T24 - Hanefi Avcı’nın kitabında dile getirdiği Fethullah Gülen cemaatine yönelik suçlamalara karşı kabaca üç yaklaşım karşımıza çıkıyor:
1) Avcı’nin iddialarına inananlar, hatta az bile yazdığını düşünenler;
2) Avcı’nın iddialarına kesinlikle inanmayanlar, onun art niyetli bir şekilde bu kitabı kaleme aldığını düşünenler;
3) Avcı’nın iddialarını önemsemekle birlikte, onun cemaate yönelik suçlamalarını abartılı bulup özellikle Fethullah Gülen’in isminin bu iddialara bulaştırılmasının doğru olmadığını düşünenler.
Tepeden tırnağa denetim
Başlıktaki cümle bana ait değil. Bu cümleyi, üçüncü kategoride yer alan kişilerden sıklıkla işitiyoruz. Avcı’nın iddiaları doğru da olabilir, yanlış ya da abartılı da. Bunu çok geçmeden anlayacağa benziyoruz. Ama başlıktaki cümlenin gerçekle hiçbir ilgisi olamayacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz. 25 yıldır bu yapıyı izlemeye çalışan bir gazeteci olarak, bu harekette Fethullah Gülen’den habersiz, onaysız büyük ve stratejik adımlar atılmasının mümkün olmadığını biliyorum. Hele ona “rağmen” bir şeyler yapılabilmesi asla söz konusu olamaz.
Öte yandan bazı başka grup ve hareketlerde, orta ve üst düzey yöneticilerin kimi anlarda kendi başlarına inisiyatif aldıklarını ve liderlerini de attıkları adımı onaylamaya bir bakıma mecbur bıraktıklarını biliyoruz. Ama bildiğim kadarıyla Gülen hareketinde böyle bir durumun yaşanması da imkansız.
Gülen’in kendi ağzından anlattığı hayat hikayesinden, onun cemaatini nasıl kendi başına inşa ettiğini ve her türden sızma ve ayartmaya karşı birtakım önlemler geliştirdiğini öğreniyoruz. Zaten onun hareketinin başarısının önde gelen nedenlerinden biri, cemaat ne kadar büyürse büyüsün, etki alanı ne kadar gelişirse gelişsin Gülen’in denetiminin hiç aksamaması, hatta bunlara paralel olarak güçlenmesidir.
Gülen’in yaşının ilerlemiş olması ve sürekli olarak hastalıklardan muzdarip olmasının da bu denetimde bir gevşemeye yol açtığı söylenemez. Ayrıca uzun süredir Türkiye’de yaşayamıyor olmasının, bazılarının iddia ettiği gibi hareket içinde “özerk alanlar”ın ortaya çıkmasına yol açtığına da inanmıyorum. Her ne kadar hareketin farklı alanlarında faaliyet gösteren bazı isimler arasında yer yer sertleşen rekabet ve çatışmalar gözlense de Gülen’in bu iç sorunları şu ana kadar çok iyi yönettiğini, hatta hareketin daha fazla güçlenmesinde bunlardan yararlandığını da söyleyebiliriz.
“Kendisi iyi ama çevresi kötü!”
Dolayısıyla her ne kadar Hanefi Avcı, kendisine ve Emniyet’teki bazı başka üst düzey isimlere yönelik düzenlendiğini iddia ettiği komplolardan bazı polis şeflerini ve “cemaat imamları”nı sorumlu tutuyor olsa da, bu iddiaların birinci derecede muhatabı Fethullah Gülen’in bizzat kendisidir.
Diğer bir deyişle Avcı’nın iddiaları eğer, tekrar ediyorum, “eğer” doğruysa, bütün bunlardan Gülen’in muhakkak haberi olması gerekir. Kaldı ki Avcı da kitabın yayınlanmasından önce cemaatin bazı önde gelen isimleriyle görüştüğünü ve bu kişilerin şikayetlerini Gülen’in bizzat kendisine illettiğine inandığını söyledi.
Liderler için sıklıkla kullanılan bir söz vardır: “Kendisi iyi ama çevresi kötü!” Şahsen bu klişeye hiç itibar etmem, hele söz konusu olan Gülen hareketiyse bu sözün hiçbir değeri olmadığına inanırım. Çünkü bu harekette çevresi Gülen’in yansımasıdır.
Sonuç olarak, Avcı’nın dile getirdiği iddiaları değil de onun kendisini, özel yaşamını vb. tartışmamız için dört koldan çok yoğun bir psikolojik harekat yönetiliyor olsa da ortada yanıtlanmayı bekleyen çok sayıda vahim soru var ve bunları en iyi yanıtlayabilecek ve eğer hareketine yönelik bir komplo söz konusuysa onu deşifre edebilecek kişi de Fethullah Gülen’in kendisidir.
(Ruşen Çakır - Vatan - 4 Ekim 2010)