Gündem

'Balyoz'da darbe konuşulduğuna dair hiçbir delil yok'

Ergenekon davasının avukatlarından Celal Ülgen, 'Bolyoz' davasına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

02 Ağustos 2010 03:00

T24 - Ergenekon davasının avukatlarından Celal Ülgen, 'Bolyoz' davasına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın avukatlığını yapan Ülgen, darbe planına ilişkin soruya, “İnanın somut hiçbir delil yok. Balyoz ismi bile sadece o 11’inci CD’de geçiyor. Geçmişte darbelerin arkasında ABD vardı. Oysa şimdi ilk kez TSK’da AB ve ABD karşıtı bir komuta kademesi oluştu. Olay bunların tasfiyesi...”  yanıtını verdi.

Avukat Ülgen, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'ın sorularını (2 Ağustos 2010) yanıtladı:




Siyasiler birbirini “Ergenekon’un avukatı” olmakla suçlarken, Ergenekon, Kafes, Poyrazköy ve Balyoz davalarının gerçek avukatı “Ben aslında solcu bir kasaba avukatıyım” diye söze başlıyor.

“Sen Ergenekon’un avukatı mısın!” Siyasiler artık birbirlerine böyle küfreder oldu.

Miting meydanlarında “Ergenekon’un avukatı” lafı, darbeyi, demokrasi karşıtlığını, ordunun karman çorman entrikalarla, gizli ellerle yönettiği bir sistemi savunmak anlamında kullanılıyor.

Çünkü 3 yıllık Ergenekon süreci sonrasında toplumdaki genel kanı, “Ateş olmayan yerden duman tütmez.” “Evet,” diyor sokaktaki adam, “ortada hukuken bazı yanlış uygulamalar, kurunun yanında yanan masumlar var; ama sonuçta bu, kirli işler yapan derin devletin tasfiyesi.”

“Hayır, hayır” diyor Ergenekon’un gerçek avukatı Celal Ülgen “Dışarıdan bakınca belki öyle görüyor. Ama inanın çılgınca bir senaryolar furyasıyla karşı karşıyayız. Bana 1.5 saat verin, size Balyoz’un nasıl kurgu bir darbe senaryosu olduğunu kanıtlayayım. Biraz daha süremiz olursa Kafes, ki o gerçekten içi boş bir olay, Amirallere Suikast ve de İrticayla Mücadele Planı’nı konuşuruz...”

Celal Ülgen mecazi anlamda değil, gerçekten Ergenekon’un avukatı.  

Kozyatağı’nda bir alışveriş merkezinin tam göbeğindeki bir kafede buluşuyoruz. Bizi izleyen, dinleyen var mı diye etrafa bakıyorum. Ama sağımızdaki L’Oreal ve Kerastase saç ürünlerinin farkından söz eden 3 kişi dışında ilgilenen yok. 


Deniz Gezmiş’in sıra arkadaşı

62 yaşındaki Ülgen, son dönemde tanıdığım en ilginç avukatlardan. “Aslında ben tam bir kasaba avukatıyım” diye söze başlıyor neşeli bir edayla. Orta yaşlı, hafif toplu, sevimli biri. İstanbul Hukuk’tan Deniz Gezmiş’in sıra arkadaşı. Eski Dev-Genç’li, bugün kendini “solcu” diye tanımlıyor. Kartal’da avukat olan kızı Deniz’le paylaştığı bir bürosu var.

Taaaa Kartal’da...

Yine de ilk tanıştığınızda, sanki Ergenekon ya da Balyoz’la uğraşmak yerine emekli olup 4 torunuyla Şile’deki yazlık evinin bahçesinde mangal tütsülemeye çoktan hazır olduğu izlenimi uyandırıyor.  Ama bu avukatta bir cevher var ki Çetin Doğan’dan Tuncay Özkan’a, Adil Serdar Saçan’dan Dursun Çiçek, Levent Bektaş, Bedrettin Dalan’a kadar Balyoz, Kafes, Poyrazköy davalardaki kilit isimlerin çoğu, geçtiğimiz yıl içinde bir bir kapısını çaldı.

Paris’ten New York’a bir avukat ordusu olan Cem Uzan bile en son eşi Alara Uzan’dan boşanma davasında Ülgen’i tuttu.


Poyrazköy’ü 2.5 dakikada anlattı

Kartallı “kasaba avukatı” konuşmaya başlayınca işin sırrı anlaşılıyor. Saloganlarla değil, somut verilerden söz ediyor. Örneğin takriben 2.5 dakikada, Poyrazköy’de SAT komandolarının amirallere suikast amacıyla yeri eşeleyip mühimmat gömdüğü iddiasını, etkili bir biçimde çürütüyor. O zman “Tamam” diyorum “Şimdi anladım neden herkesin ille de Celal ülgen’i tuttuğunu.”

1.5 saat sonunda  Balyoz’la ilgili  aklımda soru işaretleri var. 200 kişinin katıldığı plan semineriyle ilgili mahkemeye delil olarak sunulan 11’inci CD’nin sahte olduğu şüphesi, 2007’de kurulmamış sivil toplum örgütünün (Türk Gençlik Birliği) nasıl olup da Balyoz planında yer aldığı sorusu, nasıl olup da 2002’deki darbe planının 2006 Word programında yazılmış olamayacağı gibi bir sürü detay. Ülgen “11, 16 ve 17’inci CD’ler dışındaki her şey kabul. İtirazımız yok. Ama o CD’ler sahte” diyor. Amerikan filminde olsak, jüri üyeleri muhtemelen kafaları karışmış bir biçimde idam kararını bozacak.

Ama Amerikan filmi değil özbeöz Yeşilçam kıvamında gidiyor memlekette her şey.


“Ceza avukatı bile değilim!”

Rörportajdan önce  Milliyet’in Ergenekon ve türevi davalarına bakan muhabiri Musa Kesler’e Celal Ülgen’i sorduğumda telefonda tane tane anlatmaya başladı: “Ergenekon davasında iki tür avukatla karşılaşıyoruz. Biri daha ideolojik ve hamasi savunma yapanlar; ikincisi ise daha ciddi, Türk Ceza Kanunu’na referanslarla hukuki argümanları öne çıkaranlar. Ülgen bu kategoride” diyor.

Müvekkilleri, mahkemedeki performansını methediyor. Ancak Ülgen aslında ceza avukatı bile değil.

Ergenekon kapısını çalana kadar, Kartal’da ticaret ve medeni hukuk davalarına bakıyor. Bir de İstanbul Barosu’nun yayın kurulunda. 2005’te yeni Ceza Muhakemesi Kanunu çıktığında, oturup maddeler ve gerekçeli kararları değerlendiren bir kitap yazıyor. Kitapta gizli tanık, tutuklamalar, dinlemeler ve bilgisayarlara el konması gibi Ergenekon sürecinde tartışmalı hale gelen uygulamalarla ilgili uyarıda bulunuyor. Bu kitap, 3 yıl sonra Silivri’de Ergenekon sanığı Tuncay Özkan’ın eline geçiyor. Özkan ısrarla bunu yazan avukatla tanışmak istiyor. Önce onun savunmasını üstleniyor; ardından Adil Serdan Saçan ve Birol Başaran’ın... Derken arkası çorap söküğü gibi geliyor.


1. Ordudaki Ses Bantları Nerede?

Birlikte geçirdiğimiz süre içinde Ülgen bana bu davalardaki sayısız çelişki ve ihlalden söz ediyor.
“Bir  İşin gerçeği şu ki, delilleri görünce özünde TSK’yı hedef alan çok kapsamlı bir senaryo saldırısının yaşandığını zaman içinde anlıyorsunuz.”

Sohbetimiz sırasında telefonla Çetin Doğan arıyor. “Komutanım” diye hatip ediyor avukat. Balyoz’daki iddiaların Türk ordusunun ABD ile birlikte Irak’a girmesi durumunda yaşanabilecek olaylarla ilgili bir senaryo çalışması olduğunu söylüyor. 200 kişinin katıldığı ve gerçek isimlerin konuşulmadığı bu senaryo çalışmasının ardından, Çetin Doğan seminerin tüm ses kayıtlarını 1. Ordu kozmik odasına göndermiş. Bugün o kayıtlar sırra kadem basmış durumda. “Nerde bunlar?” diyen Ülgen’in iddiasına göre  mahkemedeki CD’lerde (ve Taraf’a giden bavulda) bu bantlara ekleme metinler var. 

1.5 saat Balyoz konuştuktan sonra, dayanamayıp soruyorum “Peki orduya nasıl bu kadar kefil olabilirsiniz?  Daha önce sayısız darbe yapıldı. Nasıl eminsiniz Balyoz’da darbe konuşulmadığına?”

“İnanın somut hiçbir delil yok” diyor.”Balyoz ismi bile sadece o 11’inci CD’de geçiyor. Geçmişte darbelerin arkasında ABD vardı. Oysa şimdi ilk kez TSK’da AB ve ABD karşıtı bir komuta kademesi oluştu. Olay bunların tasfiyesi...” 

“Peki neden Çetin Doğan?” diye sorduğumda, “28 Şubat’ta Batı Çalışma Grubu’nda oynadığı rolden dolayı intikam alınıyor” cevabını alıyorum.


Neden gittim?

Bir gazeteci olarak Ergenekon ya da Balyoz davasındaki soru işaretlerini dile getirirseniz “darbeci”, yandaş medyada ballandıra ballandıra anlatılan senaryoları kabul ettiğinizde “demokrat” oluyorsunuz. Ben ise sadece ve sadece doğruları anlamaya çalışıyorum. Kurunun yanında yaş da yanıyorsa, gazetecinin görevi bunu ortaya çıkarmak değil mi? İşte bu yüzden önce Balyoz iddianamesini okuyup ardından konuyla ilgili isimlerin kapısını çalmaya başladım.

Gerçek şu ki, Gareth Jenkins isimli İngiliz gazeteci geçen yıl Ergenekon soruşturmasının
kapsamlı bir analizini yazdığında hepimiz “Bak elin gavuru ne güzel oturmuş çalışmış” dedik ama aradan geçen dönemde Türk medyasında hiçbirimiz aynı işi yapmadık. Nice zamandır önce kendime, sonra da diğer yazarlara kızmaktayım; Balyoz, Kafes, Poyrazköy gibi cumhuriyet tarihinde dönüm noktası olmayı vaat eden kritik davaları iyice irdelemek yerine gazetelerde çıkan kısa özetlerle yetindiğimiz için. Belli ki bu davaların tümünde hem vahim iddialar, hem de tartışmalı durumlar var. Medya, davaları kendi ideolojik filtresi ve önyargılarından süzerek sunuyor, bu yüzden aynı olaylarla ilgili farklı yayınlarda tamamen çelişkili senaryolar yazılıyor.

Fantezinin sonu yok. Örneğin bir gazete Çetin Doğan’ın “Alevi” olduğunu ve Alevi subayları toplayıp PKK’yla mücadelede “geri planda kalmalarını” salık verdiğini yazıyor; ardından bir başka gazete eski Birinci Ordu Komutanı’nın aslında Çerkez olduğunu ve böyle bir toplantının asla olmadığını... Sonunda sürekli “Keşke birileri bu işin aslını yazsa, davaları biraz kurcalasa” diye hayıflanmaktansa bu işi kendim yapmaya karar verdim.


Deniz “Tam bağımsız Türkiye”de haklıymış

“Biliyor musunuz” diyor Ülgen  “12 Mart’ta fakülte işgalleri yapardık. Deniz Gezmiş arkadaşımdı. O zaman ben “Yaşasın Sosyalizm” o da “yaşasın bağımsızlık” diye bağırırdı. Ama aslında ben yanlışmışım, o haklıymış.”

O gün sosyalizm diye bağıran Deniz’in sıra arkadaşı, bugün TSK’ya karşı bir “senaryo furyası” dediği girdabın göbeğinde; Don Kişot misali yeldeğirmenlerine karşı savaşıyor:

“Ben olaya ideolojik bakmıyorum. Aslında bu davalar AİHM’den döner. Bu delillerle AİHM’ye kalmadan Yargıtay’dan bile döner. Ama oraya gitmemesi için 10 yıl uzatacaklar bu davaları. Tıpkı eski Dev-Yol davası gibi“ diyor.

New York Times Wikileaks’e nasıl hazırlandı? Kısa bir sure önce New York’da bir gazeteci arkadaşımla yemek yedim. İsmi lazım değil, New York Times’ın Orta Doğu’da yıllarca savaş muhabirliği yapmış kurmay muhabirlerinden. “Sorma” dedi, “Başımda öyle bir iş var ki bütün gün ufak kapalı bir odada bilgisayar önünde oturuyor, polis kayıtlarını okuyorum.”

Gazete, arkadaşım dahil dünyanın çeşitli yerlerindeki en önemli muhabirlerini New York’ta toplayarak, kapalı bir odada avukatlar ve editörlerle birlikte çok gizli bir projeye hazırlanmaktaydı.
Evet,bildiniz. Wikileaks.

Wikileaks isimli websitesi, Pentagon’dan sızan 90 bin sayfa arşivi elde ettikten sonar bunu New York Times, Guardian ve Der Spiegel’le paylaşmış, bu gazeteler özel ekipler kurarak bu verileri haftalar boyu inceleyip Wikileaks’le eş zamanlı geçen hafta basmıştı.

Aslında onbinlerce sayfa polisiye tutanakta, Afganistan ve Irak’taki savaşla ilgili şu ana kadar bilmediğimiz bir şey yok. Çatışmalarda zaman zaman sivillerin öldüğü, Taliban’la mücadelenin zorluğu, Pakistan gizli servisinin Taliban’a yardım ettiği zaten üç aşağı beş yukarı yazılan şeyler.

Wikileaks vakasının önemi, dijital enformasyon çağında, artık hiçbir olayın, hiçbir arşivin gizli kalmayacağı, “devlet sırrı” kavramının tarihte hiç olmadığı kadar ciddi tehlike altında olduğu gerçeği. Son yıllarda Türkiye’de yaşadığımız kaset, dinleme, sızma, furyası, eninde sonunda Batı’da da devletlerin “bilgi” ve “güç” tekelini zorlayacak hale geliyor. Herhangi bir bireyin, ufak bir dijital aletle, devasa ölçekte veriyi kapyalayıp, masrafsız ve kolay bir biçimde milyonlarla paylaşabileceği yepyeni bir dünyadan söz ediyoruz.

Bireyin devlet hegemonyasını bir “klik“ sesiyle sarsmasından söz ediyoruz.

Dün New York Times’dan Wikileaks ekibinden biriyle daha konuştum. Türkiye’deki sızmaları, sadece kozmik belgelerin değil Genelkurmay Başkanı’nın bile konuşmalarının İnternette yer aldığını anlattım sohbette. “Wow” dedi, “Biz hiçbir zaman gazetecilik namına birini gizlice, rızası dışında kasede almayız. Bu kanuni değil.” “Ama” dedim, “Mesele sizin ABD Genelkurmay Başkanı’nın gizli kaydedilmiş ses bandını yayınlamanız değil ki! Bu bant internette yayınlandıktan sonra ne yaptığınız. Birileri bunu internete koyduktan sonra göz ardı edebilir misiniz?”
Bu sorum, NYT’ı çok şaşırttı. Bu senaryoyu hiç düşünmemişlerdi. 

Gördüm ki Amerikalılar henüz sızmalar, dinlemeler ve kaset konusunda memleketimiz insanı kadar gelişmiş özelliklere sahip değil!