“1923-1945 arasında Kemalist elitin, batılılaşmış bir Türkiye oluşturma isteğinin geniş halk yığınının değerleri açısından pek az bir anlam ifade ettiğini” iddia eden Nebati, cumhuriyetin kuruluşunu ise “Batı modernleşmesine eklemlenme kaygısı ile yola çıkılan kuruluş” olarak nitelendirdi.
Demokrat Parti dönemindeki “ezanın Arapça okutulması, okullarda din dersi verilmesi gibi bazı kararların, cemaatler ile iktidar arasında köprü oluşturduğuna” işaret eden Nebati, “İslam ile siyasetin iç içe olduğuna” dikkat çekerek, “Siyasal İslam, Kuran ve sünnetin öngördüğü ilkeler çerçevesinde devlete yönelerek toplumsal, sosyoekonomik ve siyasal alanı düzenleme hedefini içeren bir kavram olarak tanımlanmaktadır. İslamın devlet aygıtını ele geçirme talebini içermektedir” dedi.
1980 askeri darbesine ve bu süreçte siyasal İslamın durumuna da değinen Nebati, şunları kaydetti:
“Solu tasfiye etmek ve komünizm tehlikesini bertaraf etmek adına İslam’ın manipülatif bir öge olarak ortaya çıkması sağlandı. 1980 sonrasında İslamcı hareket, antihegemonik bir söylem üretmekten öte küreselleşme sürecine eklemlenerek var olabilmiştir. Türkiye’nin neoliberal politikalarının bir aracı olarak güç kazanmış, kendi özgüllüğünün dışına çıkarılarak kapitalist kurumlarla bütünleştirilmiş ve bu konuda düzenli bir devlet politikası uygulanmıştır.”
Siyasal İslam’ın, “ötekileştirmeye karşı duruş olduğunu, bu yönüyle varolma, kabul görme ve demokrasi savaşı” verdiğini savunan Nebati, “Cumhuriyet hükümetleri, merkezi temsil eden bir yapı üzerine kurulmuştur. Devletçi, merkeziyetçi, seçkinci ve milliyetçi bir öz taşımaktadır. Uzun yıllar çok partili yaşama geçilmemesinin sebeplerini de bu yapıda aramak gerekir” dedi.