili?


Gerçekte neler olduğunu bilmeden bir yorum yapmak istemem ama bir ölçüde kişisel değerlendirmelerin sonuçlarını da yaşıyor olabiliriz. Söylediğinizde bir doğruluk payı olabilir. Cevabını bir gün doğrudan sorarak alabilirim.



Hükümetin somut baskısına dair bir duyumunuz oldu mu?


Hayır, hayır genel geçer sizin benim duyduğumuz şeyler... Ama fazla zaman geçmedi üzerinden; en büyük medya kuruluşuna büyük cezalar kesildi. Bu, bir çok yayın kuruluşu sahibinin yoğurdu üfleyerek yemesine neden oldu. Özellikle de başka alanlarda faaliyeti olanların...



Sizce medya sahiplerinin başka alanlarda da yatırımlarının olması, tüm bu tartıştığımız meselelerin düğümlendiği nokta olabilir mi?


Söylediğiniz kesinlikle geçerli bir argüman. Dünyanın her yerinde tartışılan bir konu zaten.

On yıl öncesine göre bazı konularda da medya özgürleşti aslında...

Evet, evet. Ama şunu da unutmamak lazım: Biz hep Kürt meselesi üzerinden gidiyoruz. Çevre ya da benzer konularda haber yapıldığında da acayip bazı hassasiyetlerle karşılaşılmıyor mu? Bu Kürt meselesi yakın tarihte görülmemiş bir cesaretle çözümlenmiş olabilir. Bu ancak alkışlanır. Ama bunun ardından ben gene demokrasinin bütünsel bir şey olduğunu söyleyeceğim.



Medyanın gidişatı nereye doğru sizce?


Başka mecralar oluşacak. İnsanlar daha bağımsız şeyler yapmaya çalışacaklar bence. Koskoca bir İran’da cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra ajansların çalışması engellendi de habersiz mi kaldık biz? Yani gazetecilik yapmak yalnızca birileriyle karşılıklı konuşmak değil. En azından sosyal paylaşım ağlarımız var. İki cümle bile bize bir haber verir. Bu taraftan bakarsak iyimser olabiliriz belki ama medya kuruluşları açısından durum pek iyimserlik verici değil. Bağımsız medyanın büyümesini, yerel medyanın güçlenmesini çok temenni ediyorum. Bakalım bundan sonra ne olacak? “Bize ayrılan sürenin sonuna geldik”... Bugünlerde beni arayanlara telefonu açar açmaz böyle diyorum.

Bence “Sizi izlemeye devam edeceğiz”. Bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?


Kararlıyım öyle ya da böyle devam edeceğim. Bu olan biten, bende şunun haberini yapmak isterdim bu kişiyle röportaj yapmak isterdim duygusunu eksiltmedi.



Aksine kamçılandınız?


Evet. Bunu nasıl yapacağıma dair birtakım planlarım da var.



Ne gibi?


Net değil hâlâ ama... Tek mecra bizim anaakım medya olarak tanımladığımız basın, televizyon değil... Şimdilik bu kadarını söyleyeyim.



Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?


Öncelikle kişisel bir mağduriyet hikayesi değil bu. İnsanlar ‘Ne olacak şimdi’ diye düşünüyor. Ben telaş içinde değilim, huzursuzluk içinde değilim. Bağımsız olmak istiyorum. Gazeteciliğin kendi sınırlarından gayrı başka sınırlar içine girmemek arzusuyla alakalı bir şey bu. Tek inandığım şey bu.