21 Nisan 2011 03:00
T24 - WikiLeaks belgelerindeki Türkiye konulu kriptoları yayımlayan Taraf gazetesi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ABD Büyükelçisi James Jeffrey ile yaptığı görüşmeye yer verdi. Bahçeli'nin, MHP'nin faşizme uzak olduğunu söylediği yazılan belgede "Öyle politikalar izleyecek kadar aptal mıyız" dediğine yer verildi.
'MHP, yeni fikirler üretemiyor'
Taraf gazetesinde "Faşist olacak kadar aptal mıyız" başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2011) WikiLeaks kriptosu ve öncesinde Taraf'ın yaptığı sunum şöyle:
Anketler, MHP’nin 12 haziranda alacağı oy oranını yüzde 10 civarında gösterse de, Genel Başkan Devlet Bahçeli, partisinin baraj sıkıntısı sanki yokmuş gibi, hatta tek başına iktidar olması ihtimal dahilindeymiş gibi konuşmayı yeğliyor. Bahçeli, son olarak, Türkiye’nin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu iddiasını tekrarladı ve “Türkiye’deki tahribatı ancak yüzde 40 oyla onarabilirim” dedi. Sandığa gitmemize elli dört gün var ve herkes biliyor ki, MHP liderinin telaffuz ettiği bu oy oranının, kendisi açısından bir temenni olmanın ötesinde hiçbir gerçekçi yanı yok. Ancak Bahçeli’nin MHP’yi merkeze taşımayı ve oy oranını 2002’deki gibi Meclis dışı kalma riski oluşturmayan bir düzeye eriştirmeyi hedeflediğini de biliyoruz. Bugün ABD’li diplomatların, MHP’ye, özelde de Bahçeli’nin bu çabasına nasıl baktıklarını ele alacağız. Yan sayfalardaki ABD kriptoları, MHP’nin ABD’nin yakın ilgisine mazhar olduğunu göstermenin yanı sıra, parti içi değişim arayışlarının çetelesi niyetine de okunabilir.
Bahçeli’yi başlarından atmaya çalışıyorlar
Dün bu sayfalarda 3 Kasım 2002 genel seçimleri ve 28 Mart 2004 yerel seçimleri sonrasında, Türkiye’deki ABD’li diplomatların MHP üzerine yazdıkları telgraflara yer vermiştik. Bugün “MHP kriptoları”nın ikinci bölümünde, 2005’ten itibaren Amerikan yazışmalarına bakarak, 12 haziran seçimleri öncesindeki son tahlillere kadar geleceğiz. İlkin, 18 Ağustos 2005 tarihli, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı John Kunstadter’in kaleme aldığı “Ultra- Milliyetçi MHP’de Homurtular” başlıklı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafa bakalım. MHP’nin, onun milliyetçi ideolojisinin ve Devlet Bahçeli’ye muhalif olan başlıca aktörlerinin uzun bir analizini içeren telgrafı aynen aktarıyoruz:
ÖZET: Mevcut Türk siyasi ortamının sağcı-milliyetçi MHP’ye, AKP’yi zorlamak için mükemmel bir fırsat yaratmasına rağmen, MHP fazla bir etki yapmayı başaramıyor. MHP liderliğinin başarısızlığı, partinin içinde giderek büyüyen muhalif bir grubun oluşmasına katkıda bulundu. Ancak esas sorun, MHP’nin ideolojisinin Türk ulus-devletinin dağılacağı korkusundan köklenmiş olması ve küreselleşmenin ve iktisadî kalkınmanın zorlu sınavlarıyla başa çıkmayı becerememesi.
(2) AKP’nin son birkaç aydaki başarısızlıkları ve yanlış adımları (A ve B referansları—bu iki belge telgrafın metninde yer almıyor): Türk ekonomisinin geleceğine ilişkin yaygın endişeler; PKK bağlantılı şiddetin tırmanması; ve medyadaki anti-Amerikan ve anti-AB ton, son zamanlardaki milliyetçi ters tepkiyi harekete geçirdi. Bu nedenle mevcut siyasi ortam ultramilliyetçi MHP için iktidardaki AKP’ye karşı çıkmak açısından mükemmel bir fırsat yaratıyor.
MHP’YE DESTEK ARTIYOR MU?
(3) Birçok siyasi yorumcu ve büyükelçiliğin irtibatta olduğu birçok kişi, MHP’ye desteğin arttığını öne sürüyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal, Siyasî Müsteşar’a, partinin etkinliklerine katılımın iyi olduğunu ve parti liderlerinin ülkenin çeşitli yerlerindeki dinleyici topluluklarına yaptıkları konuşmaların iyi karşılandığını söyledi. 7 ağustosta MHP 16’ncı yıllık kamp ve parti mitingini Kayseri’nin Erciyes Dağı’nda yaptı. Türk gazeteleri mitinge 500 bin kişinin katıldığını yazdılar.
(4) Ancak MHP’nin desteğinin artmadığı yönünde sağlam ipuçları da var. MHP 500 bin kişinin katılımıyla bir miting yaptığı için itibar görmeyi hakediyor ama bu hemen hemen MHP’nin geçmiş yıllardaki Erciyes Dağı mitinglerine katılıma eşit bir sayı. Dahası, ANAR araştırma şirketinden İbrahim Uslu, kısa süre önce Siyasî Müsteşar’a, yaptığı anketlerde MHP’nin hâlâ parlamentoda temsil edilebilmek için gerekli yüzde 10 barajının altında görüldüğünü söyledi. ARI Hareketi’nden Özgür Ünlühisarcıklı, siyasî müsteşarlara, kendi partizan olmayan liberal örgütlerinin son anketlerinde MHP’nin yüzde 6 civarında çıktığını söyledi. Radikal gazetesinde bir süre önce yayımlanan TNS/PİAR anketi de MHP’nin desteğini yüzde 6 civarında göstermişti. MHP üyesi ve büyükelçiliğin uzun zamandır irtibatta olduğu Rıza Müftüoğlu, MHP’nin halen yüzde 10 barajının altında olduğuna inanıyor ve bundan, mevcut parti liderliğini sorumlu tutuyor.
MHP İÇİNDEKİ İKTİDAR MÜCADELESİ
(5) Merkezî yönetimin dışında kalan parti üyeleri, Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin ve yönetimin, AKP’ye başarıyla karşı çıkamamasından hayal kırıklığı duyuyorlar. Yönetimin 1999-2002 dönemindeki DSP liderliğindeki koalisyona katılma kararına kadar uzanan rahatsızlıklar da var. O koalisyon hükümetine katılmakla, MHP, 2000 ve 2001’deki iktisadî krizlerin sorumluluğuna ortak oldu ve MHP’nin tabanınca lanetlenmiş olan siyasi pozisyonları desteklemek zorunda kaldı, mesela AB’ye katılmak, idam cezasının kaldırılması, PKK’nın terörist lideri Abdullah Öcalan’a idam yerine müebbet hapis cezasının desteklenmesi ve Kürt dilinin üzerindeki yasal kısıtlamaların kaldırılması gibi. Müftüoğlu, siyasi müsteşarlara, MHP’nin DSP liderliğindeki koalisyona hiçbir zaman katılmaması gerektiğini söyledi ama katıldıktan sonra da, 2001 iktisadî krizinde ya da 2002 yazında, seçimlerden önce koalisyondan ayrılmış olmalıydı.
(6) Eski bakan Namık Kemal Zeybek ve eski Genel Başkan Yardımcısı Ramiz Ongun liderliğindeki parti içi muhalifler, olağanüstü kurultay toplamak için gerekli olan 238 imzayı aşarak 265 imza topladılar. (Yorum: Bazı parti içi muhalifler 500’den fazla imza toplandığını iddia ediyorlar. Yorumun sonu.) Parti yönetimi, imzacıların bir kısmının dilekçeyi imzaladıktan sonra fikir değiştirdiklerini öne sürerek, erken kurultay çağrısına direnmeye çalışıyor ama bir alt mahkeme, MHP’nin kurultay yapması gerektiğine hükmetti. MHP’nin bu yıl içinde bir kurultay yapmaya zorlanıp zorlanmayacağı ise henüz net değil.
(7) Bahçeli, bu iç tehditlere, partiye Turuncu Devrimler, Mor Menekşeler adlı bir propaganda filmi yaptırarak cevap verdi; bu filmde, (Bahçeli) partinin iç ve dış rakiplerini Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatma amacıyla tasarlanmış küresel bir komplonun parçası olmakla suçluyor. (Yorum: Bahçeli’nin dışarıdakileri suçlama tercihi, CHP lideri Baykal’ın yaklaşımına benziyor. Bu yıl içinde, Baykal da parti içinden liderliğine karşı yöneltilen çıkışları, kendisini yerinden etme çabalarının arkasında ABD hükümetinin olduğu suçlamasıyla yanıtladı. Yorumun sonu.) Film, aynı zamanda, ABD ve AB’yi küresel güçlerini yaygınlaştırmak için birlikte çalışarak, Gürcistan, Ukrayna ve diğer ülkelerdeki devrimleri provoke etmekle de suçluyor.
MİLLİYETÇİ İDEOLOJİNİN BAŞARISIZLIĞI
(8) Parti içinde milliyetçiliğin küreselleşmeye ve Türk iktisadî realitesine uyum sağlamakta başarısız olduğu yönünde yaygın bir kabullenme var ama önde gelen MHP teorisyenleri, Türk milliyetçiliğinin küreselleşme ve iktisadî kalkınma sorunlarını nasıl ele alması gerektiği konusunda ayrıntılı bir açıklama geliştirmeyi başaramıyorlar.
Özdağ’ın karanlık İç Savaş fantezisi
(9) Dr. Ümit Özdağ haydut kılıklı bir milliyetçi entelektüel, dış politika teorisyeni ve genel başkan olup, Bahçeli’nin yerine geçmek isteyenlerden biri. Özdağ, siyasi etkinliklere daha fazla zaman ayırabilmek için kısa süre önce Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi’nin (ASAM) başkanlığını bıraktı: Özdağ, siyasi müsteşarlara, son bir yıl içinde ülkenin çeşitli yerlerinde yüzden fazla konuşma yaptığını söyledi. Beli tabancalı gezen Özdağ, akıllı birisi ama sıkı bir düşünür değil ve kendisini komplo teorilerine kaptırıveriyor. Ciddi ve kurnaz, cazibeden ve karizmadan ise büsbütün yoksun bir adam.
(10) Özdağ, Türk milliyetçiliğinin yenilenmesi çağrısı yapan bir kitap yazdı ama 100 sayfalık bu ince opus minimus (cılız eser) belagatta ağır, politika belirlemek açısından ise ayrıntıda hafif kalıyor. Türkiye’nin müreffeh ve güçlü bir ülke olmasını istiyor ve bunun için, Türkiye’nin küreselleşmeyi kucaklaması gerektiğini biliyor ama bu yönde nasıl ilerlenmesi gerektiğinden emin değil. Sorunları saptamakta ve bu sorunları ele almaktan yana milliyetçi argümanlar geliştirmekte yetenekli ama Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bir dizi sosyoekonomik meseleye yönelik ayrıntılı ya da rasyonel politika önerileri geliştirmeyi başaramıyor. (Yorum: Bu bakımdan, Özdağ sosyal demokrat soldaki ya da merkez-sağdaki birçok Türk entelektüelinden farklı değil. Yorumun sonu.)
(11) Özdağ’ın siyasi fikirleri, Avrupa aleyhtarı komplo teorilerinin, milliyetçi hissiyatın, devletçi çözümlerin ve küreselleşmenin gerçekleri ile Amerika’nın gücünü hasetle kabullenişin mantıken tutarsız bir birliğini yansıtıyor. Özdağ, mesela, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik başvurusundan vazgeçmesini ve AB ile Gümrük Birliği’ni sonlandırmasını istiyor, ama aynı zamanda Türkiye’nin AB ile serbest ticaret anlaşması imzalamasını da istiyor. (Yorum: Gümrük Birliği’nden farklı olarak, bir serbest ticaret anlaşması, Türkiye’nin ve AB’nin, AB üyesi olmayan ülkeler için farklı gümrük tarifeleri uygulamasına imkân verecektir. Yorumun sonu.) Türkiye’nin IMF ile ilişkisini sona erdirmesini ve bu adımın öncesinde de, iç tasarruf hadlerinin yükseltilmesiyle IMF kredisine olan ihtiyacın giderilmesini istiyor ama ülkenin bu hedefe nasıl ulaşabileceğini açıklamayı beceremiyor. Türk tarımının modernleşmesi gerektiğini savunuyor ve bunun, arazilerin toplulaştırılmasını gerektireceğini ve toplumsal sorunlara yol açacağını biliyor ama küçük ilçe ve şehirlerde yeni apartman binaları yapılmasını tavsiye etmek dışında, bu zorluklarla başa çıkmaya yönelik hiçbir politika öneremiyor. Özdağ ayrıca “stratejik sektörlerde” devlet denetiminde iktisadî yatırım ve devlet teşvikli “yüksek teknoloji” araştırmaları öneriyor ama bunun nasıl yapılması gerektiğini ayrıntılandırmayı başaramıyor.
(12) Özdağ ayrıca kitabında –ve siyasî müsteşarlarla yaptığı konuşmalarda– Avrupalıların bir “Türk Miloşeviç’i,” yani Türkiye’yi, ülkenin parçalanmasına yol açacak etnik-dinsel bir iç savaşa sürükleyecek bir adam yaratmaya çalıştıklarını öne sürüyor. Özdağ, Türkiye’nin buna direnmesi gerektiğini söylüyor ama bu senaryoyu tartışmaktan aldığı zevke bakılırsa, biz onun bir etnik-dinsel iç savaş esnasında Türkiye’nin milliyetçi lideri olmaya dönük karanlık fantezilere sahip olduğundan şüpheleniyoruz.
İstemeden lider adayı olmuş bir asilzâde...
(13) Dr. Rıza Ayhan, Ankara’daki Gazi Üniversitesi’nde uluslararası ticaret hukuku profesörü ve Bahçeli’nin yerine geçmeye aday olanlardan bir diğeri. Davranış ve tavır açısından Özdağ’ın tam tersi: Ayhan çok yumuşak ve özgüvenli; asilzâdelere özgü (neredeyse imparatorvari) bir üslûbu var. Ayhan, Siyasi Müsteşar’a milliyetçiliğin küreselleşmenin gerçeklerine uyum sağlaması gerektiğini söyledi ama bu cümleyle ne kastettiğini tam olarak anlatmayı başaramadı. Özdağ gibi Ayhan da, Türkiye’nin ve Türk milliyetçiliğinin karşı karşıya olduğu sorunların farkında ama muğlak politika önerilerinin ötesinde bir fikir üretmeyi beceremiyor.
(14) Ayhan, ilk başta siyasi müsteşarlara MHP lideri olarak Bahçeli’nin yerine geçmek istemediğini söylemişti ama sonra, noblesse oblige (asalet bunu gerektiriyor) havası içinde, bunu itiraf etti— diğer milliyetçilerin kendisini, parti liderinin karşısına çıkmasını gerektirecek bir konuma taşıyabileceğini söyledi. Siyasi Müsteşar, ondan Türk milliyetçiliğini tarif etmesini istediğinde, Ayhan bunun, mesela ırkçı, antidemokratik, anti-Amerikan ve faşist olmadığını söyleyerek söze başladı. (Yorum: Bu, siyasî müsteşarların MHP üyeleriyle görüşmelerinde işittikleri bir mantradır. Yorumun sonu.) Ayhan, AB konusunda çok eleştirel konuştu ama –en azından siyasî müsteşarlarla ilk görüşmelerinde– komplo teorilerinden uzak durdu ve, üstelik, Cumhuriyet’in 100. doğum gününde (yani 2023’te) Türkiye’nin AB’ye katılacağını umduğunu söyledi.
(15) Şevket Bülent Yahnici, birçok Türk gözlemci tarafından MHP’nin bir başka önde gelen entelektüeli olarak kabul ediliyor. Yahnici, eski bir MHP Ankara Milletvekili ama Bahçeli’nin yerine geçmeye aday değil. Yahnici pasaklı ve dağınık. Siyasî müsteşarlarla, her yanı kitaplar ve kağıt yığını içindeki ofis/apartman dairesinde buluştu. Yanında bir nargile duran büyük bir koltuğa oturdu, yerde küller vardı. Konuşmaya siyasî müsteşarı, Hıristiyan aleyhtarı bir söylemle acemice kızdırmaya çalışarak başladı. Daha sonra da, Ankara’ya kırsal göçten şikâyetçi oldu; son parlamentoda Ankara doğumlu olan birkaç Ankara milletvekilinden birinin de kendisi olduğunu söyledi. (Not: Ankara’nın yirmi dokuz milletvekilinden çoğunun başka yerlerde doğmuş olduklarını iddia etti. Notun sonu.)
(16) Bunu, Irak Savaşı’yla ilgili uzun ve öfkeli bir nutuk izledi; Yahnici, Kürt etnik kökenine sahip milletvekillerini 1 Mart 2003’te ABD birliklerinin Türkiye üzerinden Irak’a girmesine izin verecek olan tezkereye karşı oy kullanmakla suçladı çünkü Kürt milletvekilleri, ABD-Türkiye ilişkilerini sabote etmek ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürdistan kurulması için bir katalizör oluşturmak istemişlerdi. Sonra hevesle, AB reformlarının Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğine ve ayakta kalmasına karşı oluşturduğu tehditler konusunda bir başka öfkeli nutuğa geçti. Yahnici, milliyetçiliğin ırkçı, faşist vs. olmadığı yönündeki MHP mantrasını tekrarlamak dışında, Siyasî Müsteşar’a Türk milliyetçiliğinin bir tarifini yapmakta tamamen başarısız kaldı. Yahnici, iktisadî meselelerin ve küreselleşmenin ciddi sınavlar olduğu konusunda diğer milliyetçilerle hemfikir oldu ama milliyetçiliğin bu konularla ilişkisini açıklamayı başaramadı. Konuşmanın sonuna doğru Yahnici, MHP liderliğini, milliyetçi ideolojiyi geliştiremediği ve gerektiği gibi açıklayamadığı için eleştirdi.
KÖKLERİ KORKU VE PARANOYADA OLAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
(17) Nihayetinde, MHP’nin ideolojisinin kökleri korku ve paranoyadadır. MHP içinden ve dışından Türk milliyetçileri, siyasî müsteşarlara, Türk ulus-devletinin oluşma sürecinin tamamlanmadığını ve gelişmiş demokratik haklarla azınlık haklarının ülkenin parçalanmasına yol açabileceğini anlattılar. Dahası, birçok milliyetçi AB’ye ya da ABD’ye güvenmiyor. Bazıları, Batı Avrupa ülkelerinin, AB üyeliğinin gerektirdiği reformları, Türk devletini/askeriyesini zayıflatacak ve Türkiye’nin güneydoğusunda bir bağımsız Kürdistan oluşumuna yol açacak şekilde tasarladığına inanıyor. Aynı zamanda, —birçok Türk gibi onlar da– AKP’nin yükselişinin ABD hükümetinin eseri olduğuna, ABD hükümetinin PKK terörist örgütünü desteklediğine ve dünyaya hükmetmeye yönelik bir politikaya eğilimli olduğuna inanmayı tercih ediyorlar. Gerçekte, Türk milliyetçileri, siyasî müsteşarlara, Türkiye ile ABD’nin kuvvetli bir ittifak kurması gereğinden söz ettiklerinde, bunu, Türkiye’nin küresel bir egemen gücün yanında yer almasını istedikleri için yapıyorlar, yoksa ABD’nin belirli dış politika hedeflerini ve amaçlarını paylaştıkları için değil.
(18) YORUM: Türkiye, AB yolunda ilerlerken –özellikle de AB reformları kısa dönemli iktisadî sıkıntılara yol açtığında– Türklerin korkuları, paranoyası ve AB aleyhtarlığı çevresinde harekete geçireceği güçlü bir siyasi hareket inşa etmek için MHP’nin çok fırsatı olacaktır. Ancak MHP’nin liderliği şu ana kadar bu fırsatı değerlendirmeyi başaramadı çünkü DSP liderliğindeki koalisyon hükümetinin siyasi hatalarıyla lekelenmiş durumda. Eğer yeni bir liderlik, partinin denetimini eline alabilir, geçmişin hatalarının üstesinden gelebilir, partinin ideolojisini iktisadî modernleşmenin ve küreselleşmenin sınavlarıyla ikna edici biçimde başa çıkabilecek şekilde yenileyebilir, ideolojik motivasyona sahip çok sayıda genç insanı partiye çekebilir ve tabanda sadık, çalışkan bir aktivist kadrosu kurabilirse, o zaman MHP, AKP’yi zorlayabilecek bir konuma gelebilir. Bu yeniden canlanmış MHP’nin, anti-Amerikanizme ne derece katkı yapacağı ise, doğrudan doğruya, milliyetçilerin Kuzey Irak’taki PKK’ya karşı mücadelede ABD’nin Türkiye’nin yanında olduğunu ne kadar net algılayabildiklerine bağlı olacak. YORUMUN SONU.
Bahçeli: Soykırımı tanıyın da!..
MHP’yi merkeze taşıma mücadelesi
ABD’nin Ankara’daki diplomatlarının MHP’yi anlama ve bu partinin ileride ne yapıp ne yapamayacağı konusunda öngörü geliştirme çabasını ortaya koyan bir önceki telgrafın içinden geçen hayalet, malumunuz, Devlet Bahçeli... “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında, Bahçeli’nin muhaliflerinin görüşlerine yer veren birçok yazışma olduğu gibi, MHP lideriyle birebir konuşmalara ayrılmış telgraflar da var. Bugün bunlardan ikisine göz atmak istiyoruz; önce 15 Şubat 2007 tarihli, ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson tarafından kaleme alınan “MHP Genel Başkanı Bahçeli: Bütün Türkler İçin Milliyetçilik” başlıklı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafı aktaralım:
ÖZET: 5 şubatta, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin önümüzdeki seçim yılındaki önceliklerini Büyükelçi’ye özetledi. Bahçeli’nin samimiyeti, şu an itibariyle 4 Kasım 2007’de (Aayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanlığına ilişkin 367 kararı ertesinde erken seçime gidildi ve seçimler 22 temmuzda yapıldı) yapılması planlanan genel seçimlerde tek başına iktidar olma yönündeki ilan edilmiş parti hedefine bağlı kalarak konuşmasından ötürü gölgelendi. Bahçeli, MHP’nin kendisini geçmiştekinden daha geniş bir seçmen potansiyeline sahip gördüğünü söyledi. Türkiye’ni,n AB ile ilişkisinin şartlarını değiştirmesi gerektiğini ifade etti; MHP’nin faşist bir parti olmadığını söyledi; ve ABD’den Ermeni Soykırımı Tasarısı’na karşı sağlam bir duruş talep etti. Haydutvari geçmişiyle tanınan ultra-sağ partinin 59 yaşındaki yumuşak sesli lideri çelimsiz ve giderek daha ihtiyar görünüyor ama partiyi yönetme becerisi geçmiştekinden daha güçlü olabilir. YORUMUN SONU.
GÖRÜŞME: ÖNCE, SONRA VE DAİMA TÜRKİYE
(2) MHP’nin Türk halkının ihtiyaçlarına açık olduğunu ve bunların hepsini (“çokuluslu bir temsilî demokrasi” çerçevesinde) ele alabileceğini vurgulayan Bahçeli, Türkiye’nin en önemli üç meselesini ayrılıkçı terörist faaliyetler, Kuzey Irak’ı bağımsızlaştırma çabaları ve Kıbrıs olarak sıraladı. Irak konusunda, ABD’nin “kendi toplumunu tatmin edecek” bir çözüm bulduğunu öne sürdü ama Türkiye’nin, bölgenin tarihî gelişimine uymayan bir yapıyı kabul edemeyeceğini söyledi. Türkmenler gözardı edilmemeliydi.
(3) AB konusunda, Türkiye’nin kendi yükümlülüklerini yerine getirdiğini ancak AB’nin ilerlemeyi engellemeye devam ettiğini savundu. MHP, katılım sürecinin şerefli olmasını istiyordu ama bu durum Türkiye için şerefli değildi. Hükümet, Türkiye-AB ilişkisini açık, samimi ve dürüst bir hale getirecek şekilde gözden geçirmeliydi. MHP’nin öncelikleri arasında, AB’nin yerinin ne olduğu sorulduğunda, Bahçeli, ilk önceliklerinin Türkiye ve onun ulus-devlet yapısı ile toprak bütünlüğü olduğunu söyledi. Eğer AB, Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturursa, o zaman “politikalarımızı gözden geçirmemiz gerekir.”
(4) Bahçeli, Kıbrıs’ın Türkiye için milli dava olduğunu anlattı. MHP, siyasî eşitliğe dayalı, iki toplumlu kalıcı bir çözüm peşindeydi. AB, Rum politikasını hayata geçirmeye çalışıyordu ve Türkiye bunu kabul edemezdi. AB, Kıbrıs sorunu çözülmeden, Rum Kıbrıs’ı üyeliğe kabul etmekle temel bir hata yapmıştı. Bazı AB ülkelerinin kendi dış politikalarını bağımsız biçimde ya da ad hoc(amaca özel) koalisyonlar halinde geliştirmeye çalıştıklarına dikkat çekti ve AB’nin de, SSCB’ninkine benzer bir dağılma sürecinden geçip geçmeyeceğini merak ettiğini söyledi.
(5) Bahçeli yerel ve bölgesel konuların içiçe geçtiklerini anlattı; Türkler, “güneydoğu meselesinden” söz ettiklerinde, kuzey Irak ve Kerkük de bunun parçasıydı. Terörist Kürdistan İşçi Partisi’nden (PKK) söz ettiklerinde, ABD de buna dahildi. Bir dizi dış politika konusunu serbestçe tartıştıktan sonra, Bahçeli Türkiye’nin Doğu ile ilişkileri konusundaki bir soruyu cevaplamaktan kaçtı. Türk dış politika konularını yabancı bir hükümetin büyükelçisi ile tartışmanın doğru olmayacağını huysuz bir edayla ifade etti. (Bu milliyetçi duruş MHP’lilerce derhal basına aktarıldı.) Ancak Bahçeli, ABD’ye dokuz kez, iran’a ise sadece iki kez gittiğini aktardı-sanki bu onun öncelikleri konusunda yeterli bir açıklamaymış gibi.
(6) Bahçeli, Hrant Dink sonrasında Türkiye’deki yurtseverlik/milliyetçilik tartışmalarına ilişkin bir soru sorulduğunda, pek heyecanlanmış görünmedi. Bu tartışmaların insanları gerçeklerden uzaklaştırmaya yönelik çabalar olduğunu öne sürdü. MHP’nin savunduğu politikalar 150 yıl önce şekillendirilmişti. MHP’nin inandığı şeyin Nazizm ya da faşizmle hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. “Biz öyle politikalar izleyecek kadar aptal mıyız?” Bunu, “milliyetçilikle hiçbir ilgisi olmayan insanların” anlayamayacağını ifade etti.
(7) Bahçeli dedi ki, ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Ermeni soykırımı tasarısı Türkiye’yi çok rahatsız ediyor. MHP, ABD’den bu konuda sağlam bir duruş bekliyor. PKK ile mücadeleden sorumlu ABD özel temsilcisi konusunda ise, Bahçeli, ABD’nin niye üçüncü bir tarafla ilişki kurmakta ısrar ettiğini öğrenmek istedi: “Bizi PKK ile masaya mı oturtmaya çalışıyorsunuz?” Türkiye’nin muhatabının Irak olduğu argümanının ikna edici olmadığını söyledi; Irak’ta iktidarı elinde tutan ABD’ydi. Bu nedenle, iki müttefik olarak, iki dost arasında bir çözüm bulmalıydık. Aracıya ihtiyacımız yoktu; çünkü Irak’ta hükümet yoktu.
YORUM
(8) Partinin bir sonraki dönemde parlamentoya girmesi için gerekli yüzde 10’luk engeli aşıp aşamayacağı henüz net değil ama MHP, daha bir anaakım parti haline gelmeye çalışıyor. Bahçeli’nin sırdaşı Rıza Ayhan, bunun, oldum olası Bahçeli’nin hedefi olduğunu anlattı; partideki aşırı unsurları ancak şimdi, bu hedefe ulaşmasına yetecek ölçüde kontrol altına alıyordu (ya da parti dışı bırakıyordu.) MHP, Türkiye’nin azınlık ya da muhalif yurttaşlarının, onun yönetimi altında kendilerini güvende hissedebilmesini sağlamaktan epey uzak. Partinin şiddete dayanan geçmişini yansıtırcasına, MHP genel merkezinin kapısında yer alan yazı (“Lütfen silahlarınızı bu masada bırakınız”), demokratik siyasetin uygulayıcılarının silahlı gezmesinin MHP’li tipler arasında hâlâ kabul gören bir özellik olduğunu hatırlatıyor. YORUMUN SONU.
Meclis grubunu ABD’liler fişlemiş
Taraf’ın elindeki “WikiLeaks Belgeleri” arasında Devlet Bahçeli’ye ayrılan ikinci kapsamlı Amerikan telgrafı, yukarıdaki satırlardan iki yıl sonra, MHP liderinin ABD Büyükelçisi James Jeffrey ile yaptığı görüşme ertesinde yazılmış. O telgrafa geçmeden, ara dönemde dikkatimizi geçen iki kriptoya kısaca değinmek istiyoruz.
Bunlardan ilki, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin hemen ardından, MHP’nin beş yıl parlamento dışında kaldıktan sonra, yüzde 14.4 oy oranıyla Meclis’e girip yeniden grup kurmasını konu alıyor. “MHP Milletvekilleri: Taze Enteelktüeller Eski Tayfa Boksörleri Gözlerden Gizliyor” başlığını taşıyan ve Ankara’daki Siyasî Müsteşar Kelly Degnan tarafından 7 Ağustos 2007’de kaleme alınan “KİŞİYE ÖZEL” telgraf, MHP milletvekillerinin önde gelenlerini kendi aralarında gruplayarak, niteliklerini sıralamış. Taraf’ın internet sitesinde orijinal metnini bulabileceğiniz bu telgrafın ayrıntısına girmeden, başlıca grupları aktarmakla yetineceğiz:
“BAKANLAR VE ENTELEKTÜELLER: Ahmet Deniz Bölükbaşı, Gündüz Aktan, Meral Akşener, Sabahattin Çakmakoğlu, Mithat Melen, Tunca Toskay. SADIKLAR: Kenan Tanrıkulu, Oktay Vural, Faruk Bal. ARİSTOKRATLAR: Tuğrul Türkeş, Hamit Homriş. HAYDUTLAR: Osman Durmuş, Atilla Kaya.”
İstanbullu MHP’liler ABD’ye sıcak bakıyor
MHP’li milletvekillerini inceleyen bu telgraftan bir gün sonra, 8 Ağustos 2007’de bu kez ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu “MHP’nin İstanbul Kolu Batı’ya Bakıyor” başlıklı ve gizlilik statüsü taşımayan bir telgrafı Washington’a iletmiş. Telgraf, İhsan Barutçu, Nazmi Çelenk ve Mithat Melen’in ABD’li diplomatlarla yaptıkları konuşmalara dayanıyor. Barutçu’nun Ergenekon soruşturmasına destek bildirdiği, Melen’in “AKP ile MHP arasındaki en önemli farkın yolsuzluk meselesi” olduğunu söyleyerek, Bahçeli’yi “dürüst bir lider” olarak tanıttığı bu konuşmanın ayrıntısını aktarmadan, ilgili telgrafın sonundaki “YORUM” bölümünü sunalım:
MHP’nin İstanbul’da yerleşik kıdemli temsilcilerinin, ABD’yle yakın ilişkilere sıcak bir destek vermesi beklenmedik bir şeydi ve ABD’ye karşı, geleneksel MHP söyleminin düşündürdüğünden daha olumlu bir bakış yansıtıyordu. MHP, 2007 genel seçimlerinde şiddetli biçimde anti-Amerikan bir platformda kampanya yaptı ve bazı parti üyeleri ABD’yi, PKK’yı desteklemekle suçladı. İstanbul’da yerleşik olmaları bu MHP’lilerin daha ılmlı bir söylem kullanmalarını gerektiriyor olabilir; üçü de partilerinin “anti-Amerikan” olmadığını ve bu yanlış izlenimi yaratanın medya olduğunu söylediler. Melen, parlamentodaki açıklamalarının sık sık parti içinden eleştiriler topladığını itiraf etti ama Bahçeli’nin kendisini 2002 ve 2007 seçimlerinde, bölgesinde liste başı yaptığını belirterek, bunun, Bahçeli’nin parti içi muhalefete açık olduğunu gösterdiğini söyledi. MHP’nin geleneksel söyleminin, özellikle de yerel seçimler yaklaşırken, radikal bir değişim göstermesi beklenmiyor ama İstanbul temsilcilerinden daha yapıcı bir çizgi işitmek rahatlatıcı.
Bahçeli haydutluk çetesini dağıtıyor
ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey 29 Nisan 2009’da Washington’a gönderdiği “KİŞİYE ÖZEL” telgrafta, beş gün önce Devlet Bahçeli’yle yaptığı görüşmeyi anlatmış. Telgrafın başlangıcındaki özet bölümü şöyle:
Büyükelçinin 24 nisanda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yle yaptığı görüşmede üç nokta ön plana çıktı. Birincisi, ABD’nin MHP hakkındaki imajından endişe duyduğu aşikâr olan Bahçeli, partisini özellikle anaakım ve ılımlı diye tanımladı. İkincisi, MHP, ABD ile ilişkiler konusunda ihtiyatlı bir iyimserlik içinde ve Türk-Amerikan “stratejik ortaklığının” ne olduğu konusunda daha somut bir anlayışa ulaşmak istiyor. Son olarak, Bahçeli, Ermeni diasporası konusunda açıldı ve bir bakıma, Başkan Obama’ya Ermeni soykırımını tanıması için meydan okudu.
Şimdi telgrafın, bu özete uygun biçimde ilerleyen ve daha önce aktardığımız kriptolardaki bazı vurgularla örtüşen metninin büyük bölümünü atlayıp, sondaki geniş “YORUM” bölümüne bakalım:
Bahçeli’nin mesajları genel olarak Türk siyasetinin temel kabullerinin altını çiziyor. Bahçeli, 1970’lerde milliyetçi canavarların haydutluk çetesi olan MHP’yi siyasî sistemin disiplinli, saygıdeğer bir üyesine dönüştürmeyi kariyerinin hedefi yaptı. Bu hedefte büyük ölçüde başarılı da oldu, ama bu görüşme ve partinin daha alt düzeyli yetkilileriyle yaptığımız diğer konuşmalar, MHP’nin kamuoyundaki imajı konusunda hâlâ hassas olduğunu ortaya koyuyor. Bahçeli’nin Türk-Amerikan ilişkileri konusundaki yorumları, bütün övgüsüne rağmen, “stratejik ortaklığın” Türkler açısından, adından bekleneni vermemesine dayanıyor. Birçok Türk, Britanya, İsrail, Japonya ve Avutralya ile stratejik ortaklıklarımız tanımlanmış ve kuralına uygun biçimde, sorunsuz ilerlerken, kendilerininkinin bilerek muğlak biçimde tanımlanmasında ve zorluklarla dolu olmasında bir çifte standart algılıyorlar. Bahçeli’nin ABD’ye, Ermeni soykırımı meselesini nihayet gündemden çıkarması (Ermeni soykırımını resmen tanıyarak bunu yapması) yönünde meydan okuması da soykırımın siyasî bir araç gibi kullanıldığı yönündeki yaygın kanıyı yansıtıyor: Türk toplumunun geniş bir kesimi, ABD’nin eninde sonunda 1915 olaylarının soykırım olduğunu ilan etmeye niyetli olduğuna ama bu konudaki tartışmayı, Türk hükümetiyle müzakerelerinde elini güçlendirmek içim bilhassa uzattığına inanıyor. Bahçeli’nin meydan okumasının kendisine yaradığına da kuşku yok; ABD’nin Ermeni soykırımını tanımasının yaratacağı duygusal tepkiden seçimlerde en fazla yararlanacak olan MHP’dir. Biz “soykırım” terimini kullanacak olursak, ABD ile ilişkileri kötülemekte başı çekecek olan Bahçeli’dir. (Bahçeli,) Başkan’ın Ermeni Anma Günü mesajında “Medz Yeghern” (Ermenice Büyük Felaket) ifadesini kullanmış olmasının “soykırım” demekle eşanlamlı olduğunu söyleyerek ortalığı karıştırmaya çalışıyor. YORUMUN SONU.
Telgrafın en sonunda ise “LİDERLİK NOTU” başlıklı şu kısa ve ilginç bölüm var:
Devlet Bahçeli, özel sohbet ederken inanılmaz derecede yumuşak sesli bir adam; öyle ki çoğunlukla fısıltı halinde konuşuyor. Ayrıca, doğal bir siyasetçi de değil, sık sık tuhaf, dikkati dağılmış ya da kafası karışmış görünüyor. Görüşmemizdeki Ermeni soykırımı meselesi gibi, kalpten hissettiği konularda ise etkileyici olabiliyor. Böyle zamanlarda, bir sesi olduğunu hatırlatıyor –kelimenin tam anlamıyla içinden gelen bir sesle— ve dokunaklı, akıcı, derinden duygulu bir tarzda konuşuyor. NOTUN SONU.
12 haziran öncesi MHP’ye bakışlar
“MHP kriptoları” derlememizde son olarak, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasî Müsteşarı Daniel O’Grady’nin 12 Şubat 2010’da kaleme aldığı “MHP: İyi Polis, Kötü Polis” başlıklı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafı aktarıyoruz:
(1) ÖZET: Henüz tam seçim havasına girmemiş olsa da, MHP’nin 2011 ortasında yapılacak olan genel seçimler için planlama yapmaya başladığı anlaşılıyor. Partinin üst düzey üyeleriyle görüşmeler, stratejik parti organlarının bir seçim ve seçim-sonrası stratejisi geliştirmeye hazırlandığını, bireysel üyelerin ise, AKP konusundaki keskin taktik eleştirilerini tırmandırdıklarını gösteriyor. Bu yaklaşımın “iyi polis, kötü polis” etkisi yapan bir yanı var; bir yandan parti sahne arkasında cesaret verici şeyler söylerken, diğer yandan MHP’nin daha ilkel içgüdüleri, buna çirkin bir dış imaj katıyor. Bu iki yaklaşımın tek bir anlamlı mesajda eritilip eritilemeyeceği tartışmaya açık. ÖZETİN SONU.
MHP imkânsızı başarmak için çok uğraşıyor: Partinin çekirdek tabanındaki üyeler keskin biçimde milliyetçi, büyük ölçüde yabancı düşmanı ve en azından geçmiş itibariyle şiddete eğilimli; ama parti gerçek anlamda bir ulusal parti haline gelmek istiyor, bu da entelektüellerin, kozmopolit şehirlerin ve etnik ve dinî azınlıkların da desteğini gerektiriyor. 13 yıllık lider Devlet Bahçeli, şu ana kadar, partiyi yeni bir markaya kavuşturmayı kısmen başardı. Şiddet büyük ölçüde geçmişte kaldı ve artık hoşgörülmüyor; partinin yönetiminde bir dizi profesör, eski büyükelçi, iktisatçı ve entelektüel var; ve partinin parlamentoya giriş için gerekli olan yüzde 10’luk ulusal baraja takılma tehlikesi yok.
(2) Yine de, oyları İç Anadolu’daki küçük bölgelerde yoğunlaşmış olan parti, henüz “ulusal” bir parti olduğunu iddia edemiyor. MHP’nin ulusal çapta başarıya ulaşabilmesinin önündeki iki ana engel, liberalleri ve azınlık gruplarını hâlâ irkilten yabancı düşmanı ve şiddet yanlısı geçmişi ve MHP’nin Anadolu’nun bağrındaki ılımlı düzeyde muhafazakâr, Sünni Türklerin oluşturduğu büyük seçmen bloğu için doğrudan AKP ile yarışması. Bu zaaflarla başa çıkmak için, MHP’nin birleşik bir Türkiye’yi yönetecek tecrübeye ve ideolojiye sahip olduğu ve AKP’nin de, böyle bir birleşik toplumu inşa etmeye karşı bir numaralı tehdidi oluşturduğu şeklinde bir tür ikiz mesaj hazırlığında olduğu dikkati çekiyor.
İYİ POLİS
(3) 2011 genel seçimleri yaklaşırken, MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı, bizim için MHP stratejisinin yapıcı tarafını özetledi. Eskiden MHP’nin şiddetle ünlenmiş bir saçak partisi olduğunu ve Devlet Bahçeli’nin 1997’de genelbaşkan olmasından sonra bu imajı değiştirmek için çalıştığını anlattı. Bahçeli’nin yönetiminde MHP’nin etnik Türk milliyetçiliğine dayalı milliyetçi odağından etnik ve dinî geçmişi ne olursa olsun, Türkiye’deki herkesin ortak kültür, tarih ve diline dayalı bir odağa doğru evrildiğini savundu. Akademisyenlerin, bürokratların ve diğer partilerden deneyimli siyasetçilerin katılması MHP’nin sorumlu bir imaj kazanmasına yardımcı oldu.
(4) Ancak yeni bir markaya dönüşme çabasında hiçbir şey, MHP’nin 1999 ile 2002 arasında Türkiye’nin en uzun dönemli koalisyon hükümetinin küçük ortağı olarak kendisini kanıtlamasından daha yararlı değildi. Paçacı, Batı Anadolu’nun iç kesimlerindeki illerin şimdi sağlam biçimde MHP saflarına geçtiğini ve –sırasıyla CHP’nin ve AKP’nin bölgesi sayılan– bazı sahil kentleriyle dindar kentlerde MHP’nin de rekabet edebildiğini söyledi. Ona göre, AKP’nin pırıltısı azaldıkça, MHP’nin Kayseri, Sivas ve Erzurum gibi milliyetçi illerde oluşacak boşluğu doldurması doğaldı.
Paçacı, MHP’nin yetersizliklerine gözlerini kapatmamıştı ve partinin seçimlerden önce bunlarla başa çıkmak için çalıştığını söyledi. Parti için en önemli endişe kaynağı, popüler ideolojisine ve geçmişteki hükümet tecrübesine rağmen, MHP’nin Şubat 2001’deki iktisadî çöküşle bağlantılandırılmaktan mustarip olmasıydı. Bunu dengelemek için, MHP seçim kampanyasının bir parçası olarak iktisatçı ve diğer akademisyen kadrolarını öne çıkarmayı planlıyor. İkinci önemli endişe konusu, oy kullanan toplum kesimlerinin büyük bölümünün –özellikle de solcuların ve etnik ve dinî azınlıkların– 1970’lerin yabancı düşmanı ve şiddet yanlısı MHP’sini hatırlamalarıydı. Paçacı hemen, MHP’nin Arap ya da Çerkes seçmenleri kendisine çekmekte zorlanmadığını belirterek, bütün kültürel grupların MHP’ye uzak durmadığını hatırlattı. Paçacı, Alevilerin de MHP’ye ısınacağı konusunda iyimserdi. CHP’ye oy vermelerinden önce, birçok Alevi grubunun 1950’lerde Adnan Menderes’in Adalet Partisi’ne (Demokrat Parti olacak) oy verdiklerini kaydetti. Bugün, AKP’nin dinî amaçları şüphe yaratır, CHP ise Alevileri gücendiren açıklamalar yaparken, MHP, çeşitliliğin hoşgörülmesine dayanan ulusal birlik mesajı ile Alevileri kazanabilirdi.
Paçacı, Kürtlerin 2011’de MHP için kayıp bir dava olacağını itiraf etti. Halinden memnun Kürtler AKP’ye, memnuniyetsiz Kürtler ise BDP’ye oy vereceklerdi ve bu durum, ziyadesiyle kuşkulu olan bu etnik grup içinde MHP’nin kendine yer açması için pek bir alan bırakmıyordu. Ancak 2011’den sonra Kürtlerin de MHP’ye oy vermeye başlayacaklarını söyledi. “Bir kez hükümete seçildik mi, AKP’nin yapmaya çalıştığı türden değişiklikleri, ülkeyi bölmeksizin yapabiliriz” dedi, “O zaman da Kürtler artık bizden kuşku duymayacaklardır.”
KIZGIN POLİS
(5) Ancak MHP’nin dışa dönük yüzü, Paçacı’nın çizdiği bu nüanslı resmi yansıtmıyor. Bunun yerine, MHP kızgın bir imaj ortaya koyuyor ve üyeleri de giderek artan biçimde sözel kavgalara ve saldırılara yatkın hale geliyor. AKP’nin Ulusal Birlik Projesi konusundaki parlamento tartışmaları, MHP’nin (ve CHP’nin) hissettiği rahatsızlığı ön plana çıkarıyordu. 3 şubatta Osman Durmuş –MHP’nin akademik çehrelerinden biri– Başbakan Erdoğan’ı alaylı biçimde Muhammed Peygamber’le kıyasladığında, MHP’nin öfkesi, parlamentoyu yumruklaşma noktasına getirdi. MHP Genel Başkanı Bahçeli, daha sonra, AKP üyelerinin MHP milletvekillerinin oturdukları sıralara bir metreden fazla yaklaşmamaları konusunda uyarıda bulundu, bu da Başbakan Erdoğan’ın Bahçeli’nin akıl sağlığını ve demokratik sicilini sorgulamasına neden oldu.
(6) MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural, kısa süre önce bizimle yaptığı görüşmede, Başbakan’a karşı alaylı sözlerini tekrarladı ve Türk siyasetinin artık “seçim havasına” girdiğini öne sürdü. Vural daha sonra kendisi de tam seçim havasına girdi ve Erdoğan’ı, Türk demokrasisi için “bir numaralı tehdit” olarak tarif etti. Medyanın büyük çoğunluğunun AKP’nin hizmetinde olmasından ve bunun, muhalafet partilerinin eleştirilerinin âdil biçimde yansıtılmasını imkânsız kılmasından sert bir üslûpla yakındı; telefonlarının dinlendiği ve kendisinin ya da ailesinin ve arkadaşlarının, Ergenekon soruşturması kapsamında “her an” gözaltına alınabileceği yönünde endişelerini bildirdi. AKP’yi, kendisini demokrasiden ziyade bir dine borçlu hisseden, temelde tabiat ve yapı itibariyle anti-demokratik bir parti olarak tarif etti ve böyle bir partinin atacağı herhangi bir adımın demokrasiyi herhangi bir şekilde ileri götürebileceğine nasıl inanılabileceğini sorguladı. Vural, AKP’nin yaptığı herhangi bir şeyin gerçek bir demokratik değer taşıdığına karşı çıktı ve, daha ziyade, AKP’nin bütün “demokratik” reformlarının ya partinin kendisini hukukî işlemlerden korumaya ya da kararsız seçmen gruplarının oylarını toplamaya yönelik olduğunu öne sürdü. AKP’nin Türkiye’ye son sekiz yılda verdiği zarar konusunda toplumu bilgilendirmenin MHP’nin görevi olduğunu söyleyerek sözlerini toparladı; bu görevden zevk alıyordu.
YORUM
(7) MHP’nin iki çehresi de –bir tarafta sorumlu ve entelektüel, diğer tarafta saldırgan ve öfkeli– ayrı ayrı siyasî değer taşıyor ama pratikte içiçe geçmeleri imkânsız olabilir. Başbakan Erdoğan, anti-demokratik değerler suçlamasını MHP’ye geri fırlattı (“Sayın Bahçeli, faşizmi bizden daha iyi bilir”) ve saldırı köpeği imajı olumsuz biçimde ön plana çıkarılırsa, partinin sorumlu imajını yıkabilir. Yine de, MHP’nin üst düzey yönetiminin mensuplarının hâlâ azınlık meseleleri üzerinde yaratıcı ve olumlu bir şekilde düşünüyor olmaları, MHP’nin bunu tercih etmesi halinde, Türk siyasetinde yapıcı bir aktör olabileceğini düşündürüyor.
© Tüm hakları saklıdır.