Gündem

Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık'tan Adalet Bakanı Gül'e mektup: Reform iradeniz için sizi bekleyen sınavlar var

"Yargı, iktidar olan her gücün üzerinde tepindiği, kontrol altına alınabilen ve muhaliflere silah olarak kullanılan bir yapı olmaktan kurtarılmalı"

03 Aralık 2020 19:41

Ahmet Şık

Türkiye'de rejimin siyasal karakterini belirleyen en önemli göstergelerden birisi, iktidarı elinde tutan güç odakları içinde kimin konuştuğu. Çünkü sözün sahibinin kim olduğu, söylenenlerin içeriğini de belirleyici hale getiren bir kıstas. Dolayısıyla kimin sözünün duyulduğu hayli önemli.

Olur olmaz her yerde, her fırsatta ve her zaman konuşan Cumhurbaşkanı'ndan sonra kabinede en çok konuşan üç bakan vardı: İçişleri, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları. İktidardaki ömrünü uzatmanın yegane yolunun içeride ve dışarıda savaş politikalarından geçtiğinin bilinciyle hareket eden bir Saray Rejimi'nde sesleri en çok duyulanın bu bakanlar olması da olağan. İçeride ve dışarıda yürütülen/yürütülecek olan savaşlar nedeniyle Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu görevlendirilirken, içerideki "düşmanlar" için görev verilen ise doğal olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu.

Soylu, girdikleri güç savaşı nedeniyle yaşanan çatışmanın meydan muharebesine dönüşmesiyle Gülen Cemaati'nin iktidar ortaklığından düşmesi ve 15 Temmuz 2016'daki kanlı kalkışmadaki rolü nedeniyle devlet içinden tasfiye edilmesinin ardından ortaya çıkan boşluğu doldurma ve Saray Rejimi'nin sürekliliğini sağlama görevi verilen MHP'nin de itiraz etmediği bir kişi. Recep Tayyip ErdoğanDevlet Bahçeli'nin, AKP'yi ise MHP'nin rehinesi haline getiren bu ortaklıkta, milliyetçiliğin marka değerini elinde bulunduran MHP'ye bu görevi tevdi eden devlet içi odak her kimse Soylu'yu İçişleri Bakanı yapan da o zaten. Soylu'nun birkaç ay önceki istifa girişiminin Saray'dan dönmesinde de MHP'nin rolü herkesin bildiği bir sır. Hâl böyle olunca Erdoğan'dan sonra olur olmaz her yerde, her fırsatta ve her zaman konuşan ikinci kişi de Soylu oluyordu. Öyle ki yargının tasarrufları nedeniyle başlayan hukuk tartışmalarında bile konunun muhattabı Adalet Bakanı'nı değil İçişleri Bakanı'nın sesini duyuyorduk.

Yolsuzluk/Yağma/Talan ekonomisinin doğal sonucu olarak yaşanan, Covid - 19 pandemisinin yarattığı koşullar nedeniyle derinleşen finansal kriz için ihtiyaç duyulan dış sermayenin gelmesi için ortaya çıkan "reform" söylentileriyle birkaç haftadır konuşanların sayısı da sırası da değişti. En çok konuşanlar listesine üst sıradan eklenen son isim Adalet Bakanı Abdülhamit Gül oldu.

"Devlet içi fikri iktidarın çatışması var"

Erdoğan, yok ettiklerinden ihtiyaç olarak bahsederek hukuk ve demokrasinin katlinin faili olduğunu gizlediği gibi beklenti yaratmasını da bilen bir siyasetçi. Öyle de oldu. Cumhurbaşkanının açtığı kapıdan giriş yapan Bakan Gül, yargının neden olduğu hukuksuzluklardan yakınıyor, demokrasinin yeşermesi için hukukun evrensel normlarının hakim kılınması gerekliliğinden bahsediyordu. Abdülhamit Gül konuşuyordu ama Adalet Bakanı duyuyor muydu bilmiyoruz. Ancak memleketteki kötülüklerin kaynağı haline gelen yargının geride bıraktığı mağdurların sayısı da çok olunca ister istemez bir beklenti oluştu.

Beklentilere yol açan gelişmeler Damat Bakan Berat Albayrak'ın azledilmesiyle ortaya çıktı. AKP'nin "ağır topları" Cemil Çiçek ve Bülent Arınç'la sürdürüldü. Arınç her zaman söylediklerini bu kez "zamanlama manidar" denilecek bir yoruma neden olan bir süreçte ve isimler de zikrederek dile getirince başka bir boyuta taşınan tartışmalar Arınç'ın üzerinin çizilmesiyle şimdilik sona ermiş görünüyor. Ancak her şeye rağmen şu tespiti yapmak mümkün: İktidar ortakları arasında var olan fikir ayrılığı eğer ki küçük bir şey olsa idi zaten kapalı kapılar ardında halledilebilirdi. Çatışmanın kamusal alana çıkmasının nedeni de bu oldu. Çünkü yaşanan devlet içi çatışma devletin fikri iktidarının kim/ne olacağıyla ilgili. Yapılacak tercih ya da girişilen mücadelenin kazananı kimin kimlerle yola devam edeceğinin de belirleyicisi olacak. Cumhurbaşkanının bir nabız ölçme aracı olarak kullandığı bu tartışmalar, hedef parti(ler)den istenilen reaksiyonu alamayan Erdoğan'ın, rehinesi haline geldiği ortağına güven telkin ettiği konuşmalarla şimdilik bitti.

Şimdilik diyoruz çünkü Adalet Bakanı halen konuşmaya devam ediyor. Bakan Gül konuştukça da, "görevinden af talebinin kabul edildiği" vurgusuyla duyurulan damadın azlinden sonra, herkesin yakındığı yargının hakim gücü konumuna gelen Pelikan Çetesi'nin tasfiye edileceğine dair yorumlar da devam ediyor. Fethullahçı çetenin yargıdaki militanlarının tasfiyesiyle oluşan boşluğu dolduran Pelikan ekibiyle Damat Albayrak'ın ve Turkuaz Medya'nın tepesinde oturan ağabeyi Serhat Albayrak'ın ilişkileri bir sır değil. Abdülhamit Gül'ün, Pelikan Çetesi'nin hedefinde olduğunun da bir sır olmadığı gibi. Adalet Bakanı'nın konuşmaları, hukukun mezar kazıcılığını üstlenen kimi başsavcıların Yargıtay üyeliği yoluyla görevlerinden alınmalarıyla devam eden süreç Pelikan Çetesi ve militanları için sonun başlangıcı olacak mı hep birlikte göreceğiz.

"Not düşmek için… "

Biraz da bunu tartmak amacıyla ve yapılacak olanlara dair önerilerimi dile getirmek amacıyla Adalet Bakanı Gül'ün yapılması planlanan reformlarla ilgili üyesi bulunduğum Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'yla bugün (03 Aralık 2020) yaptığı toplantıdaydım. Hazırlığımı da yapmıştım ama ne kadar hazırlıklı olunsa da günlerce konuşulacak meselelerin iki saatlik bir toplantıda payınıza düşen birkaç dakikalık konuşmaya sıkıştırılması hayli güç. Bir de iktidar ortaklarının insicam bozmakta mahir vekilleri olunca imkansız hale geldi. Hayli uzun bir giriş yapmak zorunda kaldığım bu yazı da Adalet Bakanı'na söyleyemediklerimi ulaştırma gayesiyle yazılıyor zaten. Bir beklentim olduğundan değil. Sadece not düşmek için.

Eğer yargıya çöreklenmiş çetelerin, iktidarın siyasi gücünü de arkalarına alarak yarattığı hukuksuzlukları konuşacak isek en uygun adaylardan biri olduğumu söyleme ukalalığımı mazur görün. CHP ve HDP'li vekillerin örnekleriyle anlattığı, yargının memleketi bir hukuksuzlukluk çukuruna gömdüğü uygulamaları bire bir yaşayanlardan biriyim. Mesleki faaliyetlerimden dolayı iki kez hapsedilmiş biri olduğumu anlatırken "Ergenekoncu" ve "FETÖ'cü" diye etiketlenmeyi mevcut iktidar döneminde yaşamış bir gazeteciyim. Bakan Gül'e de bunu söyledim.

Sonra sözün gelip kilitlendiği yer İçişleri Bakanı'nın kendi sözlerini alıntıladığım kısımda oldu. Daha geçen hafta Plan Bütçe Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, Servet Turgut'un ölümüne Osman Şiban'ın da ağır yaralanmasına neden olan Van İl Jandarma Komutanlığı'nda gerçekleşen askerlerin toplu linciyle gerçekleşen işkenceyi dahi "Onlar zaten milisti" diyerek savunma pervasızlığını gösteren Soylu'dan bahsediyordum. Dönemin ruhunu, siyasal karakterini yansıtan nadide İçişleri Bakanı'nın, TV ekranlarından "Kırın bacaklarını ben arkanızdayım" diyerek işkencecilere sahip çıkan, cezasızlıkla ödüllendirileceğini söyleyerek cesaretlendiren biri olduğunu söylemeye çalışıyordum ki sözüm kesildi. Soylu'nun "Terörle mücadele eden mümtaz bir şahsiyet olduğuna dair klişe cümleler toplantının yapıldığı salonda yankılanırken Komisyon Başkanı Hakan Çavuşoğlu mikrofonumu kapatıverdi. "Temiz bir dil" kullanmadığımı söylemeyi de ihmal etmedi. Kirli dediğiniz sözcükler bana ait değil. Ne polise, askere "Kırın bacaklarını arkanızdayım" talimatı verdim ne de birisi işkencede öldürülen diğeri komaya sokulan iki yurttaş için "Zaten milislerdi" şeklinde özrü kabahtinden büyük bir açıklama yaptım. Tek hatam dil sürçmesi ile Soylu'dan "sayın" diye bahsetmem oldu ki onu da düzelttim zaten. "Süre kısıtlı" uyarıları, insicam bozan müdahaleler nedeniyle Adalet Bakanı Gül'e söyleyemediklerimi ve bazılarının yargı mekanizması içinde varlıklarını sürdürmeye çalışarak bizlerin hukuka inancımızı korumamızı sağlayan bir avuç kalmış hakim/savcılardan gelen önerilerimizi de sıralayıp bu uzun yazıyı noktalayalım.

"Hukuka inancımızı koruyan hakim ve savcıların önerileri de var"

Adaletten, yargıdaki hukuksuzlukları sona erdirmekten bahsediyorsunuz. Eğer samimiyseniz ve dediklerinizi yapabilecek kudrette iseniz tüm eleştirilerimize rağmen sonuna kadar arkanızdayız. Ancak, işkenceyi savunan ve işkencecileri özendiren açıklamalar yapan bir İçişleri Bakanı hâlâ kabinedeyken neyi ne kadar yapabileceksiniz gerçekten merak ediyorum. Ki Van'da işkence ile öldürülen Servet Turgut'un cenazesi hâlâ yerde iken tek bir failin bile bulunmamış ya da bulunmak istenmemiş olmasını da size hatırlatırım.

- "Niçin reform ihtiyacı duyuluyor? Bunun önündeki engeller ne ve kimler? Reformlar hangi sorunları giderecek ve bu sorunların kaynağı olanlara dokunulmadan nasıl hayata geçirilecek? Hukukun ve adaletin dolayısıyla insan olmanın onurunu nasıl koruyacağız? sorularına şeffaflıkla yanıt vermeniz gerekiyor. Bizce bu soruların tek bir yanıtı var: Hukukun ve adaletin patizanlıktan kurtarılması ve adaleti tesis edecek hakim/savcıların üzerine gölge eden gayri meşru yapının ortadan kaldırılması. Dilediğiniz kadar reform paketleri hazırlasanız da onun içini boşaltacak, gücünü siyasi iktidardan alan çeteler olduğu sürece her biri güdük kalmaya mahkum olacaktır. Yargı, iktidar olan her gücün üzerinde tepindiği, kontrol altına alınabilen ve muhaliflere silah olarak kullanılan bir yapı olmaktan kurtarılmalı. Güçlü olanın çıkarlarını koruyan ve onlara dokunulmazlık sağlayan bir adalet sistemi, güç el değiştirdiğinde, bir başkası için cellat olmaya devam edecektir. Yurttaşların, ülkenin ve makamların onuru adaletle korunur.

- Gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan'ın yazdığı "Cendere" adını verdikleri kitaplarında bakanı olduğunuz adalet sistemini ilgilendiren bir ses kaydı anlatılıyor. Kitapta somut olarak verilen bilgilere göre bazı hakimler ile ilgilendikleri davanın tarafı olan kişiler bazı avukatlar aracılığıyla buluşturuluyor. Kitapta verilen bilgiden bu avukatın Cumhurbaşkanına yakınlığını kullanan, yargıdaki İstanbul Grubu ile yakın ilişkisiyle bilinen, kimi hakim ve savcılara daha önce talimat verdiği gündeme gelen Mustafa Doğan İnal olduğu anlaşılıyor. Ses kaydında şirketler arasındaki maddi meseledeki davaya dair hakimleri duruşma dışında bir sunumun yapıldığı, alınacak karara ilişkin yönlendirme yapılmaya çalışıldığı, hatta yazılan gerekçeli kararı bile önceden görmek istedikleri anlaşılıyor. Bu sırada yaptıkları sohbette bazı davalara yön verdiklerini de itiraf ettikleri görülüyor. Kitapta yine Cumhurbaşkanı avukatı olarak bilinen Ahmet Özel'in de benzer iddialarla adının geçtiği bir ihtarnameye de yer verilmiş. Bu ihtarname bir FETÖ davasında sanık olan tarafları ele alıyor. FETÖ'ye yardımla suçlanan Cömertoğlu Ailesi fertlerinin bir kısmı kendilerine avukat olarak yine Cumhurbaşkanı ile yakınlığını kullanan Ahmet Özel isimli avukatı tutarak ailenin diğer fertlerini tehdit ediyor. Bu konuda Alper Cömertoğlu, Ahmet Özel tarafından tehdit edildiklerini noter tebligatı ile taraflara gönderiyor. Bu tebligatı mahkemeye sunuyor. Türkiye tarihi böylece "FETÖ Borsası" denilen hadisenin resmi belgesiyle tanışıyor.

- Güçlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın avukatları olmaktan aldıkları aşikar olan bu kişiler nasıl oluyor da kimi davaları yönlendirme, sanıkları tehdit etme, bazı sanıkların avukatlığını yaparak servet değişimine yol açacak şekilde davaları kullanma imtiyazına kavuşabiliyor? Anlatılan ve tanıkları, delilleri olan bu olaylarda ismi geçen avukatlar ve yargı mensupları hakkında soruşturma mekanizmasını harekete geçirecek misiniz?

- Kabinesinde yer aldığınız iktidardan ne zaman reform söylentileri dile getirilse endişeleniyoruz. Konu yargı ile ilgili olunca da endişemiz daha da artıyor. Çünkü ne zaman "reform" denilse, peşi sıra değişiklikler yapılsa da ardından gelen uygulamalarla hukukun mezarının üzerine daha fazla toprak atıldığına tanık oluyoruz. 15 Temmuz kalkışmasından sonra, Gülen Cemaati'nin militanlarına yargının teslim edildiği iktidarınız döneminde zirveye çıkan hukuk dışılıklara son verileceği, yargı için yeni bir dönemin başlayarak hukuka dönüleceği mesajları verilmişti. Ancak gelinen noktada karşımıza çıkan, Fethullaçı çetenin tasfiye edilmesinin ardından yargıda oluşan boşluğu dolduran ve kendilerine Pelikan diyen çetenin mensubu yeni militanlar eliyle hukuk dışılıkların zirveye taşınması oldu.

- Eğer gerçekten reform yapmak istiyorsanız öncelikle reform için ciddiye alınabilir bir irade ortaya koymanız gerekmez mi? Geçmişten ders çıkarmıyor oluşumuz, en büyük belamızdır. Öncüllerinin deneyimiyle yakın geçmişte hakim güç olan Cemaat yargısının yaptıkları ve şimdi önceki tüm kötülüklerin deneyiminden ve toplamından inşa edilmiş bir yargıdan sonra işte geldiğimiz yer. Kimse ders çıkarmıyor. Masumların canını yakarak ayakta kalan, korku iklimini diri tutarak itirazları tırpanlayan ve bunu hukuku gücün isteği ve talebi ile şekillendirerek yapmaya çalışanlara biat edenlere hukukçu denmez. Çünkü hiçbirinde hukuka inanç yok. Çünkü mesleki ve insani prensiplerini menfaatlerine ezdirirler. Çünkü, bir başkasının iradesinin altına sığınarak ikballerini garantilemeye çalışan köle ruhlu tipler bağımsız davranamazlar. Diyeceğim o ki yasalara karşı savaşan hakim/savcılar reformlara karşı da çok kolay savaşırlar. Reform için en büyük tehdit bizzat hakim/savcıların kendisidir.

- İddianamelerin büyük çoğunluğu suça yönelik olmadığı gibi bizzat iddianameler, ortaya konan yargı pratikleri ve alınan kararlarla suç işleniyor. Bizzat iddianame suç aracı, yargı mensuplarının kendisi suçlu haline gelmiş durumda. Böyle bir durumda biz reform yapacağız diyorsanız size neden inanalım?

- Her birinin çağdaş hukuk normlarına kavuşturulması ihtiyacı bulunan mevcut kanunların olması gerektiği gibi uygulanmasıyla bile tartıştığımız hukuksuzlukları engellemek mümkün. Sorun yasalarda değil. Yargı pratiklerinin yasalara uydurulması zahmetine bile katlanmayanlarda. Kanunlardan ziyade, kanunları keyfine göre bir amaçla yorumlayan yargıya çöreklenmiş bir çete sorunu var.

- Hukukun mezar kazıcıları olarak bilinen bazı başsavcıların geçen hafta HSK tarafından Yargıtay'a üye seçilmek yoluyla görevinden alınmaları yargıda reform söylentilerini "destekleyen", Pelikan Çetesi'nin tasfiye edileceğine ilişkin beklentileri besleyen en önemli gelişme oldu. Öyle sanmıştık. Yargı mensuplarının kendi neden olduğu hukuksuzlukları inceleyecek üst yargı makamında görevlendirilmeleri bir yana ortalığa saçılan haberler endişelenmekte haklı olduğumuzu kanıtladı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olduğu dönemde Çağlayan Adliyesi'nde yaşanan tüm hukuksuzlukların başındaki kişi olan İrfan Fidan AYM üyeliğine aday olduğunu açıkladı. Sonrasında ise diğer hakim/savcılara Fidan lehine adaylıktan çekilmeleri için baskı uygulandığı iddiaları ortalığa saçıldı. İddia diyorum ama zerrece şüphelenmediğimi de belirtmek isterim.

- Zaten sorun başsavcıları değiştirmekle kalmıyor. Hukuksuzlukların elebaşını görevden alırken bu suçlara birlikte imza attıkları ekibini yerinde mi bırakacaksınız? Her birinin isimleri görev aldıkları dosyalardaki imzalardan ve atanma tarihlerinden belli olan ve başta İstanbul Adliyesi'ndekiler olmak üzere başsavcı vekilleri, sulh ceza hakimleri, ağır ceza mahkemelerinin heyetleri, terör suçlarına bakan ve duruşma savcılarından oluşan ağ ne olacak?

- Eğer hukuk reform iddianızda ciddiyseniz yukarıda bahsedilen yerlerde görevli olanların tümünü değiştirmelisiniz. Pelikan Çetesi'ne dahil olmayan yargı mensupları tarafından "Yeni FETÖ örgütlenmesi" diye tanımlanan bu ekip başta İstanbul, Ankara ve İzmir adliyelerinde olmak üzere terör suçları yetkilerinden uzaklaştırılmadan hiçbir şey düzelmez. Mevcut terör mahkemeleri, yetkileri kaldırılıp genel ağır ceza olarak yetkilendirilmelilerdir.

- Terör mahkemelerine ve sulh ceza hakimliklerine yetkilendirmeler o adliyedeki 1. sınıf hakim ve savcılar arasından kura ile yapılmalıdır. Terör suçları bürosu savcıları da aynı şekilde 1. sınıf savcılar arasından kura ile belirlenmelidir.

- Belirlenecek makul bir süre kapsamında yetki değişikliği yapılamamalı ve yeniden görevlendirme de kura ile olmalıdır. Başka türlü yargı mekanizmasında çetelerin örgütlenmesi engellenemez. Eğer mevcut yetki ve güçler, kullanışlı bir başka ekibe devredilecekse hiçbir şey değişmez.

- Geçmişte benzerlerine sıkça rastladığımız örnekler bir kez daha yaşanıyor demiştim. Ne demek istediğimi birer örnekle açıklayarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Yakın zaman önce AİHM'inde hukuksuzluk tespiti yaptığı, sanıklarından birisi olduğum Cumhuriyet gazetesine yönelik komplo davasında rol ve görev üstlenenlerin şimdi nerede olduğunu hatırlatacağım. Soruşturmayı başlatan ve iddianamenin imzalanmasından birkaç gün öncesine kadar soruşturmayı yürüten Savcı Murat İnam Malatya'ya düz savcı olarak atandı. Soruşturma yürütürken FETÖ'cü olmak suçlamasıyla yargılanan Murat İnam hakkındaki örgüt üyeliğinden ve diğer anayasal suçlardan süren davada görevi kötüye kullanmaktan ceza istendi ki böylece canının bağışlandığını anlamış olduk. Tutuklamaları yapan Sulh Ceza Hakimleri Mustafa Çakar ve Akın Gürlek, ki kendisi tüm siyasi davaların teslim edildiği en kullanışlı isimlerden biridir, her ikisi de ağır ceza mahkemesi başkanı oldu. İddianamede görev alan Savcı Yasemin Baba Bakırköy Başsavcı Vekili, iddianameyi imzalayan Savcı Mehmet Akif Ekinci ise HSK üyesi yapıldı. Mahkumiyet kararı veren ve tutuklamaları sürdüren mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ ise Yargıtay üyesi yapıldı. Soruşturmada ifadeleri alanlardan biri olan aynı zamanda çokça tartışılan Osman Kavala soruşturmalarındaki tüm tutuklama kararlarından imzası bulunan savcı Hasan Yılmaz ise, Adalet Bakanı olarak siz reform ihtiyacından bahsederken şu an yardımcınız olarak görev yapıyor.