Aydın Engin*
Tam da başlıktaki gibi oldu.
Medya, siyasetin tepeleri Barzani yönetiminin 25 Eylül’de yapacağı referandumla yatar kalkarken “Başka bir konu seçip klavyede dolanmak yakışık almaz” diye düşündüm.
İyi de bu çok yönlü, çok çapraşık ve çok çeşitli duyarlıklar barındıran bir konu.
Örneğin Türkiye’nin Kürt siyasal hareketinin çok büyük bir kesimi çok uzun süredir bir “Kürt ulus-devleti” kurulmasından yana olmadığını defalarca açıkladı. Oysa Barzani’nin başını çektiği siyasal hareket bal gibi bir “Kürt ulus devleti” hedefine kilitlenmiş durumda. Tartışılan sadece zamanlamadan ibaret.
Bir “Kürt ulus devleti” kurulmasından yana olanlarla olmayanlar arasındaki bu derin ve temel ayrılık enine boyuna tartışılmalı değil mi?
Sadece Türkiye’de de değil. Irak Kürdistanı’ndaki bütün Kürt grup, parti ve hareketlerinin referandum konusunda “tek ses, tek yürek” olduğunu söylemek de mümkün değil.
Ama asıl önemlisi 25 Eylül referandumuna karşı Türkiye’nin, yani AKP iktidarının tavrı. ABD’nin, AB’nin, Çin’in, Rusya’nın, İran’ın tutumları bir yana, Irak’la uzun bir sınırı bulunan Türkiye’nin tutumu çok yakıcı. Sınırda yapılan askeri yığınağa, Barzani yönetimine mesaj veren askeri manevralara, siyasetin en tepelerinden gelen “Bu bir savaş sebebidir” yollu açıklamalara bakarsak, “Bu Irak’ın iç sorunudur, izleyelim ve izlemekle yetinelim” demek mümkün değil.
Bu sahiden bir savaş nedeni olacaksa sonuçlarını tahmin edebilmek için deha gerekmiyor.
Böylesi dehşet verici, zaten barut fıçısından beter Ortadoğu’yu allak bullak edecek bir sonucu önlemek için yazılacak çizilecekler ise AKP iktidarının kalemşörleri ve tepeleri tarafından anında “Vatana ihanet, Türkiye’yi bölmek parçalamak isteyenlere hizmet” olarak nitelenecek.
Öylesi bir nitelemenin ardından da AKP yargısının harekete geçmeyeceğini, savcıların kolları sıvamayacağını ummak için salak ya da çocuk olmak gerek.
Ne salağım, ne çocuk.
Yazacaktım, korktum ve vazgeçtim...
***
Bu kadarla da kalmıyor.
Yukarıdaki “AKP yargısının harekete geçmeyeceğini, savcıların kolları sıvamayacağını” cümleciği de sorunlu, riskli. O cümleciği açmak, örneklerle kanıtlamaya çabalamak mümkün ama ardından “Vay sen bağımsız Türk yargısına hakaret ettin, ona olan güveni sarsmak için yazdın” denecektir ve önce savcılığa ifade vermeye, ardından da Silivri yolculuğuna çıkmayacağıma ilişkin hiçbir güvenceye sahip değilim, değiliz...
O yüzden de yazacaktım, korktum ve vazgeçtim...
***
Yukarıda rasgele bir konu seçtim ve o konunun barındırdığı tehlikeleri aktarmaya çabaladım.
Peki, Rusya ile S-400 füzeleri anlaşması üstüne bir Tırmık döktürmeye çabalasam mı?
“Ne Rus füzeleri, ne NATO füzeleri, açsın barışın çiçekleri” başlıklı bir Tırmık yazmak bana da -belki size de- keyif verirdi. Ama S-400 anlaşmasının daha mürekkebi bile kurumadı. “Hangi füzeleri almalı” tartışmasının budalaca olduğunu tartışan bir yazının, hünerli bir AKP savcısının iddianamesinde “Halkı askerlikten soğutmak... Ülkenin savunma gücünü zayıflatmak... Milli çıkarlara aykırı fikirler yaymak” gibi suçlamalara konu olmayacağından emin misiniz?
***
Size Türkiye medyasında bir gazete yazarının günlük “fikir jimnastiği”nden birkaç sahne aktardım. Mesleğin ak adına kara sürmemeye kararlı meslektaşlar arasında tek değilim. Pek çok arkadaşım, meslektaşım benzeri kaygılarla kamera önüne çıkıyor, klavye başına oturuyor.
Bugün -hiç olmazsa bugün-ödlek bir gazeteci olmayı tercih ediyorum.
Yazacaklarımdan korkuyorum ve yazmaktan vazgeçiyorum ve yazıya noktayı koyuyorum...
* Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır