Gündem

'Babacan'ın giderken kasayı dolu bırakması vitrin makyajı!'

Hürriyet yazarı Gürses: Merkez Bankası bankacılık sistemine 60-75 milyar TL arası bir likidite veriyorken, son 20 günde birden kabaca ilave 20 milyar TL para verdi

03 Eylül 2015 12:29

AKP’de üç dönem kuralına takılan ve 1 Kasım’da Türkiye’yi seçime götürecek 63. hükümetin kurulmasıyla Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı’na veda eden Ali Babacan'ın bakanlık döneminin bitmesini değerlendiren Hürriyet yazarı Uğur Gürses, "Babacan, 28 Ağustos günü bakan olarak son mesaisini yaparken, ‘dolu kasa’ ile ‘vitrin makyajını’ da yapmaktan geri kalmadı" dedi. Gürses, "Merkez Bankası bankacılık sistemine 60-75 milyar TL arası bir likidite veriyorken, son 20 günde birden kabaca ilave 20 milyar TL para vermesinin bir nedeni olmalıydı. Nedeni hemen görünüyordu; Hazine’nin Merkez Bankası’nda tuttuğu mevduat hesabı yükselmişti" ifadelerini kullandı.

Gürses'in Hürriyet'te "Babacan vitrin makyajıyla gitti" başlığıyla yayımlanan (3 Eylül 2015) tarihli yazısı şöyle:

Merkez Bankası'nın bilançosunda dikkat çeken bir gelişme vardı; o da, bankanın piyasaya verdiği paranın 93 milyar TL'ye ulaşmış olmasıydı. Normal gidişat içinde Merkez Bankası bankacılık sistemine 60-75 milyar TL arası bir likidite veriyorken, son 20 günde birden kabaca ilave 20 milyar TL para vermesinin bir nedeni olmalıydı.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 28 Ağustos günü bakan olarak son mesaisini yaparken, ‘dolu kasa’ ile ‘vitrin makyajını’ da yapmaktan geri kalmadı. Bakın nasıl?

Önceki gün Merkez Bankası’nın bilançosunda dikkat çeken bir gelişme vardı; o da, bankanın piyasaya verdiği paranın 93 milyar TL’ye ulaşmış olmasıydı. Normal gidişat içinde Merkez Bankası bankacılık sistemine 60-75 milyar TL arası bir likidite veriyorken, son 20 günde birden kabaca ilave 20 milyar TL para vermesinin bir nedeni olmalıydı.

Nedeni hemen görünüyordu; Hazine’nin Merkez Bankası’nda tuttuğu mevduat hesabı yükselmişti. Bu hesap, bir ayda yaklaşık 30 milyarlık bir artışla 28 Ağustos günü rekor bir seviyeye 40 milyar TL’ye yükselmişti.

Bankalar vergi ödemeleri için nakde ihtiyaç duymuş, bunu da Merkez Bankası karşılamıştı. Bankalar, Merkez Bankası’ndan aldıkları TL’leri de müşterilerinin talimatıyla Hazine hesaplarına geçmişlerdi.

Hazine’nin mevduat artışındaki rekorun temel nedeni, Ağustos ayının nakit girişlerinde zirve yapılan bir ay olması. Kamu tahsilâtının üst üste geldiği bir dönem; hem KDV, hem geçici vergilerin tahsilâtına, hem de yapılandırılan kamu vergi ve diğer alacakların ödeneceği bir ay özelliği taşıyor olmasıydı.

Geçmiş yıllarda Ağustos ayı hep nakit girişlerinin en yüksek olduğu bir ayken, geçmiş hiçbir yılda bu denli yüksek bir kamu mevduat hesabı bakiyesi olmamıştı. Hem de ekonomik faaliyetlerin görece yavaşladığı bir yıl söz konusu iken. Geriye tek bir potansiyel neden kalıyor; ötelenebilir nakit çıkışlarının yapılmamış olması. Genellikle şirketlerin ve bankaların yılsonu bilançolarını güzelleştirmek için yaptıkları makyajlarda olduğu gibi; parayı hesapta tut, harcamayı ertele.

Tam da Hazine’den sorumlu olan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın makamdaki son gününde, Hazine’nin Merkez Bankası’ndaki mevduat hesabının kayda değer bir rekor bakiye ile 40 milyar TL ile kapatması ‘siyasi bir vitrin makyajı’ yerine sayılabilir; ‘kasayı dolu bıraktım’ diyebilmek için.

İşin doğrusu, Hazine kasasının dolu olduğu mevduat hesabından değil, aylık nakit vaziyetinden izleniyor. Nakit gelirlerden nakit yapılan giderler düşülüyor, özelleştirme ve fon gelirleri ilave ediliyor. Geriye kalan açık da yapılan borçlanmalardan gelen nakit ile ‘kasa’  yani Merkez Bankası’ndaki mevduat hesabından yapılan kullanımlarla kapatılıyor. Dolayısıyla, Merkez’deki ‘kasa’ nakit hareketlerin en küçük parçalarından, kaynaklarından biri. Ama her gün Merkez Bankası’nca yayınlanan analitik bilançoda yer alan hesap bakiyesi olarak kamuoyunun gözünün önünde.

Geçen yıl Merkez Bankası’nda tutulan bu Hazine hesabının yıl içi ortalaması 14 milyar TL, bu yılın ilk 8 ayında da 18 milyar TL. Geçen yıl en yüksek ulaştığı bakiye ise 25 milyar olmuş. Bu yıl ise ağustos öncesinde 28 milyarı bulmuş. Dolayısıyla, bu yıl eğer tüm büyük tesadüfler bir araya gelmemişse ‘kasa hesabının’ devir teslimden bir gün önce 40 milyar TL’yi bulmasını ‘vitrin makyajından’ başka bir şeyle açıklayamıyoruz.

 

Dünya Bankası: Kur artışı eskisi gibi rekabetçi yapmıyor

 

Önceki gün Financial Times’in manşetindeydi; artık gelişen ülkelerde kur artış eskisi gibi o ülkelerin ihracatını artıramıyor. FT’nin çıkış noktası ise Dünya Bankası ekonomistlerinin hazırladığı bir çalışmanın sonuçları idi.

“İhracatsız değer kaybı; Küresel Değer Zinciri ve İhracatın Döviz Kuru Esnekliği” adlı çalışma Swarnali Ahmed, Maximiliano Appendino ve Michele Ruta hazırlamış. Özeti şu; 1996-2012 arası dönemde 46 ülkeyi kapsayan çalışmada, imalat sanayi ihracatının reel döviz kuru esnekliği zaman içinde yaklaşık yarı yarıya düşmüş. Bu düşen esnekliğin yüzde 40’ı ise küresel değer zincirinin artan ölçüde parçası olmayla açıklanıyormuş. Yani ülkenin üretim gücü, küresel üretimin herhangi bir parçası, mekanizması haline geldikçe kur esnekliği yarı yarıya azalıyor. Ülke, küresel üretim sürecinde önemli bir parça olursa döviz kurunun önemi azalıyor.

OECD’nin hazırladığı bir notta ise küresel değer zinciri kavramı şöyle özetleniyor; nihai ürün olarak ‘ne sattığınız’ değil, şirketinizin ya da ülkenizin ‘ne yaptığı’ önemli. Küresel değer zincirinde, şirket ya da ülkelerin; bir üretim sürecinde, nihai ürünü çıkarmaktan çok, ara mal ya da hizmetle en iyi yaptıkları işle bunun parçası olması, farklı şirket ya da ülkelerin bir zincirin parçası olması olarak tanımlanıyor.

İlgili Haberler