Afrin operasyonunu yazan Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, Kıbrıs Barış Harekâtı döneminde yazdığı habere “Silahla barış götürmek” başlığını atıp, kovulduğunu anlattı. "Savaş ortamnında sözleri kuyumcu terazisinden tartmak" gerek diyen Engin o dönem yaşadıklarını "Gazetede, Kıbrıs’a “Barış Harekâtı” adı verilen askeri müdahalenin ikinci aşamasında, oraya kalıcı olarak gidildiği belli olunca, habere “Silahla barış götürmek” gibi “ironik” bir başlık attım. Ve kovuldum..." diye anlattı.
Engin'in "Kuyumcu terazisinde yazı tartmak" başlığıyla yayımlanan (22 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Çalıştığım, patron izin verdiği kadar da yönettiğim bir gazetede, Kıbrıs’a “Barış Harekâtı” adı verilen askeri müdahalenin ikinci aşamasında, oraya kalıcı olarak gidildiği belli olunca, habere “Silahla barış götürmek” gibi “ironik” bir başlık attım.
Ve kovuldum...
Ulusal çıkarlara aykırı yayın yaptığım kanısına varılmıştı.
“Ulusal çıkar nedir, ne değildir” gibi bir tartışmaya -akademik ya da felsefi bağlamda bile- savaş koşullarında yer olamazmış. “Türkiye tek yürek” olmalıymış ve medya da buna hizmet etmeliymiş...
Etmeyeni de kapı önüne koyarlarmış...
Zaten öyle yaptılar...
Yine bir savaş ortamındayız.
Doğru habercilik yapmak, ancak yapayım derken gazeteyi akbabaların didiklemesine fırsat bırakmamak gerek.
Yani haber ya da yorum yazarken, bırakınız paragrafları, cümleleri, tek tek sözcükleri bile kuyumcu terazisinde tartmak gerek.
Mesela önceki gün, Afrin harekâtı başladığı saatlerde Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün camilerde yatsı ve sabah namazlarında “Fetih Suresi”nin okunmasını istedi.
Bunun tırmıklanabileceği kanısındayım.
HDP’den milletvekili seçilmiş, eski Diyarbakır Müftüsü NimetullahErdoğmuş’un itirazını Kuran yorumuna dayandırıp “Fetih, savaşın değil barışın karşılığıydı” yollu açıklamaları bana hayatı ve gerçeği zorlamaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Fetih, benim bildiğim, bir başka ülkeyi, kenti, kaleyi askeri güçle ele geçirmek demek. Buna savaş deniyor. Barış denmesinin de mümkün olamayacağı kanısındayım. Bunu uzun uzun açıklayabileceğimi de sanıyorum.
Gel gör ki...
Gel gör ki elimdeki kuyumcu terazisi “Sakın haaa!” diyor; başka da bir şey demiyor...
Peki. Vazgeçtim. Bunu yazmayacağım...
Afrin’de Kürt, Arap, Türk(men), Süryani, Ermeni, Maruni halklar yaşıyor. Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırında kanton (ya da eyalet ya da özerk bölge) statüsü edinmeyi önlerine hedef olarak koymuşlar. Kabul, bu hedef belirlemede Kürt damgası belirgin ve baskın. Kürt kesimini de PYD ve onun silahlı kolu YPG temsil ediyor.
Peki, böyle bir gelişme Türkiye için neden bir tehlike?
Belki benim bilmediğim, aklımın ermediği bir neden vardır. Ama bugüne kadar bu konuda beni ve benim gibi pek çok kişiyi ikna eden bir gerekçe, bir kanıt ortaya konmuş, konabilmiş değil.
“Eğer orada bir Kürt devleti, devletçiği, bağımsız kantonu filan oluşursa bu Türkiye’deki Kürtler için bir çekim merkezi olur ve Türkiye’nin bölünmesinin önü açılır” yollu yazılar, derin analizler okudum.
Bu görüşe karşı Öcalan’ın Ortadoğu’da dört ülkeye serpilmiş Kürtler için önerdiği ve “demokratik konfederasyon” diye adlandırdığı modelden söz etmek mümkün. Keza Selahattin Demirtaş’ın anayasa referandumu boyunca bıktırırcasına yinelediği “Bir ulus devlet kurmak, Türkiye’den kopmak gibi bir niyetimiz de, hedefimiz de yok” cümlelerini hatırlatmak da mümkün. “Bu sözleri bir tartışsak” diye önermek yararlı...
Gel gör ki...
Gel gör ki elimdeki aşırı hassas kuyumcu terazisi, “Sakın ha, savaş halindeyiz, şimdi bu tartışmaların, bu hatırlatmaların sırası değil. Kendinin de, gazetenin de başını belaya sokma” uyarısını önüme koyuyor...
Peki. Vazgeçtim. Bunu da yazmayacağıım.
E, peki ne yazacağım ?
Kar geliyormuş. Sizi karakışa karşı uyaran bir Tırmık ister misiniz?
Ya da...
İstanbul’un berbat trafiği üstüne gülümseten gözlemcikler paylaşma mı?
Anladım, anladım.
“Şu yazıyı burada bitir; koy noktayı” diyorsunuz...
Peki. Bugünkü Tırmık burada bitti...