T24 - PKK Kongra-Gel'in eski ve yeni başkanları Zübeyir Aydar ile Remzi Kartal, Kürt açılımı çerçevesinde başlayan dönüşler için Avrupa'dan gelecek PKK'lı grubun uçak biletlerinin bile alındığını, ancak sürecin kesintiye uğraması nedeniyle biletlerin yandığını söylediler. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "nokta operasyonları" dışındaki operasyonları yavaşlattıkları mesajını veren Aydar ile Kartal, "Yarın döneriz diye geldik. 15 yıldan fazla zaman geçti. Ülkemizi insanlarımızı çok özledik. Bu sorun çözülsün istiyoruz" dediler.
Avrupa Parlamentosu'nda yapılan Kürt Konferansı sonrasında PKK-Kongra-Gel'in eski ve yeni başkanları Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar, Milliyet yazarı Hasan Cemal ve Radikal yazarı Oral Çalışlar'a açıklamalar yaptılar.
Oral Çalışlar'ın "Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar'la..." başlığıyla yayımlanan (6 Şubat 2010) yazısı şöyle:
Hasan Cemal’le, Avrupa Parlamentosu’ndaki Kürt Konferansı’nın ilk oturumundan çıkarken Brüksel’de bir Lübnan lokantasına davet edildik. Davetçilerimiz, Kongra-Gel’in yeni ve eski başkanları Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar’dı. Her ikisi de kapatılan DEP’in milletvekilleriydi. 1994 yılında partilerinin kapatılmasından bir gün önce yurtdışına çıkmışlar ve bir daha da geri dönmemişlerdi, dönememişlerdi.
Yasal bir Kürt hareketinin temsilcileri iken, yurtdışında PKK’nın yerine kurulduğu söylenen Kongra-Gel’in yöneticileri içinde yer almışlardı.
‘En taze haberler onlardadır’ şeklinde bir gazeteci refleksiyle davetlerini kabul ettik.
Dört sayfalık bir bildiriyle geldiler. Bildirinin altında ‘Kongra-Gel Başkanlık Divanı-KCK Yürütme Konseyi’ imzası yeri alıyordu. PKK’nın ‘eylemsizlik’ kararını devam ettirip ettirmeyeceği konusunda bir ipucu edinmek istedik. “Şimdilik yeni bir şey yok, okursunuz” dediler. Bildirinin son cümlesi şöyle: “Halkımız ve hareketimiz her türlü saldırıya karşı yüksek bir direniş ruhuyla cevap verebilecek ve kazanmayı başaracak güçte olduğunu herkese gösterecektir.”
Bu cümle, oldukça yoruma açık. Belki bir tür ‘tehdit’ de içerdiği düşünülebilir... Cümlenin anlamını açıklamalarını istedik. Söyledikleri özetle şu oldu: “Ellerin karşılıklı olarak tetikten çekilmesi, barış arayışının sürdürülmesi halinde bizim taraftan bir şey gelmez. Eğer devlet operasyonları sürdürür ve bizi köşeye sıkıştırmaya çalışırsa kendimizi koruruz.”
***
PKK’nın ‘eylemsizlik’ sürecinin nasıl başlayıp devam ettiğini ise şöyle özetlediler: “PKK’nın ‘Aktütün’ (onlar buraya Bezeli diyorlar) baskınının hemen ardından Aralık 2008 tarihinde eylemsizlik kararı alındı. Hükümet de askerler de bu durumdan haberdardı. Biz 2009 Nevruz’una kadar bu kararımızı kamuoyundan gizli tuttuk. 19 Mart’ta bunu açıkladık ve 29 Mart yerel seçimlerine kadar bunu sürdüreceğimizi belirttik. Geçen kış, son 25 yıllık tarihin belki de en sakin, en olaysız geçen kışı oldu. Nevroz gösterileri de öyle. Devlet müdahale etmeyince ciddi hiçbir olay olmadı.
Yerel seçimlerin hemen ardından operasyonlar başladı. Yani ordu yerel seçimlerin sonuçlarını bekledi. Biz askerin seçimlere kadar süren eylemsizliği DTP’ye karşı AKP’yi desteklemek için yaptığını düşünüyoruz. Operasyonların eskisi kadar yoğun olmadıkları söylenebilir. Dönemlere göre iniş-çıkışlar gözlemleniyor. Biz bu süre içinde ‘nokta operasyonlar’dan çok zarar gördük. Bir yerde PKK’lı bir grubu saptıyorlar, geniş bir alana yayılmadan o noktaya vuruş yapıyorlar.
KCK bahanesiyle 14 Nisan’da DTP’ye yönelik geniş bir tutuklama kampanyası başlatıldı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde bile bu kadar yoğun tutuklama yaşanmamıştı. 6-7 bin insan gözaltına alındı. Bunların 1000’i tutuklandı. Ayrıca Terörle Mücadele Yasası bahane edilerek tutuklu çocukları da katarsak bu rakam binlere ulaşıyor.
Bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz. Bu yaygın tutuklamada asıl hedef alınanlar 29 Mert yerel seçimlerde kampanyaları yönetenler. Neredeyse o kampanyaları yöneten kimse kalmadı dışarıda. Biz bunu AK Parti’nin yöreye yönelik bir seçim hazırlığı olarak da değerlendiriyoruz. Bu yolla BDP’yi seçimlerde hareketsiz bırakmak istiyorlar, diye düşünüyoruz.”
“Bundan sonra ne olacak” sorumuza ise şu cevabı verdiler: “Öcalan 21 Ağustos 2009 tarihinde çözüm için hazırladığı ‘yol haritası’nı avukatlarına ulaştırılması için cezaevi idaresine verdi. Savcılık, ‘savunmayla ilgisi yok’ diyerek bu 160 sayfalık metne el koydu. Bunun avukatlara verilmesi gerekiyor. Biz barış ve çözüm umudumuzu yitirmedik. Ayrılık diye bir konu gündemimizde yok. Bu ülkenin eşit yurttaşları olarak yaşamak istiyoruz. AKP hükümetinin bu konuda yalpaladığının farkındayız. Sizlerin yorumlarını okuyoruz, Türkiye’nin seçim atmosferine girmesiyle daha da zor bir dönemden geçeceğimiz ortada. Habur sınır kapısından gelişler konusunda biz de bu kadar büyük ve coşkulu bir gösteri hesap etmiyorduk. Dağdan gelenlerin elbiseleri öyleydi, Türkiye’ye girdiklerinin ertesi günü değiştirdiler. Bilseler daha önce değiştirirlerdi. Orada insanlar barış umuduna koştu. Bunu ne yazık ki karşı taraf anlamadı, ya da anlamazlıktan geldi.
Avrupa’dan da bir grup gelmeye hazırdı. Aldığımız biletler bile yandı.”
Sohbetimiz boyunca İmralı’nın yurtdışında da tayin edici bir ağırlığa sahip olduğunu gördük. AKP’nin diğer muhalefet partilerinden farklı olduğunu düşündüklerini ancak AKP’yi hiçbir zaman bir çözüm adresi olarak algılamadıklarını ifade ettiler. ‘Samimi değil’ vurgusunu tekrar tekrar dile getirdiler.
Son sözleri, “Yarın döneriz diye geldik. 15 yıldan fazla zaman geçti. Ülkemizi insanlarımızı çok özledik. Bu sorun çözülsün istiyoruz” şeklinde oldu...