Söyleşi

Ayşe Hür: Zannederim bizi, özerklik taslağına onay veriyor gibi yansıtmak istemiş olmalılar

18-19 Aralık’ta Diyarbakır'da düzenlenen Demokratik Toplum Kongresi çalıştayına katılan aydınlara...

26 Aralık 2010 02:00


Selin ONGUN -T24 
[email protected]   


18-19 Aralık’ta Diyarbakır'da düzenlenen Demokratik Toplum Kongresi çalıştayına katılan aydınlara, tartışmalara neden olan “özerklik taslağı” nasıl ve ne zaman verildi? Taslağı tartışmak isteyenler ne kadar söz alabildi? Çalıştaya katılan ve Kürt burjuvazisini temsil eden isimler en çok neyi eleştirdi? Özerklik taslağını hangi Kürtler “gerçekçi” ya da “hayalperest” buldu?

DTK’nın Demokratik Özerklik Çalıştayı’na konuşmacı olarak katılan araştırmacı yazar ve tarihçi Ayşe Hür ile yaptığımız söyleşide bu soruların yanı sıra bir başka önemli parantezi de okuyacaksınız; Türk tarih tezi ve Kürt tarih tezi nasıl “akraba” oldu?

Güncel siyaseti “tarih okuması” eşliğinde analiz ettiği yazılarına Radikal ve Agos gazetelerinin ardından Taraf gazetesinde devam eden Ayşe Hür’e sorduk: 

- Ayşe Hanım güncel özerklik tartışmasına geçmeden önce sıklıkla alıntılanan şu cümleyi sorarak başlayalım: “Kürtler hemen hemen bütün Osmanlı tarihi boyunca özerk yaşamışlardır?”

Evet, 1514’te Osmanlı Devleti ile İran’daki Safevi Devleti arasında yaşanan ve birincinin galibiyeti ile biten Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yavuz Sultan Selim, Doğu Anadolu’daki Kürt beyliklerini Osmanlı’ya bağlamak için stratejik bir karar alır. İdris-i Bitlisi adlı sözü dinlenen bir Kürt büyüğüne boş fermanlar verir. İdris-i Bitlisi her Kürt beyinin meşrebine göre bu fermanları doldurur, böylece herkesin hoşuna gidecek bir düzen oluşturulur. Gerçi o tarihten sonra da Kürt beylikleri Osmanlı’nın aleyhine hareket etmişlerdir ama genel olarak barış antlaşması 1800’lere kadar etkili olmuştur.  Bunun bir diğer sonucu Kürtlerin çoğunluğunun Sünnileşmesidir, ki bu Cumhuriyet tarihindeki Kürt kalkışmalarının zaafa uğramasına yardımcı olmuştur. Elbette arada  II. Mahmud’un modernleşme çabaları içinde merkezi güçlendirme çabalarının simgesi olan 1808 tarihli Sened-i İttifak var. Bu anlaşma ile Doğu Anadolu’nun geleneksel güçler dengesi önemli değişikliklere uğradı, ama II. Abdülhamit’in Hamidiye Alayları tipindeki reformlarıyla özerklik hali neredeyse Cumhuriyet’e kadar sürdü. Sonuç olarak Kürt milliyetçilerinin büyük bir kısmı için 1514’den sonraki süreç önemli. Devletsiz bir toplum olarak 500 yıl boyunca kendi kendini idare etmenin, kültürel olarak da varlığını korumanın onları gururlandırdığını biliyorum. Ama bu özerklik emperyal bir devletin özerkliği olarak günümüzde karşılığı olmayan bir durum. Özerk olan kim, feodal beyler, mirler, şeyhler vs. Hâlbuki günümüzde toplumun tüm kesimleri bu özerklikten nasibini almak istiyor.


‘Kürtler meşruiyetlerini varlığı kuşkulu bir belgeye dayandırmamalı’

- Bunu güncelleyerek soralım; örneğin DTK’nın özerklik taslağı “Çaldırancı” mı?

Hayır, çünkü çalıştayda sunulan taslakta Osmanlı dönemine değil, Cumhuriyet dönemine atıf vardı.  1921 Anayasası’na ve 10 Şubat 1922’de Meclis’ten çıkarıldığını iddia ettikleri özerklik taslağını dosyalarının başına koymuşlar. Ki ben, buna orada da itiraz ettim. 

- Bunu biraz açar mısınız?

10 Şubat 1922’de, TBMM’de yapılan bir celsede Kürtlere özerklik verecek 18 maddelik bir kanun görüşüldüğü iddiası epeydir BDP ve DTK çevrelerinde revaçta. Bu iddia İngiliz arşivlerinde çalışan Robert Olson’a ait. Olson’a göre 24 Mart 1922 tarihinde, İstanbul’daki Britanya Komiseri Sir Horace Rumbold tarafından Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen bir raporun ekinde, 10 Şubat 1922’de, “TBMM’de yapılan bir celsede Kürtlere özerklik verecek 18 maddelik bir kanun hakkında ciddi tartışmalar yapılmıştır” denmiş. Mart ayındaki birkaç İngiliz yazışmasında da konudan söz ediliyor. Fakat Rumbold raporunu, bir daha bu konunun ele alınmadığını belirterek bitiriyor. Olson’un söylediği gizli zabıtlar elimizde var. Kanun teklif maddeleri gerçekten çok radikal unsurlar içeriyor. Ancak TBMM’nin gizli ve açık celse zabıtlarına baktığımızda görüyoruz ki, 10 Şubat 1922 tarihli bir oturum yok. Çünkü söz konusu tarih Cuma gününe denk geliyor.  Cumaları da o günlerde resmi tatil. 


‘1921 Anayasası’nı M. Kemal bize özerklik sözü vermişti diye sunmak yanlış’

Tarih yanlışlığı olabilir diye bir yıl öncesinin ve bir yıl sonrasının Şubat ayı oturumlarını taradım. 1921 yılında 10 Şubat tarihinde oturum vardı, ama orada Kürt özerkliği tartışılmamıştı. İşin ilginç yanı bu iddiayı ortaya atan Robert Olson tartışmayı sadece İngiliz arşivlerinde bulduğu mektup ve eki üzerinden yapıyor, buna karşılık Meclis zabıtlarına bakıp bakmadığına dair bilgi vermiyor. Mete Tunçay’ın tahmini, ki ben de o kanıdayım, Türk istihbaratı tarafından İngilizlere sızdırılmış bir sahte özerklik planından söz ediyoruz. Çünkü o tarihlerde büyük devletler, Kürtlerin haklarını korumak adına Türkleri sıkıştırıp duruyorlar. O gün, Diyarbakır’daki toplantıda bunları ifade ettim. İtiraz gerekçem şuydu;  meşruiyetinizi varlığı kuşkulu bir belgeye dayandırırsanız meşruiyetinizi sorgulamak kolay olur. 1921 Anayasası’nı da “Mustafa Kemal bize özerklik sözü vermişti” şeklinde sunmak da yanlış. 

- Neden?

Bir kere bu belgenin niteliği nedir? 1921 Anayasası deniyor ama Milli Mücadele sürerken, İstanbul’da meşru bir hükümet ve meşru bir anayasa varken Ankara’daki güçlerin yeni kurmayı düşündükleri devletin idari yapısını belirlemek için yaptığı idari düzenlemelerden söz ediyoruz. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na konulan o 12 madde, bence yardımına muhtaç olunan Sovyet Rusya’ya ve Kürtlere mavi boncuk dağıtmak için konulmuş. Zaten 1924’te de yeni anayasa yapılırken bu konu gündeme bile gelmemiş.1924 yılı, Kürt-Türk ilişkilerinde bir dönüm noktası. 1923’te Lozan’ın imzalanmasından sonra Kemalistler Kürtlerle ittifaka ihtiyaç duymuyorlar. Sırasıyla 1924 Martında Hilafetin kaldırılması, arkasından 1924 Anayasası ile Kürtlerle bağlar kopuyor. Biliyorsunuz Hilafet, Kürtleri Türklerle bir arada tutan önemli bir kurum. 1924 Anayasası’nın 66. ve 88. maddelerinde geçen “Türkler”  ibaresi ise kopuşu kesinleştiriyor. Arkasından 1925 Şeyh Said İsyanı geliyor. Şuraya geleceğim; DTK’nın özerklik taslağındaki atıf ve referansların amacı özerkliği Türk toplumuna kabul ettirmek için Mustafa Kemal’in adını öne çıkarmak olsa gerek. Mustafa Kemal’in Türk toplumundaki karşılığını bildikleri için talepte bulunurken “Bakın Mustafa Kemal de bize bu hakları vermişti” gibi bir yol izliyorlar. Hâlbuki tarihte böyle bir söz verilmemiş bile olsa bir halkın kendi kaderini tayin hakkı uluslararası hukukun bir parçası. Referanslarını modern belgelere yapsalar daha iyi olurdu diye düşünüyorum.


‘Özerklik taslağının tartışılmasına neredeyse izin verilmedi’

- Taslağa ilişkin değerlendirmelerinizi konuşacağız. Fakat öncesinde soralım; o toplantıda bu taslak katılımcıların önüne ne zaman geldi?

Aslında bu ilginç. Konferansın birinci günündeki oturumlar bitmek üzereyken, taslağın yer aldığı dosyaları masalarımıza bıraktılar. Ve hemen akabinde yemeğe gidildi, hatta davullu zurnalı eğlence gece yarısına dek sürdü, bu arada ben bir televizyon kanalında programa gittim, sonuçta herkes otele çok geç saatte döndü. Sabah yine çok erken oturumlar başladı. Dolayısıyla sanıyorum kimsenin o taslağı okuma şansı olmadan, toplantıya başlandı. Ve orada anladık ki, önceden belirtilen programda değişiklik yapılarak, o 17 sayfalık metni bir arkadaş okudu. Çok hamasi, çok uzun ve bize yazılı olarak verilmiş bir metnin okunması katılımcılarda sıkıntı yarattı. En azından bende yarattı. Başkalarının da yüzünde bunu okudum. Bir de okunan bu taslağın tartışılmasına ilk başta neredeyse izin verilmedi. Söz almak isteyenler oldu, “program aksıyor, yemek saati vs.” denilerek bu talepler karşılanmadı. Bu sırada Osman Baydemir’in eleştirilere izin verilmesi için çaba harcadığını belirtmeliyim. Sonunda birkaç kişinin kısa birer cümle söylemesinden sonra öğleden sonraki oturumun başında bir buçuk saat eleştirilere ayrılması sözüyle yemeğe gidildi. Benim dönüş biletim öğleden sonraya alındığı için ne yazık ki ben bu bölümde bulunamadım. 


‘Taslağı programın sonunda dağıttılar, orada oluşumuzu zımnî bir onay gibi yansıtmak istediler'

- Siz taslak verildiğinde ya da okunduğunda BDP ve DTK’nın iki ayrı taslağı olduğunu biliyor muydunuz?

Hayır, bilmiyordum, daha doğrusu T24’te Doğan Akın’ın yazısını okuyuncaya kadar bilmiyordum. İki taslak arasındaki farklar çok önemli ama doğrusu şu anda elimde iki metin olmadığı için daha fazla bir şey söylemem yanlış olur. Ama sonuç olarak orada bir taslak sunuldu. Herkesin kabul ettiği gibi çok radikal unsurlar içeren bir taslaktı. Bazılarına göre ise radikal olmaktan çok ütopik bir taslak. Her iki taraf da haklı. Üpotik olmayan bir siyasi hareket başarıya ulaşamaz. Elbette ayakları yere basmayan bir hareket de. Zannediyorum; bizim (Türk aydınlarını kast ediyor) orada oluşumuzu, kamuoyu açısından destek almak için zımni bir onay gibi yansıtmak istediler. O nedenle önceden bilgi vermediler ya da program esnasında taslağın tartışılmasını istemediler. Ben toplantıdan çıkarken, ütopik de olsa en sonunda ne istediklerini söylediler diye seviniyordum, ama şimdi anlıyoruz ki Kürtlerin ne dediğini hâlâ bilmiyoruz. Onların da, bizim de kafalarımız çok karışık.


‘DTK’nın taslağı Öcalan’ın kafa karışıklıklarının tezahürü’

- Bunu nasıl somutlaştırırsınız?

Çünkü metin (DTK’nın özerklik taslağını kast ediyor) Öcalan’ın bütün kafa karışıklıklarının bir tezahürü. Demokratik konfederalizmden ekolojik topluma, komünlere, aklında ne kadar kavram varsa hepsini oraya boca etmiş. Thomas Moore’un Ütopya’sı gibi bir örnek dünya çizmiş. Fakat görüyorsunuz ki kaygısı şu: Kürtlerin ayrılık talep ettiği düşünülmesin diye devletsiz bir model öneriyor. Gerçi orada bunun taktik değil, stratejik bir seçim olduğunun altını çizdiler, ama doğrusu ben taslakta tarif edilen toplumun “devletli” olduğunu düşündüm. Klasik devletin yerini bir başka güç alacak muhtemelen ama bizim bu modelin “devletsiz”  olduğuna inanmamız isteniyor. Ve bilinçaltındaki ayrı devlet isteği, diplomasi, bayrak, öz savunma gibi başlıklar altında tezahür ediyor. 


‘Özerklik taslağının hamuru sağlam değil’

Devlet tarifinde ise Öcalan’ın Kemalizm’den ne kadar etkilendiğini görüyorsunuz. “Kürt ahlakı” diyor, Kürtlerin üstün tarihinden, direncinden söz ediliyor vs. Mustafa Kemal’in “Türk tarih tezi”nin karşılığı olarak bir de “Kürt tarih tezi” olduğunu, çalıştayda yaptığım konuşmada belirtmiştim. Baktım ki, bu tez taslağın alt metnini oluşturuyor. Türk milliyetçiliğinin tepeden aşağı bir modern toplum inşa etme tasarımı aynı taslaktaydı diye düşündüm okunurken metin. Ama bari Türk tarih tezi milliyetçilik ideolojisine yaslanıyordu, bu sosyalist komüncülük ile milliyetçilik gibi birbiriyle bağdaşmayan iki ideolojiyi harmanlamış. Yani projenin hamuru sağlam değil. İşin daha da dramatik ve tutarsız yanı şu: Özerklik tarifini o kadar geniş tutmuşlar ki. Zaten bunu gerçekleştirmeye siyasi gücün varsa bağımsız devletini kurarsın. Özerklik, bağımsızlığı yaşama geçiremediğin noktanın bir alt aşamasıdır. Bunlar ise taslakta bu alt aşamayı en üst aşama gibi takdim ediyorlar. Bunu da idealizm adına yaptıklarını söylüyorlar. Belki de öyledir. O takdirde Kürt modeli dünyadaki pek çok ezilen halk için örnek bir model haline gelir. Ama ben bu kadar mükemmel bir modelin onu çevreleyen dünya berbat olduğu sürece işlemeyeceğini düşünüyorum. 


'Pankürdist bir proje olarak tamamen ütopya'

- Ne demek bu?

Müthiş bir toplumsal tasarım çiziyor. Soru şu; peki bu “müthiş” sistemleri nerede yeşerecek, büyüyecek ve kök salacak? Onlar da Türkiye gibi sorunlu bir devletin içinde özerk bir parçanın kusursuz işlemeyeceğinin farkındalar ki, “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti” gibi bir ibareye yer vermişler. İddiaları şu ki, bu tasarım demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nde işleyecek. Burada ya bir lapsus (dil sürçmesi) olmuş ya da akla şöyle bir şey geliyor: Hani Kemal Kılıçdaroğlu, “Kürt meselesinde şu atılımları yapacağız” dediğinde “Nasıl yapacaksınız bunları?” diye soruyorsunuz. O da cevap veriyor: “İktidara geldiğimizde görürsünüz.” Taslaktaki “Demokratik Türkiye Cumhuriyet’inde özerklik yürüyecektir” kaydı da bana bunu hatırlattı. Yani Kürt projesinin işlemesi, gerçekleşmesi zor bir başka şarta bağlanmış. Bir garip nokta daha var; “diplomatik ilişkiler” başlığını düşmüşler. Hedef ülkeler belli; Irak, İran, Suriye… Şimdi o zaman bu aynı zamanda Pankürdist bir proje demektir. O halde tümüyle ütopya!


‘Bağımsızlığa giden yolu yavaş yavaş döşemeye çalışıyorlar’

- O halde bu taslak neden şimdi öne sürüldü?

Benim kanaatim şu; müthiş bir çerçeve çizerek, güllük gülistanlık bir devlet tasarımıyla kendi toplumlarına bir hedef koyuyorlar. Bağımsızlığa giden yolu yavaş yavaş döşemeye çalışıyor. Yanlış anlaşılmasın, ben bunu desteklemiyor, ama meşru görüyorum. Milliyetçilik siyasi bir projedir ve nihai olarak bağımsız devlet kurmayı hedefler. Dünya yüzünde devletini kuramamış neredeyse tek halk Kürtler. Desteklemiyorum, çünkü benim gelecek tasavvurumda ulus-devlet gibi kötülüğü yüzlerce kez ispatlanmış anakronik bir oluşumun yeri yok. Ben bütün insanların sınırları olmayan bir dünyada yaşamasını hayal ediyorum. Ama realiteye gelirsek, Kürtler bugün bölgede özerkliği yavaş yavaş (hayata) geçiriyorlar. Küçük komünler, mahalle birlikleri kuruyorlar. Duyduğum bir örneği anlatayım. Bir belediyede çalışan ve eşini dövdüğünü tespit ettikleri kişiyi önce çağırıp uyarıyorlar. Ardından davranışını değiştirmezse maaşının bir kısmını kesip, eşine veriyorlar. Adam yine aynı şekilde davranırsa, işten çıkarıyorlar vs. Sonuçta PKK’lı kadroların toplumsal hayattaki güçlü etkisini gösteren bir örnek olarak bazılarının tüylerini diken diken edebilir, ama ben işin şu yanını daha çok önemsiyorum: PKK hareketi Kürt kadınının özgürleşmesinde önemli işlev görmüş ve görüyor. Feodalitenin çözülmesinde de benzer bir işlev görmüştü. Muhafazakâr Kürt toplumunun modernleşmesinde de. Fakat bunları dinlerken şunu söyleyeni de duydum:  “Bunlar işin sahnesi. Örneğin ben içki içtiğim için seküler Kürt kesiminde bile dışlanan bir Kürt kızıyım.” Veya “Kadınlara çok önem verildiğini söylüyorlar, ama sesimizi dinletmek için ne kadar uğraştığımızı bilemezsiniz…” Sık sık Kürt aydınlarının töre cinayeti, aile içi şiddet, ensest gibi konularda toplumlarına mesaj vermediğinden yakınılır, ki buna ben de katılıyorum. Bu örnekleri verdim, çünkü taslaktaki doğrudan demokrasi önermesindeki probleme dikkat çekmek istiyorum. Feodal bir toplumda feodal komünler olur, sosyalist komünler değil. Şimdi taslaktaki komün önermesi eşliğinde bu Kürt kızına nasıl bir yaşam sunulacağını düşünmek gerek. 


‘Bazı Kürt katılımcılar Kemalizme övgü düzülmesini eleştirdi’

- DTK kongresindeki katılımcılardan bu noktada itiraz geldi mi?

Komün şıkkındaki bu problemi Türk aydınları söz konusu etti. Fakat söylediğim gibi taslakla ilgili tartışmaların olduğu oturumda yoktum. Ama ilk oturumda bazı Kürt katılımcılardan “Mustafa Kemal bize özerklik verecekti” gibi atıflara itiraz geldi. “Kemalizme övgü düzüyorsunuz. Bunlar takiyeydi. Şimdi kalkıp bunu özerklik diyerek gerçek gibi sunmayın” şeklinde eleştiriler oldu ki haklıydılar.


‘Gençler ve cemaatlle ittifakı onaylayanlar için taslak gerçekçi’

-
Ayşe Hanım bu söylediğiniz eşliğinde soracağız. Yazılmamak üzere konuştuğumuz Kürt hareketindeki bazı isimlerden şunu duyduk: “Devleti tanıyoruz. Bu taslak hayalperest.” DTK kongresinde bu yönde eleştiriler de oldu mu? 

Şöyle, orada gördüm ki, gençler özellikle sosyalist kökenli olanlar ya da hayatlarının bir bölümünde dağ ile teması olanlar bu taslağı kesinlikle hayalperest bulmuyor. Taslağı gerçekçi bulan diğer grup da Gülen cemaatiyle uzlaşmayı, ittifakı uygun bulanlar. Bunlar, taslaktaki özerkliği, Osmanlı barışını yeniden ihya edecek bir sistem olarak algılıyor.

- Hemen şunu da soralım o zaman; kongrede Öcalan’ın kısa süre önceki “Gülen açılımı” söz konusu oldu mu? 

Birinci günün konuşmacılarından Taraf yazarı Cemil Ertem sunumunda buna atıfta bulundu. Sadece Gülen hareketini değil, genel olarak İslami hareketin yeni pozisyonlarının Kürt meselesinin çözümü için önemli fırsatlar sunduğunu söyledi. Konuşmanın ardından görüşlerini belirtenler buna değinmeyince ben söz aldım ve Fethullah Gülen hareketi ile ittifak haberleri hakkındaki fikrimi özetle söyledim. 


‘Çalıştayda yaptığım Gülen eleştirisi kişisel tepki olarak kaldı’

Söylediğim şu oldu: “Kemalist rejimin siyaset sahnesinden attığı iki kesim olarak Kürtlerin ve İslamcıların yakınlaşması genel olarak olumlu bir şeydir. Her iki taraf da birbirinden bir şeyler öğrenir, birbirini dönüştürür vs. Güçlü merkezi devlete karşı merkezkaç kuvvetlerinin dayanışması merkezi zorlar, bu da iyidir. Ancak Gülen hareketinin birey, toplum, aile, devlet ve tarih algısı Kemalistlerin algılarından çok farklı değil. Ben bireyi değil cemaati esas alan hiçbir projeye yakınlık duymuyorum. Sizleri de bu konuda dikkatli olmaya davet ediyorum…” Ben bunları söyledim, ama kimse beni desteklemedi, sonuçta bu benim kişisel tepkim olarak kaldı.


‘Kürt burjuvazisi özerklik taslağı konusunda söz alamadı’

- Bu taslağa DTK çalıştayına katılan ve Kürt burjuvazisini temsil eden kişiler nasıl baktı? 

Kürt burjuvazisini temsil ettiğini düşündüğüm iki kişi, Galip Ensarioğlu ve Şahismail Bedirhanoğlu taslağın okunduğu ikinci günkü oturumlara katıldılar. Ancak benim bulunduğum saatlerde taslak hakkında söz alamadılar. Öğleden sonra konuşup konuşmadıklarını ise bilmiyorum. Daha doğrusu Galip Ensarioğlu’na söz gelmedi. Şahismail Bey ise özerkliğin meşruiyetinin 1921 Anayasası ve benzeri Kemalist belgelere dayandırılmasını kesin bir dille eleştirdi. Altan Tan taslağın dilini Marksist, sosyalist buldu. Biliyorsunuz PKK, Kürt burjuvazisini başından itibaren dışarıda bırakan bir proje. Bu da anlaşılır bir durum, çünkü PKK esas olarak 1970’lerin sosyalist hareketinden doğmuş. Kürt burjuvazisi Cumhuriyet tarihi boyunca doğru dürüst bir siyasi proje ortaya çıkaramamış. Sonunda liderliği PKK’ya kaptırmışlar. PKK aslında bu dışlamanın hareketi zayıflattığının farkında bence. En azından paraya ihtiyaç var. Ayrıca Türk tarafının görüşmeyi daha rahat kabul edeceği bir kesim burjuvalar. 


‘PKK, Kürt burjuvazisinin öne çıkmasını istemiyor’

Çalıştayda şunu söyledim: Eğer özerkliği sosyalist bir proje olarak devam ettireceksiniz, Kürt lafını ortadan kaldıracaksınız. Böylece Türk olsun, Laz olsun, Kürt olsun herkesin içinde olmak isteyeceği bir ütopya kurulabilsin. Yok “Kürtlük” vurgusundan vazgeçmiyorsanız o zaman Kürt burjuvazisini işin içine katacaksınız. Tarihsel bir gerçek, burjuvazinin desteğini almayan hiçbir proje başarılı olamaz. Şu da gerçek; Kürt burjuvazisi devlet ile eklemlenerek varlığını sürdürdü. Türk burjuvazisi ise yakın zamana dek PKK’ya “baldırı çıplaklar” olarak baktı. Bugün PKK, Kürt hareketini bu noktaya kendilerinin getirdiğini düşünüyor. Hareketi, Kürt burjuvazine kaptırmak, Kürt burjuvazisinin öne çıkmasını istemiyor. Kürt burjuvazisinin baskın olduğu bir sistemin bedelinin Öcalan’ın hapiste unutulması anlamına geleceğini düşünüyorlar. 


‘Dini önemseyen bazı kişiler, böyle bir Kürdistan’da yaşamak istemiyoruz, dedi’

Bir de sanıyorum şöyle bir kapana sıkışmışlık da mevcut. Neticede Kürt tabanı muhafazakâr ve dindar. Yıllarca Marksist bir söylemle bir şekilde politikalarını silah gücüyle etkili kıldılar ama “Ben siyasallaşacağım” dediğin zaman, söylemlerinin tabanda taraftar bulması lazım. Bu anlamda özerklik taslağı, henüz bu dili bulamamış bir proje. Örneğin orada, dini kodları önemseyen bazı kişiler “Biz böyle bir Kürdistan’da yaşamak istemiyoruz, böyle bir Kürdistan hayal etmiyoruz” dediler. 

- Tam olarak neye işaret ederek bunu söylediler?

O sosyalist ve ulusalcı retorik. Komünler, mesela “kendine yeten ekonomi” diye bir başlık var. Komünün en ilkel biçimini tahayyül ediyorlar. Nasıl yetecekler? Arnavutluk örneğini hatırladım birden. “Kendine yetmek” derken dünyanın en fakir ülkesine dönüşüvermişti birden. Küreselleşme çağında içe kapanmacılık bir toplumu ileri götürmez, geriletir. Modern insanın ihtiyaçlarını karşılayacak bir proje değil bu. Kendi toplumlarını da çok iyi tanımıyorlar bence. Kendi toplumlarındaki muhafazakârları ya da kapitalistleri ya da feodalleri kucaklayacak bir proje değil. Ulusal nitelikli kominler yoluyla ulus devlet mantığını aşmaktan söz ediyorlar. “Ulus devleti tekrar etmeyeceğiz” diyorlar. Ama Kürtlük adına konuşuyorlar. “Bu projede benim yerim olacak mı?” diyorum. “Tabii” diyor. Peki nasıl dâhil olacağım, misafir olarak mı? Çünkü sen yüce Kürt tarihinden, Kürt ahlakını inşa etmekten bahsediyorsun, o zaman ben bu sisteme “öteki” olarak mı dâhil olacağım? 


‘Kemalizm’i eleştirirken, Kürt milliyetçiliğine malzeme taşıyorum’

Aslında burada not etmek gerek; milliyetçilik yeniden canlandırıldı. Bunu bizim aydınlarımız da yapıyor. Örneğin Kemalizm’i eleştirirken, ben de dolaylı olarak Kürt milliyetçiliğine malzeme taşıyorum. Ya da “Kürtlere yıllarca hakları verilmedi. Elbette haklarını alacak Kürtler” deniyor, değil mi? Biz hepimiz bu söylemle, Kürt milliyetçiliğini yeşertmiş oluyoruz. Ben en büyük eksikliğimin genel olarak milliyetçilik eleştirisini tam yapmadan özel olarak Türk milliyetçiliği eleştirisi yapmak olduğunu düşünüyorum. Böylece sanki kötü olan Türk deneyimi imiş gibi anlaşıldı. Evet, Türk deneyimi ikinci kuşak milliyetçilikler içinde kötü bir üne sahip ama bütün milliyetçilikler birilerini ötekileştirme üzerine inşa edilir. Çalıştayı düzenleyenler diyorlar ki, Biz tarihten ders aldık, kötülükleri tekrar etmeyeceğiz, ama en basit bir örnek Kuzey Irak’ta bile Kürtçenin Sorani lehçesi resmi dil olarak kabul edildi, Kurmançi ise yasaklandı. Demek ki işler söylendiği kadar basit yürümüyor.


'İslamcıların miliyetçi, milliyetçilerin de İslamcı olması önemli sorun'

- Bir varsayım sorusu:  Tarihçi olarak bu özerklik taslağıyla ilgili Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile Abdullah Öcalan’a yönelik iki ayrı sunum hazırlanmanız talep edilse, çalışmanızda neler yer alırdı?  

Çok zor bir soru. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e öncelikle Osmanlı’dan bugüne dek devletle Kürtler arasında neler yaşandığını tek tek anlatırdım. Önyargılı davranmayayım ama kronolojiyi bile bilmediklerini sanıyorum. Daha sonra bunların imparatorluk çağındaki ve ardından ulus-devlet çağındaki anlamlarını açıklamaya çalışırdım. Milliyetçi hareketlerin belli bir aşamayı geçtikten sonra kültürel, ekonomik vs. haklarla tatmin olmayacağını, mutlaka siyasi bir talepleri olacağını hatırlatır, her gecikmenin aslında korumaya çalıştıklar ulus-devleti nasıl tehlikeye düşürdüğünü anlatmaya çalışırdım. Ondan sonra kendilerinin İslamcı ideolojileri uyarınca neden durmadan milliyetçi önyargılara kapılarak Kürtleri aynen Türk milliyetçilerinin yaptığı gibi anlamazlıktan geldiğini irdelerdim. Benim kanımca Türkiye’deki önemli sorunlardan biri İslamcıların ezici bir bölümün milliyetçi, milliyetçilerin ezici bir bölümünün İslamcı olmaları. Buna Türk-İslam sentezi diyoruz ve bu sentezden azınlıklar için iyi bir sonuç çıkmadı, çıkmıyor ne yazık ki. 

Abdullah Öcalan’a ise sosyalist köklerini hatırlatmak isterdim. Milliyetçiliğin tarihin çöplüğüne atılmaya başladığı bir çağda bu kadar Kürt vurgusunun yanlışlığını göstermeye çalışırdım. En az Türk tarih tezi kadar tek yanlı, hamasi “Kürt tarih tezi”ni rafa kaldırmasını önerirdim. Bir de PKK mücadelesinin Türkiye toplumunda nasıl okunduğunu, bu okuma içinde kendisinin pek de iyi bir üne sahip olmadığını hatırlatarak, siyasi çözümü kolaylaştırma açısından daha geri planda durmasını rica ederdim. Silahlı mücadele yürüten dağ kadrolarına ise, ovadaki güçlerin gayet başarılı bir şekilde bayrağı devraldıkları bir dönemde, sivil hareketin önünü kesecek eylemlerden kaçınmalarını rica ederdim. Kısacası silahı bırakıp siyasi mücadeleye ağırlık verin derdim. Beni dinleyen olmazdı o başka...