30 Ocak 2013 18:22
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, PKK'nın silahsızlandırılmasının Kürt sorununun çözümünde en son madde olduğunu belirterek " Hepimiz ölürüz ama teslim olmayız" dedi.
Birgün gazetesinden Ahmet Şık' a konuşan Aydar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Öncelikli amacımız PKK'ya silah bıraktırma' sözlerine " Bu bir savunma savaşıdır. Saldırı altındaysak savaşırız ve doğal olarak da bunun kayıpları olacaktır. Bu durduk yerde saldırma değil, saldırılara karşı savunma amacıdır. Yok etmek isteyen güçler çok yönlü saldırı yürütüyor." şeklinde karşılık verdi.
Birgün gazetesinde "Önce siyasi çözüm sonra silahsızlanma" başlığıyla bugün(30 Ocak 2013) yayınlanan söyleşi şöyle:
Öcalan’ın yakalandığı 1999’dan başlayarak öne çıkardığı strateji özü itibariyle herhangi bir özel statü içermeyen, PKK’nin önüne hak temelli bir mücadele anlayışını koyan bir paradigmaydı. Şiddeti reddetmekle birlikte silahın müzakerede önemini bilen ve sürecin belirleyici faktörü olduğunu gören bir anlayıştı elbette. Bu değişim mi müzakerelerin yolunu açtı? Şimdi yeni başlayan ya da öncekilerin devamı denilen bu süreçte tetikleyici olan Öcalan’ın son süreçte verdiği mesajları mıydı?
Bu hareketin kuruluşunda o günkü dünya şartları ve sosyal ve siyasal durum farklıydı. O günün şartlarına göre kendini şekillendirmiş bir hareketti. Marksist Leninist temelde bir demokratik halk cumhuriyeti, bağımsız birleşik Kürdistan hedefi vardı. Ancak süreçte reel sosyalizmin çözüldüğü, Sovyet blokunun dağıldığı dönemlerden geçtik ve Kürtlerde yeni bir değerlendirme içine girdi. Bu sürece uygun ciddi bir değişim yaşandı. İkitidar birikimi yaratmak değil yönetim birikimi yaratmak amaçlandı. Her yerde insanların kendisini yönetmesi lazım ama bu yönetimin tekleşmemesi, tahakküm kurmaması gerekir. Söylemlerimizde buna göre şekillenmektedir. Bu süreçteki değişim kuşkusuz hükümeti de kamuoyunu da etkilemiştir. Bunun etkisi vardır elbette.
Ama silahlı mücedele devam etti?
Bu bir savunma savaşıdır. Saldırı altındaysak savaşırız ve doğal olarak da bunun kayıpları olacaktır. Bu durduk yerde saldırma değil, saldırılara karşı savunma amacıdır. Yok etmek isteyen güçler çok yönlü saldırı yürütüyor. Siyasi, askeri, ideolojik ve kültürel olarak saldırı var. Soykırım tehtidi var. Elbette kendimizi savunacağız. Bunun için silahlı mücedele devam etti.
Cemil Bayık bir açıklamasında silah bırakma olmayacağını, bu halin sürecin en son aşaması olabileceğini dile getirdi. Zaten teslim olma gibi bir hava yaratacak olan bu ön koşul bir anlamda sürecin son halkasının ilk ve neredeyse tek amaç olarak sunulduğu bir sürecin başarı ihtimali var mı?
Bu süreçlerde böyle ön koşullar olmaz. Ön koşullarla masaya gelinmez. O zaman barış sağlayamazsınız. Bu tür süreçlerde silahsızlanma son maddedir. Yaşanan benzer örnekler de bunu gösteriyor. Önce siyasal konular netleştirilir, çatışmaya neden olan konular çözüm anlamında karara bağlanır ve ardından silahsızlanma gelir. Silah öyle hemen devreden çıkmaz. Cemil Bayık arkadaşın söylediği de budur ve doğru bir tespittir. “Önce silah bırak sonra konuşalım” ya da gerekeni yaparım denmez. Derseniz bu olmaz. Bu türden bir talep karşı tarafta kandırmaca olduğuna dair bir inanış yaratır. Silah bizim garantimizdir. Silahsızlanmayı karşı tarafın insanfına bırakamazsınız. Silahsızlanma son maddedir. Bunu herkes bilmeli. Biz silahlı kalmakta direneceğiz demiyoruz. Bunu tartışalım diyoruz. Silahı devreden çıkarmak için önce siyasal koşulları sağlayalım diyoruz. Sonrasında da silah bırakmaya hazırız biz koşullar sağlanırsa. Eğer ki Türkiye silah kullanmazsa biz de kullanmayız zaten. Bu hareket teslimiyete karşı kurulmuşken bizden teslim olmamız istenmesin. Hepimiz ölürüz ama teslim olmayız. Teslim kelimesi kadar hakaret içeren, aşağılayan, onur kırıcı bir söcük yoktur bizim nezdimizde.
Çünkü PKK’nin af şeklindeki bir düzenlemeye karşı olduğunu biliyoruz. Af da aynı onur kırıcılığı mı taşıyor sizin gözünüzde?
Darbenin gerçekleştiği 12 Eylül 1980’den bu yana Türkiye’de çok olumsuz, çok kötü süreçler yaşandı. Bu yüzden bir hakikatleri araştırma ve uzlaşı komisyonu kurulsun istiyoruz. Bu komisyonla gerçekleri araştıralım herşey ortaya çıksın ve yüzleşelim diyoruz. Suç işlenmişse en çok Kürtlere karşı işlenmiş. Bu halk kendisine karşı bu kadar suç işleyen devlette kimi affedecek? Bizi affetmek isteyenler kendilerine de bu soruyu sorsun. O yüzden her şey karşılıklı olsun ve her şey ortaya çıksın. Ama çıkarılacak bir yasayla karşılıklı bir af olsun. Kimse de yargılanmasın diyoruz. Bir daha benzerleri yaşanmasın diye cezalandırması olmayan ama herkesin her şeyi bildiği bir yüzleşme olsun istiyoruz.
Cezasızlık, iki tarafta da bu kadar çok acısı bulunan insanları tatmin eder mi?
Evet çok acılar çekildi ama Kürtler buna hazırdır. Bu intikam duygusunu ortadan kaldırmak gerekiyor. Ceza verilince her şey çözülecek mi? Elbette çözülmez. Güney Afrika’da da benzer bir süreç yaşandı. Türkiye’de neden olmasın. Bu ülkeye demokrasiyi getirecek ve kalıcı kılacak yeni bir sayfa açmak gerek. Herkes hellaleşirse toplumsal barış gelir.
Olası bir barış durumunda binlerce kişinin dağdan inmesi söz konusu olacak. Dağdan inişler olursa bu insanlar nasıl bir alanda faaliyet yürütecek?
Hareketimiz siyasi bir yapıdır. Kadrolarımız gerilla olup silahlı mücadele yürütse da siyasi olduğu gözden kaçmasın. Dolayısıyla toplum içinde rahatlıkla görev alabilecek kadrolar yetişmiş durumdadır. Biz de kendi aramızda tartışıp projeler üreteceğiz elbette ama dağdan inişler sonrasında kadrolarımızın durumu zorlanacağımız bir konu olarak görmüyorum. Kafamızda bir takım konular var elbette ama projelendirilmiş bir çalışma yok. Entegre olmak, gerillaların topluma kazandırılması gibi bir sorunu yok kadrolarımızın. Hepsi toplumun birer öncüsü ve hizmet etmeye hazır bir kesimdir. Belli kademelerde, belli konularda hizmet sunarlar bu zor değil.
İllegalize edilen KCK yapılanması ovada siyaset yapmanın önünü açan bir modeldi. KCK benzeri bir model mi hayata geçirilecek?
KCK bizim istediğimiz toplumsal ve siyasal rol modellerini oturtmaya yönelik bir yapılanma. Demokratik bir biçimde katılımcı toplumsal yönetim nasıl sağlanır onun ön biçimidir. Meclisler yoluyla doğrudan katılmcı ve demokratik biçimde halkın kendini yönetmesi modeli ya da o modelin ilk aşaması gibi görülebilir. Tüm kadrolarımız bu tür oluşumlarda rol alabilir. Cezaevinden çıkacak olan da dağdan inecek olan da toplumun her alanında KCK türü bir yapılanma içinde görev alabilir. Kimsenin adaptasyon sorunu olmaz. KCK böyle bir sürece model olabilir. KCK ile yaratmak istediğimiz yönetim ve toplum modeli hayata geçirilebilir.
Bağımsız devlet fikrinin yerini demokratik özerklik talebi mi aldı? Bu talep devam ediyor mu? Medyaya yansıyan ve yanlışlığı ya da doğruluğu konusunda açıklama yapılmayan bilgilere göre Öcalan’ın demokratik özerklikten de vazgeçtiği söyleniyor, öyle mi?
Türkiye basını kendi çalıp kendi oynuyor. Biz de ne konuşuldu bilmiyoruz. Medyanın kendisi de görüşmede yoktu. Ama bunları nereden çıkarıp yazıyorlar bilmiyorum. Ama bize yansıyan böyle bir durum yok. Bu tür haberler birileri tarafından sızdırılıp yazdırılmış olabilir mutlaka. Görüşmelerde eşit koşullar sağlansın, süreç şeffaf ilerlesin ve bu tür masa başı haberlerin ne kadar gerçeği yansıttığını hep beraber öğrenelim.
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartına Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kalkması demokratik özerklik talebinizi karşılar mı?
O çekincelerin kaldırılıp gerçekten o şartlara uygun bir yasal düzenleme yapılması alt yapının oluşturulmasını önemsiyorum. Yeterli değil ama geliştirilmesi gerekir. Barışın inşası sürecinde de iki tarafa da hayli yol aldıracak bir adım olur. Güvence adımı olarak da değerlendirilebilinir bu girişim. Uluslararası anlaşmaların bir çoğunda Türkiye’nin çekincesi var. Mesela Çocuk Hakları Sözleşmesinde yer alan ana dilinde eğitim hakkı hususunda. Bu çekince de kalkarsa güvence adımına, iyi niyetine örnek olabilir ve güven duymamızı sağlar. Ama bu yönde bir çalışma olmadığı da ortada.
Bir barış tesis etmek için yeterli hazırlık, kısa, orta ve uzun vadeli planlar ya da bir yol haritası yapıldı mı?
Bizler bu süreç için bir yol haritası hazırladık. Türkiye de bunu biliyor ve kendi heyetlerine de bunlar sunuldu. Hem örgütümüz hem de başkanımız Öcalan bunu defalarca söyledi ve yazılı olarak verdi. Bu önerilerimizi takvime bağlamak gerek. Elbette ki bu bizlerin önerisiydi ve karşılıklı bir mutabakat gerekir. Bizim açımızdan önemli olan haklar konusudur. Bir halkın doğuştan var olan ve sahip olduğu haklardan başka bir şey istemiyoruz. Fazlasını da talep etmiyoruz. Bir çok konu başlığında esneklik gösterebiliriz ama bunlar tartışarak varacağımız sonuçlardır. Doğal haklaın garanti altına alınması konusunda bir esnekliğimiz yok sadece.
Böyle çatışmalı süreçleri barışla sonlandırmak tarafların risk almak, bedel ödemek ve taviz vermek koşullarını kabul etmesiyle olabileceği dile getirildi. PKK için risk, bedel ve tavizler neler? Aynı şekilde Türkiye için neler?
Bizim açımızdan risk savunma mekanizmamızın ortadan kaldırılmasıdır. Garantisi alınmadan, çözüm umudunun, barışın geleceğinin garantisi olmadan mevziyi terk etmek büyük risktir bizim için. Bedeli de yok olmak olur. Tasfiyeyle karşı karşıya kalırız. Ancak herkesi memnun edecek bir barış çıkarsa ortaya, isyan, şiddet, savaş durur ve herkes birbiriyle kucaklaşır. Ölmeye öldürmeye değil ülkenin demokratikleşmesine ve kalkınmasına emek harcanır. Böyle bir sonucu da herkes göze alır ki buna taviz denmez. Tavizleri değil bunları düşünmeliyiz. Yaşanan sürecçin getireceği barış bedel ve tavizi ortadan kaldırıyor.
Türkiye’nin yönetim yapısında bir değişikliğe yol açar mı bu?
Türkiye’nin yönetim yapısı kutsal ya da değişmez bir şey değil. Kürtlerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünde bir değişiklik talebi de yoktur. Sürekli bölücü terör örgütü ya da bölücülük deniyor kimsenin ülkeyi böldüğü falan yok. O sınırların değişmesini isteyen de yok. Ama eğer çözüm olmazsa parçalanma riski var. Barışla yaşanacak çözümdeyse parçalanma, bölünme değil büyüme var. Bunu artık herkes görsün. Osmanlı dağılırken, 1918’de son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Misak-ı Milli kararı alındı. Bu kararlar içerisinde Musul ve Kerkük ile Suriye’nin bazı bölgeleri yani Güney Kürdistan’da bu sınırların içindeydi. Ama Kürt çoğunluğun büyük kısmı dışarıda bırakılmış. İngilizlerin, Fransızların çizdikleri bu sınırlar bizim için neden kutsal olsun.
Dediğiniz emperyal bir yön içermiyor mu?
Ama o sınırlar çok saçma değil mi? Tren hattından, halkları bölerek sınır mı çizilir? Bizim böyle sınırlara saygımız yok. Ama bu dediğim oralarda sınırları silahla ortadan kaldırılım işgal edelim anlamında değil. O sınırları ortaklık üzerinde birleşmenin gerekçesi yapabiliriz.
Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin haritasını yeniden mi çizelim diyosunuz?
Hayır. O sınırları yeniden birleştirelim diyorum. Bölgede demokratik gelişmeyi yeniden birlikteliğin gerekçesi haline getirebiliriz diyorum.
Birleşik Kürdistan’dan mı bahsediyorsunuz?
Öyle bir şey demedim. Kürt sorunu Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da çözülsün ve bölgede AB benzeri birliklere gidelim diyorum. Bölgedeki enerji ve su kaynakları böyle bir birlik oluşturmaya müsait. Bu sınırları ayırmak yerine AB benzeri projelerle birleştirelim demek istiyorum. Yayılmacılık ya da emperyal bir talepten bahsetmiyorum.Zaten sorun çözüldüğünde bu birlik doğal olarak yaşanacak. Avrupalıların başardığını biz de demokratik zeminde yapabiliriz.
AKP hükümetinin Ortadoğu ve özelde de Suriye politikaları nedeniyle bölge ülkeleri nezdinde Türkiye karşıtı bir blok oluşmuş gibi. İran, Irak merkezi yönetimi, Suriye’de doğal olarak Esad yönetimi ile Lübnan Hizbullahı dolaylı olarak da Rusya ve Çin’i bu blokta sayabiliriz. Arap Bahadrı diye anılan süreçle Kürt sorununun bölgeselleşmesi, Ortadoğudaki gelişmeler ve Türkiye’nin özellikle bu bölge özelinde dış politikada batağa saplanması İmralı sürecinde pay sahibi mi?
2011 Temmuzundan sonraki süreçte hükümette ve yandaşı medyada Sri Lanka modeli tartışılıyordu. Bir daha örgütle görüşme olmayacağı ve bu işin savaşarak çözüleceğine dair yorumlar yapılıyordu. Hatta, “PKK bitti sonrasını tartışalım” diyenler bile oldu. Her ne kadar psikolojik harbin bir parçası da olsa bunlar öylesine söylenmemişti aslında. Çünkü tartışılan Sri Lanka modelinin altyapısı oluşturulmuş anlaşmalar yapılmıştı. ABD ile istihbarat alışverişi ve her türlü teknik ve askeri destek sağlanmıştı. ABD’nin diplomatik himayesinde siyasi destek olarak NATO ikna edilmişti. Irak merkezi hükümeti ve Güney Kürtleriyle da anlaşılmıştı. Onlar da operasyonlara katılmayacak ama tedbir alacaklardı. Diğer taraftan Suriye ve İran’la var olan ittifak pekiştirilmiş ve operasyonel karar alınmış ve anlaşma gereği İran Kandil’e saldıracaktı. O zamanlar Beşşar Esad hala kardeşti ve Suriye kendi içinde tedbir alacaktı. Ülkede de iç savaş yoktu. Türkiye de Behdinan’a saldıracaktı aynı sıralarda. Yani Tamil Kaplanları’na yönelik yapılan operasyonun benzeri için Güney bölgesi temizlenmiş olacaktı. Örgütün tüm yönetimi de hedefti.
Peki neler oldu?
ABD’nin Türkiye’ye verdiği istihbaratların bildirildiği İran 16 Temmuz 2011’de saldırıya geçti. Araya ateşkeste girerek iki saldırı oldu. 1 Hafta içinde Kandil’i alacağını iddia eden İran’ın iki saldırısı da kırıldı. Suriye’de iç savaşbaşladı ve Türkiye ile ilişkiler bozuldu. Irak merkezi yönetiminin idama mahkum ettiği Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmsıyla Şii hükümetle ilişkiler bozuldu. Bu arada Türkiye ile İran ittifakı NATO füzelerinin konuşlandırılması ve radar rampaları nedeniyle limonileşti. Yani evdeki hesap çarşıya uymadı ve Türkiye yalnız kaldı. 2012’ye de sarkan bu savaşta Türkiye kaybetti demiyorum ama kazanamadı. İstediği sonucu alamadı. Gerilla çok başarılı bir yıl geçirdi. Şu anda hiç kimse PKK bir önceki seneden daha zayıftır diyemez. Bu kadar saldırı karşısında hareket zayıflayacağına güçlendi. Bu durum kuşkusuz bu iş böyle gitmez askeri değil diyalogla siyasi çözümün gerekli olduğuna inananların da elini güçlendirdi.
Bölgede yaşanan değişimlerde mezhepsel politikalar da gündeme geldi. İran’ın yürüttüğü Şii politikası var. Irak merkezi hükümetindeki Maliki yönetimi de İran yanlısıdır. Suriye ve Lübnan Hizbullahı da İran’la ortak hareket ediyor. Körfez ülkelrindeki Yemen’e kadar olan Şii nüfusu İran’la ilintili. İran’ın bölge üzerinde böylesine etkin olduğu ortadaykenTürkiye de etkin olmak istiyor. Yani sıkıntılı bir ilişki yürüttüğü İran’la rekabet halinde. Irak’la ilişkiler kötü. AKP hükülmetinin 3 ay ömür biçtiği Esad, Suriye’de 2 yıldır direniyor. Üstelik Suriye içindeki Kürt bölgesi de hayata geçti ve ordusu da var. Bu siyasi gelişmeler nedeniyle Türkiye’nin Ortadoğu’yla karayolu anlamında bağı kopmuş durumda. Bölgenin lider ülkesi olmak isteyen bir ülke ve kendisini padişah sanan bir lider için kabul edilebilecek gelişmeler değil bunlar. O yüzden Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmeye ihtiyacı var. Kürtler de barışla sorunu çözmek istediğini dile getirdiği için İmralı süreci bu ihtiyaçtan doğmuştur. Türkiye bölgesel güç olmak istiyor ama tüm enerjisi ve kaynakları PKK savaşına harcanıyor. Stratejik olarak Kürt sorunu Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına ayak bağı konumuna gelmiş durumda. Ya bu bağdan ve bu nedenle ortaya çıkmış her türlü sorundan kurtulacak ya da ikinci sınıf bölge devleti olarak kendi iç sorunlarıyla boğuşmaya devam eder.
Farklı güçlerin değişik, kimi zaman çelişen çıkarlar da amaçladığı Kürt meselesinde bölge ülkeleri nezdindeki politakaları nedeniyle bu sürecin küresel aktörleri kimler? ABD, AB ülkeleri, İsrail bu denklemde nerede duruyor?
Sorunun esas muhattapları başta bizlerle Türkiye hükümetidir. Türkiyenin Kürt meselesi küresel bir sorun haline döndü. Sorunun Irak, İran ve Suriye boyutu da var. Bütün bunlarla beraber tam bir bölgesel sorun içeriyor. Kürt nüfusunun Avrupa’ya yayılmasının yanı sıra küresel aktör olmuş devletleri de ilgilendiren bir bölgede yaşanıyor sorun. Dolayısıyla dünya egemen güçlerinin Ortadoğu’yu Ortadoğululara bırakacak kadar demokratik olmadığı ortada. Bölgenin tüm sınırları o küresel güçler tarafından çizilmiş ve çiziliyor. Bölgede kurdukları düzenin bozulmasını da istemedikleri için de müdahalelere devam ediyorlar. O yüzden mevcut süreci öyle ya da böyle etkileyecekler ya da bunu isteyecekler. Ne olur, nasıl olur bilmiyorum. Ama şu anda bu sürece sessiz bir destek sunuyor gibiler. Kürt meselesinin çözümünda kimileri emperyal amaçlar güdüyor olabilir ama bizim için barışı sağlamak ve demokratikleşmeyi yerleşik kılmak için önemlidir. Çünkü Kürt meselesi Türkiye’deki bir çok başka yaşamsal sorunun da üzerini örtüyor. Demokratikleşmeyi sağlamayadığı için ilgilenilmesi gereken diğer sorunlar gözardı ediliyor.
Bu küresel aktörlerin sorunun çözüm sürecine katkı sunmaları gerekir mi?
Bu aktörleri hesaba katmadan yol almak da pek mümkün görünmüyor. Bu aktörlerin mümkün olduğunca olumlu çizgide olmalarını sağlamak ve o çizgide tutmak görevi de sorunun tarafları olan Türkler ve Kürtlere düşüyor. Çünkü bu aktörlerin süreci bozma kabiliyetleri ve güçleri olduğunu biliyoruz. Ama sorunun çözümünde belirleyici taraf o güçler değildir. Ama isterlerse bozacak güçte ve etkidedirler. ABD’nin gelişen Çin’i gözleyerek son dönemde Pasifik’e yönelmiş olması Ortadoğu’da çok asker bulundurmak ve sorun yaşamak istememesinden. ABD siyasetini doğrudan etkileyen, kimi zaman belirleyen bir konumda olan İsrail faktörünü de uinutmamak gerek. İsrail’in de bu bölgede güvenlik sıkıntısı var. Radikal islamcıların yönetime geçtiği komşularla çevrilmiş durumda. Arap Baharı denilen sürecin ardından bu durumun daha belirginleşmesi İsrail’i daha da tehlike altına soktu. Türkiye’De ve bölgede yaşanacak bir demokratikleşme İsrail’in güvenlik kaygılarını da yok edecektir. Kendi Kürt sorununu çözerek demokratikleşecek bir Türkiye, bu konuda diğer ülkelere de öncülük rolü üstlenmiş olacaktır.
Irak Kürdistan yönetiminin merkezi hükümetle ilişkilerinin her an kopabileceği tahminleri yapılıyor. Suriye’de PYD’nin hakimiyetindeki Kürt bölgesinin tıpkı Irak’ta olduğu gibi bir yönetime dönüşeceği ortada. Geride sadece Türkiye ve İran kaldı. Eğer ki bu süreçten de olumlu bir sonuç çıkmazsa sizce gelecekte neler olur?
Olumlu sonuç alınamazsa, enerjimizi sorunu büyütmeye harcamış oluruz. Bu kesin. İç meselelerde diğer sorunların hiç birini halledemeyiz. Tüm bu olumsuzluklar ölgedeki kamplaşmayı, kutuplaşmayı da olumsuz etkiler. Türkiye’de de benzer bir fedaratif yapı oluşup oluşmayacağı Kürt meselesinin çözümünün nasıl olacağına bağlı olarak değişir. Eğer süreç olumsuz olursa savaş devam eder ve belki de ülkenin parçalanmasına gider. Fedaratif yapı birlikte yaşamayı öngörürür ancak savaş devam ederse iki toplum arasında kopma, parçalanma daha büyük bir olasılık. Nasıl bir Kürdistan’ın ortaya çıkacağı tartışılır ama Kürtler mevcut durumu kabullenemez. “Ya eski sistemi kabul edersiniz ya da öldürülürsünüz” politikasına itirazımız var ve bunu kabulanmemiz mümkün değil. En iyi çözüm mevcut sınılar içinden demokratik bir yönetimdir. Bunu tartışmak istiyoruz. En iyi çözüm birlikte bu sorunu çözmektir. Ama diğeri, tercih edilmeyen ama mecbur kalınan bir çözümdür ki o da ülkeyi parçalanmaya götürürür. Bu da ne Türkler ne Kürtler ne de bölgedeki diğer ülkelere yarar. Bedeli de çok ağır olur. Hepimiz için.
Bundan sonra yapılacak görüşmelerin Erbil’de olacağı söyleniyor. Irak Kürdistanı yönetimi bu sürece dahil olacak mı?
Görüşmeler Erbil’de mi başka bir yerde mi olur şu aşamada bilmiyorum. Güvenlik konuları gündeme geldiğinde gerillanın konumlanması, silahsızlandırılması, sınır dışı gibi konular gündeme geleceği zaman Güney Kürtlerini de sürece dahil etmek lazım. O bölgede konuşlanma olacaksa onların da görüşlerinin alınması lazım. Zaten sürece destek sunmak istediklerine dair açıklamalar da yaptılar. Buna karşılık vermek gerek. Kürt oldukları için Kürt meselesinde de görüş belirtmeleri doğaldır. Onların da bu meselede konuşmaları hakkıdır. Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü Irak, Suriye ve İran’ın Kürt sorununun çözümünü de beraberinde getirir. Bu yüzden Kürtlerin nerede olduğuna bakmadan söz söyleme hakları bulunuyor. Pratikte örgüt merkezimiz Kandil’in de o bölgede olması dolayısıyla Irak Kürtlerine de çok iş düşüyor ve sürece bir biçimde dahil olmak durumundadırlar. Buna tabi ki taraflar birlikte karar verecektir.
© Tüm hakları saklıdır.