Gündem
BBC Türkçe

Avrupa merkez solu neoliberalizm hoşgörüsünün bedelini mi ödüyor?

İtalya genel seçimlerinde popülist ve sağcı partilerin öne çıkıp merkez sol partilerin geride kalması Avrupa'da son birkaç yılda görülen eğilimin son halkası olarak değerlendirliyor. Fransa, Almanya ve Hollanda'da da seçimlerde geleneksel merkez sol parti

29 Nisan 2018 20:30

Avrupa'nın güçlü ülkelerinde son yıllarda merkez sol partiler kan kaybı yaşarken popülist sağ siyasi hareketler güçlenmeye başladı. Bunun son örneği de İtalya.

İtalya'da popülist 5 Yıldız Hareketi parlamentoda çoğunluğu elde edemese de sandıktan en çok oyu alarak çıkan siyasi grup oldu. Ülkedeki merkez sol ittifak da 2013'e kıyasla yaklaşık yüzde 7 oy kaybıyla büyük hezimete uğradı.

Son yıllarda sandık sonuçlarına göre merkez solun zayıfladığı diğer Avrupa ülkelerinden bazıları ise Fransa, Almanya, İspanya ve Hollanda.

Her birinin dinamikleri kendi içinde değişse de merkez sol bu ülkelerde düzen karşıtı, göçmen karşıtı, korumacı ekonomi politikaları benimseyen, Avrupa Birliği projesine kuşkuyla bakan sağcı ve popülist partilere karşı zayıf kaldı.

Bu eğilimin en görünür olduğu ülkelerden biri Fransa.

Geçen yıl düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda o dönem iktidarda olan Sosyalist Parti yüzde 6 oranında kalarak, oylarını Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağ parti Ulusal Cephe'ye ve asıl olarak da Avrupa Birliği yanlısı duruşuyla kendisini merkezde konumlandıran Emmanuel Macron'a kaptırdı.

Almanya'nın en köklü siyasi partilerinden, Sosyalist Enternasyonal'in de kurucularından olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi, geçen yıl Eylül ayındaki seçimlerde İkinci Dünya Savaşı sonrası en başarısız sonucunu alarak yüzde 20 civarında kaldı.

Sosyal Demokratların çoğunun oyunun da aşırı sağcı ve aşırı solcu partilere gittiği görüldü.

Almanya'da 2013'te kurulan İslam ve göçmen karşıtı, milliyetçi Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ise yüzde 13 oyla Federal Meclis'e (Bundestag) girdi.

Hollanda'da İşçi Partisi de neredeyse dönemin siyasi tarihinden silindi. Parti, koalisyon ortağı olarak girdiği 2017 Mart seçimlerinde oyların yalnızca yüzde 6'sını aldı. Partinin 2012'deki oy oranı ise yüzde 25'ti. Solun en güçlü partisi ise Jesse Klaver liderliğindeki YeşilSol oldu.

İspanya'da Sosyalist İşçi Partisi'nin 2004 yılındaki yaklaşık yüzde 44'lük oy oranı, 2016'da yüzde 23 civarına düştü.

Bir zamanlar sosyal demokrasinin en güçlü olduğu ülkelerden sayılan Yunanistan'da 2009'da oyları yüzde 43.9 olan sosyal demokrat çizgideki PASOK, 2015'te yüzde 6.3'te kaldı.

Avrupa'da merkez solun çöküşü 2000lerin ortasında küresel ekonominin gidişatıyla doğrudan bağlantılı görünüyor.

Kimi gözlemciler bunu neoliberal politikaların çöküşüne bağlıyor.

2008 mali krizi, yüksek işsizlik oranları, düşük yaşam standartları, kamu harcamalarında kesintiler ve daha uzun döneme yayılan, küreselleşme, göç, mali krizlerle oluşan yeni sınıflar ve sınıfsal kimlikler, Avrupa Birliği karşıtı söylemler merkez solun geleneksel seçmenlerinden çalmaya başladı.

Bu kaygıları gündeme getiren popülist aşırı sağcı partilerin yeni seçmen kitlesi de kendisini küreselleşme, kapitalizm ve düzen karşıtlığında konumlandırdı.

Ama Financial Times gazetesi Avrupa Editörü Tony Barber, sosyal demokrat partilerin düşüşünün, sosyalist politikaların halk arasında cazibesini yitirdiği anlamına gelmediğini söylüyor ve aslında "milyonlarca seçmenin hala korumacı refah devleti istediğini ve istikrarsız istihdam piyasasından, sosyal eşitsizliklerden ve dizginlenemeyen küreselleşmeden şikâyetçi olduklarını" vurguluyor.

Ama Barber'a göre Avrupa'da sosyal demokratlara güven azaldı.

Bunun asıl sebebi olarak da 2000lerin başındaki mali krizlerde sosyal demokratların finansal kapitalizm politikalarına fazla hoşgörü gösterip krizin faturasını düşük gelirli mavi yakalılara kesmesi gösteriliyor.

Seçmenlerin bir kısmı ayrıca, merkez solun 'ulusal kimlikleri göz ardı ettiği ve toplum içinde göçün ortaya çıkardığı sorunlarla mücadele edecek cesarete sahip olmadığı' eleştirisini yapıyor.

Financial Times Avrupa Editörü Tony Barber, "Sosyal demokratların ilerici, uluslararası görüşü iyi. Ama seçmenlerin kültürel değerlere ve hayatların her yerine nüfuz etmeye başlayan ekonomik güvensizliklerine ilişkin kaygılara çare bulamadığı sürece kendi mezarını kazmaya devam edecektir" diyor.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra merkez sol ekonomiler, komünüzmin aksine kapitalizmden faydalanmaya çalıştı.

Bazı gözlemcilere göre savaş sonrası merkez sol siyasetçiler, sosyal demokratlar, klasik liberaller ve muhafazakarların aksine kapitalist piyasaya girerek ekonomik büyüme ve refah sağlanacağını ve bunun gerekli olduğunu düşündüler. Fakat yazar ve akademisyen Sheri Berman'a göre bu anlayış gözden düşüp 20. yüzyıl başında iki kampa ayrıldı.

New York Times'taki makalesinde Berman, bu kamplardan birinin 1990lı yıllarda İngiltere'nin İşçi Partili eski Başbakanı Tony Blair ile Almanya'nın eski başbakanı Gerhard Schröder'in döneminde etkisini gösteren 'Üçüncü Yol' olduğunu söylüyor.

Klasik liberallerden ve muhafazakarlardan ayrılıp piyasanın olumsuz etkilerine karşı toplumsal güvenlik ağını benimseyen ve kapitalizmi temelinde eleştirmeyen bir anlayış olan 'Üçüncü Yol' görüşü, 2008 mali krizinden sonra çöküşten küreselleşmeyi sorumlu tutanlar tarafından eleştirilmişti.

Berman'a göre ikinci kamp da 'İşgal Et' (Occupy), İngiltere'de İşçi Partisi Jeremy Corbyn ve Yunanistan'da Syriza'nın seçim öncesi başı çektiği küreselleşme karşıtı kamp.

Berman, savaş sonrası ekonomiyle 20. yüzyıl ekonomilerinde merkez sol için makalesinde şu yorumu yapıyor:

"(Savaş sonrası yıllarda) sınıf sorunlarına odaklanan komünistlerin aksine merkez sağ işçiler ve diğerleri arasında köprüler kurmaya odaklandı. Klasik liberallerin bireyselliklerine ve birçok muhafazakarın aksine, merkez solun odağında vatandaşların birbirlerine karşı olan sorumlulukları ve hükümetin toplumun refahını sağlamak için sahip olduğu sorumluluk vardı."

"20. yüzyılın sonlarına doğru ise sosyal demokrasinin amaçları çoğunlukla terk edildi. Bazıları, toplumsal ve kültürel değişimin yarattığı kaygıları gidermekte anlamakta başarısız oldu (…) Bu kamp, güçlü ulusal kimliklerin çağdığı, hatta tehlikeli olduğu siyasi anlayışını benimsedi ve bundan rahatsız olanlar bağnaz olarak görüldü."

"Bu tutumlar solu oluşturan destek grupları arasında ayrışmalara neden oldu ve toplumsal dayanışmanın veya yüksek vergilerin, güçlü refah programlarının ve aktivist hükümetlerin desteklenmesi için gerekli ulusal ortak amacın inşasını imkansız hale getirdi."

İngiliz siyasi ekonomi yazarı Paul Mason, Avrupa'daki merkez solun zayıflamasını neoliberal politikaların 'çöküşüne' bağlıyor.

Mason, 18 Ekim'de Brüksel'de 'Birlikte Avrupa' adlı konferansta yaptığı ve The NewsStateman dergisinde yayımlanan konuşmasında da buna değiniyor.

Neoliberalizmi "1989 ila 2008 yılları arasında büyümeyi ve teknolojik ilerlemeyi sağlayan ama artık işlemeyen küresel ekonomik sistem" olarak tanımlayan Mason, 1990ların 'Üçüncü Yol'una da karşı çıktığını söylüyor:

"Üçüncü Yol stratejisi neoliberalizmin sonsuza dek süreceğine inanıyorsanız mantıklı olabilirdi. Ama 2010lu yıllardan bu yana karşı karşıya olduğumuz soru, neoliberalizm çöktüğüne göre şimdi ne yapacağız?"

Referandumla AB'den ayrılma kararı alan İngiltere özelinde konuşan Mason, "2016'ya vardığımızda, işçi sınıfından birçok kişi siyasi dilimize yabancılaştı ve Avrupa'ya göçün kamu hizmetlerine olan etkisinden kaygılanmaya başladı" diyor.

Avrupa'da 2017'deki seçimler merkez solun ağırlıklı olarak gerilemesine neden olurken, gelecek yıllarda yapılan seçimlerde de benzer eğilimler görülebileceği beklentisi var.

Sağ iktidara sahip Macaristan Nisan'da seçimlere gidiyor, Polonya da 2019'da sandıkta. Her iki ülkede de gözlemcilere ve anketlere göre sol partilerin zayıflayacağı kanısı hakim.

Frankofon Sosyalistler'in adının karıştığı yolsuzluk tartışmaları yaşanan Belçika'da Mayıs 2019'da seçim yapılacak. Sağcılar da bu tartışmaları bir fırsat olarak görüyor.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir