T24- Avrupa Birliği'nden Sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, WikiLeaks'in sızdırdığı yazışmalarından çıkan Türkiye'nin AB'ye üyeliğine sıcak bakılmadığı tespitine "Diplomatların yazdığı telgraflar bağlamaz,(...) Türkiye AB üyesi olacak" dedi.
Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet gazetesindeki köşesinde yayımlanan (6 Aralık 2010) yazısı şöyle:
Bağış: Bizi WikiLeaks değil resmi kararlar bağlar
Wikileaks belgeleri altın madeni gibi. İlk heyecanla nefeslerimizi tutarak okuduğumuz sansasyonel bölümleri bir kenara bırakın, kalan belgeler koca koca ülkelerin en mahrem stratejik hesapları (ve ayak oyunlarını) bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Türkiye açısından kriptolardaki en çarpıcı unsurlarından biri, 2007’den itibaren Avrupa başkentlerinden yükselen Türkiye karşıtı homurtular. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 18 Mayıs 2007’de Paris’deki Amerikan elçisine açıkça “70 milyon Türk’ün Avrupa’ya girmesine asla izin vermem” diyor.
Brüksel’den Madrid’e sayısız telgraf ve ikili görüşme notlarında Avrupalıların bir yandan Ankara’nın yüzüne gülerken diğer yandan Türkiye için bastıran Amerikalılara kapalı kapılar ardında “Hiç uğraşmayın olmaz” dediklerini gözler önüne seriyor. Örneğin 2008’de “Türkiye yanlısı” bildiğimiz İspanya başbakanı Jose Maria Aznar, Amerikalılara Türkiye’nin AB üyeliğinin “imkansız” olduğunu, bu durumun “en az 15 yıl” böyle kalacağını anlatıyor.
Kuşkusuz bütün bunlar önümüzdeki haftalarda Türkiye’nin AB üyeliği için çabalayan diplomatlar ve gazetecıler tarafından da harıl harıl incelenecek. Ancak insan ister istemez soruyor: Bunca zamandır Avrupa Avrupa diye boşuna mı kürek çekiyoruz?
Wikileaks belgelerinin yarattığı bu kuşkuyu, konunun doğrudan muhatabına, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden sorumlu bakanı Egemen Bağış’a sordum.
Sayın Bakan belgelere bakılırsa meğerse Avrupalılar çoktan kararlarını vermişler. Bizi hiç almayacaklarmış. Boşa mı kürek çekiyoruz?
Ben bunları müzakere sürecinin önemli belgeleri olarak görmüyorum. Aslında belge denilmesine bile karşıyım. Bir çoğu dedikodu ve fiskostan ibaret. Yine de bazı liderlerin Türkiye’yi istemedikleri ortada...
Bakın AB süreci tamamen oy birliğiyle ilerleyen hukuki bir süreç. “AB=Sarkozy” diye bir formül yok. Mahkeme kadıya mülk değil. Bizi duyduğu her şeyi merkeze rapor eden diplomatların yazdığı telgraflar bağlamaz; bizi Avrupa Birliği kurumlarının, Konsey’in, Komisyon’un resmi kararları bağlar.
Yine de hepsi dedikodu değil. Bir bölümü doğrudan birinci ağızdan görüşme tutanakları...
Türkiye ile müzakereler oybirliğiyle başladı. Bulsunlar o zaman 27 ülkenin oyunu süreci durdursunlar o zaman! Bulamıyorlarsa dedikodularla, iç yazışmalarla hareket edemeyiz. Bazı liderler Türkiye’yi istemiyor olabilir ama sonuçta Fransa’nın, Kıbrıs Rum kesiminin, İspanya’nın temsilcileri müzakerelerin başlaması için oy kullandı ve fasıllar öyle açıldı.
Açıldı da ne oldu? Çoğu teknik olarak askıda; ya açılamıyor ya kapanamıyor...
Biz bir limanı açtığımız anda bütün o engeller kısa zamanda kalkar. Şu anda liman açma düşüncemiz yok. Fasıl açmış olmak için açmayı o kadar önemsemiyoruz. Çünkü eninde sonunda Türkiye AB’ye üye olacak.
Nedir size bu güveni veren?
Çünkü Avrupa ne güvenlik, ne ekonomi ne de enerji ya da yaşlanan demografi gibi sorunlarını Türkiye olmadan çözemez. Avrupalılar Türkiye’yi çok sevdiklerinden değil, muhtaç oldukları için kabul edecekler. O günün gelmesi için sabırlı ve azimli olmamız gerekiyor.
İyi de, muhtaç olsalar da evlerinin içinde istemiyorlar. Siz iyisiniz, hoşsunuz, komşu olarak kalın, diyorlar.
Türkiye’nin standartları yükseliyor; sonuçta üye olup olmamak o kadar önemli değil. Önemli olan sonuç değil süreç. Biz fasıl açmaktansa zihinlerin açılmasını önemsiyoruz. Zaman lehimize. Avrupa’nın Türkiye’ye olan ihtiyacı her gün artıyor; bizimkisi ise her gün azalıyor. İnanın aradaki makasın kapandığı gün tam üyelik noktasına geleceğiz.
Bana Wikileaks belgelerini okuduktan sonra pek gerçekçi gelmiyor üyelik rüyası; ancak belli ki siz inanıyorsunuz günün birinde Avrupa’da olacağımıza...
İnanmasam bu kararlılıkla 7 gün 24 saat çalışabilir miyim?
Erdoğan’a en yakın isim Yalçın Akdoğan: Wikileaks İsrail işi
Genelde Arap ülkelerinde sık sık duyarsınız “Muamara Sahiyoniyah. ” Arap siyasetinde yangından patlamaya, 11 Eylül’den uzay mekiğine kadar her taşın altında İsrail’i bulan birileri çıkar. Çoğunlukla kendi halkları gözünde demokratik meşruiyeti olmayan yöneticilerin toplumu galeyana getirmek için favori taktiğidir bu. Kimileri güler geçer, kimileri bu işi siyasi malzeme yapar, ancak her durumda bir
“Siyonist” açı vardır!
Son Wikileaks olayında ise ilginçtir ki Araplar sessiz, Türk liderler tutturdu “Bu İsrail işi” diye.
Wikileaks olayı patlak vereli beri hükümet çevrelerinden bu sızıntının İsrail’in işi olabileceğine dair imalar duyuyorum. Geçen hafta Abdullah Gül açıkça “İsrail’in aleyhine belge” olmamasını manidar bulduğunu söyledi. Ak Parti sözcüsü Hüseyin Çelik ve Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin yine İsrail’i işaret etti.
Ancak en açık suçlama dün doğrudan Başbakan’ın yakın çevresinden geldi. Başbakan Erdoğan’a en yakın isimlerden Yalçın Akdoğan, Star gazetesinin “Açık Görüş” ekinde Wikileaks’in İsrail tarafından “Erdoğan hükümetini” hedef alan bir “psikolojik harekât” olduğunu iddia etti.
Akdoğan’ın tezine göre dünyayı sarsan 250 bin belgenin sızdırılmasının asıl amacı, Obama yönetimini zor duruma sokmak, Türkiye’yle arasını açmak, bizi itibarsızlaştırmak ve Erdoğan hükümetini karalamaktı.
Danışmana kulak verelim: “ABD’den birileri, hem ABD yönetimini farklı bir yöne sevk etmeye çalışıyor; hem de bir çok ülkenin ABD ile olan ilişkisine ayar vermek istiyor... Amaç ABD ile ismi geçen ülkelerin arasını bozmaksa, bunda öncelikli hesabı olan ülke İsrail’dir. İsrail, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkinin seyrinden hoşnut değildir. Ortadoğu’da etkinliği artan ve İsrail’in sürdürdüğü oyunları bozmaya başlayan Türkiye’nin nüfusunun kırılmasının yolu, ABD ile sorun yaşamasıdır... Son belgelerin iki ülke arasındaki ilişkileri sabote etmeye yönelik olduğu açıkça görülüyor. İsrail’in öncelikli hedefi, Erdoğan hükümeti.”
Tabi Akdoğan’ın elinde ne tür bir istihbarat var bilemiyorum.
Ancak bana göre belgelerin asıl zarar verdiği, İsrail’in en yakın müttefiki Washington ve bölgedeki dostları. Oysa kendine göre yaşam mücadelesi veren, tek dayanağı ABD olan bir ülkenin neden kendi bölgesinde kaos isteyeceğini, ABD’nin zarar görmesinden nasıl faydalanabileceğini anlayabilmiş değilim.
Bu teoride aklıma yatmayan bir diğer unsur da, İran meselesi. Wikileaks belgeleri, Amerikan yanlısı Arap rejimlerinin İran’a yönelik bir harekat istediğini açıkça ortaya koyarak (Suudi Kralı Amerikalılara “Kesin bu yılanın başını” diyor) bu rejimlerin elini kolunu tamamen bağlıyor. Wikileaks her şeyden çok İran’ın nükleer programına yaradı. Araplar artık İran’a karşı kıpırdayamaz durumda. Artık Arap kamuoyu kendi ülkelerinden İran’a karşı gizli ya da açık bir manevraya asla izin vermeyecektir; hiçbir lider de buna cesaret edemez. Hal böyleyken İsrail bu kadar kudretli, sinsi, hesaplıysa, neden can düşmanı İran’ın ekmeğine yağ sürsün?
Üstelik unutmayalım Wikileaks belgelerinin çok az bir bölümü yayınlandı ve yayınlananların çok azı Türkiye ile ilgili. İsrail’i suçlayan siyasiler, Türk basınında sadece Türkiye ile ilgili yayınlanan özetleri okuyup diğer belgeleri göz ardı ediyor. Biz her ne kadar kendimizi dünyanın merkezinde görsek de, Wikileaks olayında Türkiye ufak bir detay. İsrail sadece Erdoğan hükümetini hedef almak için Putin’den Sarkozy’ye, David Cameron’dan Suudi Kralı’na kadar neden bütün dünyayı allak bullak etsin?
Ve tabi bu komplo teorisinin en önemli açmazı, ortada Julian Assange diye (kimine göre kahraman, kimine göre ise terörist) birinin varlığı. Assange, her türlü bilginin şeffaflaşması için kişisel bir cihat başlatmış, bu yolda müritler edinmiş durumda. Çalınan belgeler 3 milyon (!) kişinin erişimi olan bir veri tabanından. Ve bu bilgileri çalmaktan sorumlu 22 yaşındaki Bradley Manning, hapiste. Alan belli, satan belliyse İsrail tam olarak bu tablonun neresinde?
“Asla olmaz” demiyorum; istihbarat dünyasının dehlizlerinde neler döndüğünü bilmiyoruz. Ancak hükümetin en yetkili ağızlarının başka bir ülkeyi yüksek perdeden suçlarken sadece varsayımlar değil sağlam istihbaratla hareket ediyor olmalı. Hükümetin Wikileaks-İsrail bağlantısıyla ilgili delilleri varsa, bu bütün dünyayı karıştıracak öneme sahiptir ve hemen açıklanmalıdır.
Yoksa her taşın altında “Muamara Sahiyoniyah” arayan Arapların durumuna düşeriz...
İşte Aksu’nun CHP’li rakibi
CHP’de Wikileaks skandalını araştırmak için kurulan komisyonun başına iddialı bir isim geliyor.
Deneyimli gazeteci Ahu Özyurt, yıllarca diplomasi muhabirliği ve anchor’luk yaptıktan sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin en çalkantılı dönemlerinde Washington’da gazeteciydi.
Ekranlardan bir süredir uzakta olan Özyurt, bu haftadan itibaren CHP’nin “Wikileaks iddialarını araştırma” komisyonunun başına geçerek siyasete hızlı bir giriş yapmış oluyor. Genç gazetecinin rakibi ise, AK Parti’nin kurduğu “Wikileaks’den hesap sorma” komisyonunun başkanı eski bakan Abdülkadir Aksu...