Gündem

"Bana sorarsanız: 250 günü ömrümün..."

Cumhuriyet çalışanları 24 Temmuz’da ilk duruşmalarına katılacak

07 Temmuz 2017 11:56

Silivri cezaevinde tutuklu bulunan Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının tutukluklarında bugün 250 gün doldu. Tutuklu Cumhuriyet çalışanları 24 Temmuz’daki ilk duruşmada ilk kez birbirlerini görecek.

Cumhuriyet'te yer alan haber şöyle:

'Fethullahçı Terör Örgütü’ne üyelik suçundan sanık savcı Murat İnam’ın başlattığı Cumhuriyet'i susturma amaçlı soruşturma kapsamında Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay, Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Yayın Danışmanı ve yazarımız Kadri Gürsel, muhabirimiz Ahmet Şık, okur temsilcimiz Güray Öz, çizerimiz Musa Kart, yazarımız Hakan Kara, avukatlarımız Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör ve yöneticimiz Önder Çelik 250 gündür, muhabirimiz Ahmet Şık 189, muhasebe çalışanımız Emre İper ise 92 gündür tutuklu. Tutuldukları Silivri Cezaevi’nde haksız bir şekilde ağır tecrit altında bulunuyorlar. Kaldıkları koğuş dışındaki kimselerle görüşmeleri yasaklandığı için tutukluluklarının 9. ayında çıkarılacakları mahkemede ilk kez birbirlerini görecekler.

Buranın bir ‘tipi’ yok

Türkiye’deki cezaevleri cezanın ağırlığına ve yaş gruplarına göre çeşitli harfler kullanılarak sınıflandırmaya tabi. 2000 yılında şartları nedeniyle ölüm oruçlarıyla karşı koyulmaya çalışılan “F Tipi” bunlardan en bilineni. Siyasi soruşturmalar nedeniyle çok sayıda gazeteci, yazar, yargı mensubu, asker ve polisin tutulduğu Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun ise sınıfını belirten bir “tipi” yok. 2014’te Ergenekon tahliyelerinin ardından faaliyete geçen cezaevi ana kampustan bağımsız olarak yerleşkenin ücra bir köşesinde bulunuyor.

OHAL’in 667 sayılı ilk KHK’si ile aile ve avukat görüşleri kısıtlandı. Haftada 1 gün 1 saat şeklinde gerçekleşen avukat görüşlerinde cezaevi yetkilisinin de bulunması yetmiyormuş gibi, görüşmeler sesli ve görüntülü olarak kayda alınarak savcılığa veya mahkemeye gönderilebiliyor. Görüşme süresinin bu kadar kısa olması savunma hazırlanmasını engelliyor. Hatta savunma evraklarına bile “suç unsuru içerebileceği” iddiasıyla el konuluyor. Bu kısıtlamalara KHK’de, “toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimali” gerekçe gösteriliyor.

Çocuklar cezalandırılıyor

Bu kapsamda yalnızca alt ve üst soydan yakınlarla ses geçirmeyen cam panelin ardında telefonla gerçekleşen kapalı görüş haftada bir gün 1 saatle sınırlanırken, ayda bir gerçekleşen açık görüş de 2 ayda 1’e indirildi. Telefonla haberleşme hakkından ise ancak 15 günde bir 10 dakikalığına yararlanılabiliyor. OHAL öncesi cumartesi günleri çocuklar için de ayrıca görüş gerçekleştiriliyordu ancak bu da yasaklandı. Okula giden çocuklar cezaevindeki yakınlarını görmek için ya okula gitmiyor ya da görüşe gidemeyerek görüşten mahrum kalıyor. Aile bireyleri dışında kendi seçtikleri üç kişi ile olan görüş hakkı ise kaldırılmış durumda. Bu kısıtlamalar darbe girişimi ile ilgili tutuklu bulunan kişilere yönelik. Ancak bu suçlamalarla tutuklu bulunmayan muhalifleri cezalandırmak için de kullanılıyor.

Uçar’ın yasakları

Kısıtlamaların dayandırıldığı KHK’nin ardından 12 Ağustos 2016’da o dönem İstanbul Başsavcı Vekili olan İsmail Uçar da yetki bölgesindeki cezaevlerinde uygulanması amacıyla bir genelge yayımladı. Genelgede darbeye teşebbüs suç ve eylemlerine ilişkin soruşturmalar kapsamında tutuklu bulunan şüphelilere, OHAL süresince mektup ve faksın yasaklandığı belirtiliyordu. Bu genelge de siyasi nedenlerle tutuklu olan muhalifleri cezalandırma amaçlı olarak kullanılıyor. Cumhuriyet'in tutuklu 12 yazar, çizer, muhabir ve yöneticisinin kendilerine darbe girişimi ile ilgili herhangi bir suçlama yöneltilmemesine karşın genelge ile mektup alma ve göndermeleri yasak. Bu yasağa yapılan itirazlar da keyfi bir biçimde reddedildi.

Gökyüzü bile yasak

12 Cumhuriyetçinin tutulduğu 9 No’lu Cezaevi’nde koğuşların havalandırması 7 adıma 4 adım genişliğinde ve 7 metre yükseklikteki duvarlarla çevrili. Duvarların üstü de dikenli tellerle örtülü. Cezaevi yönetiminin havalandırmaları bu şekilde kafese çevirmesinin herhangi bir yasal dayanağı bulunmuyor. Darbe girişiminin ardından dolup taşan Silivri Cezaevi’nin kitap fakiri olduğu ortaya çıkmıştı. Yayınevlerinin kitap yardımı yapmasına karşın kitaba ulaşmak cezaevinde hâlâ bir sorun. En fazla 10 kitap bulundurma kısıtı nedeniyle görüş sırasında ailenin verdiği kitaplar önce cezaevinin “Eğitim Servisi” tarafından inceleniyor. Hangi kıstasa göre yapıldığı bilinmeyen inceleme bazen 1 ay sürüyor. Kitap yardımı ile cezaevi kütüphanesinin yetersizliği olabildiğince giderilmiş gibi görünse de 10 kitap sınırı problemi gidermiyor. Kitap engeli öylesine keyfi bir şekilde uygulanıyor ki tutuklu muhabirimiz Ahmet Şık’a iletilmesi için cezaevi yönetimine verilen yazarı olduğu “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” kitabı hâlâ verilmedi.

Yeşile geçit yok

Beton çölünü andıran Silivri Cezaevi’nde bitki yetiştirmek de yasak. Yalnızca saksıdaki haline değil, kalın duvarların çatlağından sızmayı başarabilen otlara dahi izin verilmiyor. Yeşil düşmanlığının dayandığı herhangi bir yasa maddesi de bulunmuyor. “Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik”te bitki yetiştirmekle ilgili herhangi bir yasaklama bulunmuyor. Koğuşlarda muhabbet kuşu, kanarya veya bülbül bulundurulabileceği yazıyor ancak saksıdaki bitkinin ya da duvardan sızan çimin cezaevi güvenliğini ne şekilde tehlikeye attığı belirtilmiyor. Muhabirimiz Ahmet Şık ve avukatımız Bülent Utku’nun beraber kaldıkları hücrenin havalandırma duvarında 4 tel çim bitti. Cezaevinin “bitki yasağını” 4 tel çimi büyüterek “delmeye” çalıştılar. Ancak cezaevi yönetimi bu “tehlikeyi” havalandırmada bulunan kameralardan gördü ve gardiyanlar aracılığıyla 4 tel çim sökülerek tehlike bertaraf edildi.

Başlık, Nâzım Hikmet'in "Ben İçeri Düştüğümden Beri" şiirinin "Bana sorarsanız: On senesi ömrümün..." dizesinin değiştirilmesiyle oluşturulmuştur.

Şiirin tamamı:

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya 
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ 
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’ 
Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene 
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi 
Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’ 
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’ 
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri 
Yedibuçuğu doldurup çıktı. 
Dolaştı dışarda bi vakit, 
Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar. 
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda... 

Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar. 
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları, 
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan. 
Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur. 

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri... 
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor 

Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene 
Sonra vesikaya bindi 
Bizim burda, içerde 
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için 
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız 

Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz 
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya 
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman 
Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları 
Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri 
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya 

Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya 
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine 
‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar. 
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, 
Ve kahreden yaratan ki onlardır, 
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’ 

Ve gayrısı 
Mesela, benim on sene yatmam 
Laf’ı güzaf...