Aydın Engin*
Şükürler olsun, 15 Temmuz’un yıldönümünü az hasarla atlattık. Hasarın ağırlığı AKP’nin Reis’inden geldi. 15 Temmuz arifesinde ve sırasında bulduğu her fırsatta konuştu; inciler saçtı.
Bence boş verin, boş verelim.
Ondan duya duya alıştıklarımızı yeni soslara bulayarak yineledi. “Millet” derken sadece AKP seçmenini kastettiğini; CHP’nin başı ezilmesi gerekebilecek birfesat yuvası olduğunu; FETÖ davalarında konunun ve sorunun özüne, dibine inilmesindense, davanın derinleştirilip AKP’nin üst kadrolarına uzanmasındansa elde olan tutuklulara Guantanamo giysileri verilmesini filan önerdi. Selahattin Demirtaş’ı hapse tıkarak, kendisini ifrit eden, dahası pek de güzel alt eden bir “hasım”dan kurtulmayı umduğunu; Kürt sorununu devletin zorba gücüyle çözmeyi yeğlediğini bir kez daha aşikâr etti.
Dedim a, geçelim...
Ona laf yetiştirmekle oyalanmayalım.
Sorun daha derin ve çok ciddi, çok vahim.
Üstelik sorun Tayyip Erdoğan’dan ibaret değil, AKP’nin başında -kimi safdillerin umut bağladığı Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi siyasetçiler olsaydı ya da olsa da kolay aşılabilecek, önemini yitirecek bir sorun değil.
***
Sorunun adını koyalım:
AKP iktidarı, siyasal İslam ile küresel kapitalizmi buluşturup, bir bulamaç haline getirip ülkeyi küresel sermayeye teslim ediyor. Kamu sektörü çoktan uluslararası sermayeye, özellikle “Körfez”deki petrol zengini Arap sermayesine peşkeş çekildi,çekiliyor. Üreticilerin kooperatiflerde örgütlenmeleri -bilinçli bir tercihle- doğmadan boğulmakta. Samanı bile ithal eden bir ülkeye dönüşmekten en küçük bir utanç duyulmamakta. Sosyal devleti savunmak neredeyse suç sayılacak.
Sorunun adını koyalım:
Ülkenin çocuklarını “dindar-kindar nesil” hedefi çerçevesinde “vur ağzına al lokmayı” diyebilecekleri bir eğitim sisteminin içine çekmekteler ve bu gitgide daha hızlı gerçekleştirilmekte.
“Din âlimi” kisvesi altında öne çıkarılan birtakım madrabazların grevin, kıdem tazminatı istemenin, sendikal örgütlenmeyi savunmanın, memurların yasal güvencede ısrar etmelerinin günah, hem de büyük günah olduğuna ilişkin zırva fetvalarının gitgide sıklaştığını, AKP medyasında gitgide daha çok yer bulduğunu gözden kaçıramayız.
Gün geçmiyor ki ilkokul, hatta ilkokul öncesi yaşta çocuklar dinsel törenlerde öne çıkarılmasın. Dindar değil, dinbaz bir nesil yetiştirmenin adımları çok erken yaşlardan atılmakta.
Bu sinsi ama sistemli bir saldırıdır.
***
AKP ideolojisinin Avrupa Birliği’nin ekonomik anayasası sayılan Maastricht Kriterleri’ne en küçük bir itirazı yok. Henüz ve hâlâ “şirketler Avrupası” olan AB ile mal alıp mal satan bir Türkiye, AKP için adeta bir başarı öyküsü.
Buna karşılık AB’nin demokrasi ve insan hakları ve siyasal anayasası sayılan Kopenhag Kriterleri ise AKP elebaşıları için gerçek bir karabasan.
Henüz bu kadar açık dillendirilmese bile “Kopenhag Kriterleri’ni unutun, Maastricht Kriterleri’nde kucaklaşalım” AKP’nin AB politikasının temeli, özü.
Kapitalizm, hele hele günümüzdeki küresel kapitalizm (dilerseniz “bir üst sarmalda vahşi kapitalizm” diye de okuyabilirsiniz) sadece ulusal sınırları silikleştirmedi, dinsel farklılıkların da olası engelleme gücünü çoktan kırdı, bitirdi.:
Daha kestirme söyleyelim: Sermayenin dini imanı yoktur.
Ama AKP kendini aynı zamanda İslami referanslarla tanımlıyor, o referansların egemen olduğu, olacağı bir Türkiye yaratmak için koşar adım yol alıyor.
O zaman yazının başlığı durumu tanımlamakta cuk oturuyor:
Bunun neresi İslam, bunun neresi kapitalizm?
* Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır