Gündem

"Atılması gereken sembolik adım; başkonsolosluk sokağının adını 'Cemal Kaşıkçı' diye değiştirip cezayı kesmek"

Ahmet Tan: Ülkeden özel insan kasabı gönderip bedenini parça parça etmek, Arapsabunu ile yıkanıp temizlenebilecek bir barbarlık değildir

21 Ekim 2018 16:16

Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, Türkiye’nin Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın akıbetine dair sürdürülen soruşturmadaki rolünü yazdı. Türkiye’nin Kaşıkçı konusunda ABD’li rahip Andrew Brunson davasında yaptığı ‘hatalara’ düşmemek için çabaladığını belirten Tan, Suudi Arabistan’ın son anda Türk polisi ve yazısının önünü kestiği yorumunda bulundu.

“Kendi silahsız savunmasız vatandaşına tuzak kurup öldürmek, sonra da ülkeden özel insan kasabı gönderip bedenini parça parça etmek, Arapsabunu ile yıkanıp temizlenebilecek bir barbarlık değildir.  Başta (Donald) Trump’ın ABD’si ve (Angela) Merkel’in AB’si, tüm dünya, Suudi adlı bu kanlı örgüte en ağır cezayı kesmez ise uygarlık “Petrodolar”a yenik düşmüş olacaktır” diyen Tan, Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nun bulunduğu sokağa Cemal Kaşıkçı isminin verilmesi önerisinde bulundu.

Ahmet Tan'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (21 Ekim) nüshasında yer alan köşe yazısının tamamı şöyle: 

Yarı övgü yarı şaka, yerli ve milli bir sloganımız vardır: 
“Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar!”

***

Tarihte hiçbir gazeteci hiçbir konsoloslukta kaybolmamıştı. 
Yine de Türk polisi bazı deliller elde etmeyi başardı. 
Dışışleri Bakanımız da bunların “dünya” ile paylaşılacağını ilan etti. 
Erdoğan’ın “@Turkish Presidency” tweet’lerini saymazsak, polisimizin performansı konusunda “dünya” ile ilk kez bir “paylaşım” yapacaktık.
İşin bir ayağında da yine ve maalesef Trump vardı. 
Ve yine tehdit ediyordu!.. 
Çok şükür, hedefte biz değil bu kez Suudiler idi. 
Bu Papaz fiyaskosundan sonra “Bağımsız Türk adaleti” için önemli bir fırsat. 
Bu kez inşallah “gizli tanık” falan kullanmayacaktık. Eğer kullanacaksak da davaya mutlaka “gizli savcılar” ve “gizli hâkimler” bakmalı. 
Ki Papaz’da yaşadıklarımızı bir de Cemal Kaşıkçı davasında yaşamayalım. 
Derken... Allah’a şükür ki Suudiler Türk polisi ve Türk yargısının önünü kesti. 18 gündür dünya ile alay eder gibi davrandılar, sonunda Kaşıkçı’yı “yok ettiklerini” kabul ettiler. 
Böylece “etkin pişmanlıktan” yararlanıp Trump’ın milyarlarca dolarlık silah siparişlerini iptal etmesini önlemek istiyorlar. 
Ancak, devlet değil, IŞİD’den ve Boko Haram’dan daha beter bir vahşet örgütü olduklarını da dünya âlem görmüş oldu. 
Bu iğrenç vahşeti çölden fışkıran milyarlarca dolarlık zenginlikleriyle ve dünyanın dört bir yanından akıp gelen hacı adaylarının bırakacağı servetle kapatmalarına izin verilmemelidir. Kendi silahsız savunmasız vatandaşına tuzak kurup öldürmek, sonra da ülkeden özel insan kasabı gönderip bedenini parça parça etmek, Arapsabunu ile yıkanıp temizlenebilecek bir barbarlık değildir. 
Başta Trump’ın ABD’si ve Merkel’in AB’si, tüm dünya, Suudi adlı bu kanlı örgüte en ağır cezayı kesmez ise uygarlık “Petrodolar”a yenik düşmüş olacaktır.
Şimdi ilk atılması gereken çok sembolik bir adım var; Suudi Başkonsolosluğu sokağının adını “Cemal Kaşıkçı” diye değiştirip ilk cezayı kesmek.

Yerindelik merindelik 
Anayasamız değilse de, dünyanın en sağlam yönetmelikleri bizde. 
8 Ekim 2013 tarihli “yamuk” bir yönetmelik ancak 5 yıl sonra düzeltilebildi. 
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ilkokullarda söylenen “Andımız”ın “olumsuz hava koşullarında söylenme zorluğu” gerekçesini Danıştay hukuka uygun bulmadı. 
Adalet bakanlarının yenisi de eskisi de buna çok sinirlendi. İkisi de “Danıştay ‘yerindelik’ kararı veremez!” diyorlar. Haklılar. Demek ki “And”da hiç yerinde olmayan, onları çok rahatsız eden sözcükler var: 
“Türküm”, “Doğruyum”, “Çalışkanım”, “Küçükleri korumak”, “Büyükleri saymak”, “Yurdu ve milleti özünden çok sevmek!” 
Bunu içtenlikle ilan ettikleri için onlara teşekkür etmeliyiz.

***

Reis, cuma günü mübarek bir tespit yaptı: 
“Dünyadaki 500 üniversite arasında bizimkilerin esamisi okunmuyor!” 
Verilmiş sadakamız varmış ki okunmuyor. 
Okunsa idi, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü’nünki, ezan niyetine 5 vakit okunurdu: “Batı’dan çatışma kültürü ürünü birçok seküler haklar getirdiler: İnsan hakkı, işçi hakkı, kadın hakkı, çocuk hakkı. Eskiden kul hakkı diye bir şey vardı!” 
Rektör Bey haklı. Ama bu en son lafı başına çok iş açabilir. Sanal ortamda dolaşan eski bir Reis kaydı var: “Eğer bir gün duyarsanız ki Tayyip Erdoğan çok zengin olmuş, bilin ki haram yemiştir.” 
Siyasete ilk adımı attığı günlerde “Kul hakkı yemeden zenginlik olmaz” diyor. 
Ama sonraları pek “kul hakkı” lafı etmiyor. 
Belli ki, sermaye düşmanı, din istismarcısı ya da solcu denilmesinden korkuyor. 
Demek korkunun ecele faydası var ki, böyle bir şey olmuyor!

Kader - mader 
“Ülkeler için coğrafya, bireyler için de kayınpeder kaderdir!” diye yazmıştık. 
Sağ olsunlar, Cumhuriyet’in gayr-i kabili kıyas bir okur kitlesi var. 
Antalya Gazipaşa’dan A. Osman Samancılar, e-posta ile adeta posta koyuyor. 
“Kayınpeder elbette kaderdir. Ama damatlar için değil, iç güveyileri için!” 
Hayda! Haklı olabilir. Biraz araştırdık. İkisi arasındaki farkı en net açıklayanın Aziz Nesin olduğunu gördük: 
“Kayınpederinin evinde pijama ile dolaşan adam, iç güveysidir.” 
Bakanlık ve hatta ucunda cumhurbaşkanı halefliği bile olsa parlak bir statü değildir. 
Yoksa, “durum içgüveysinden hallice!” diye bir deyimimiz olmazdı. 
Gelelim okurumuzun itirazına: 
“Türkçede nikâhla kazanılan çok sıfat var. Eski başbakan Tansu Çiller’in eşiÖzer Bey’e de enişte denirdi. Eniştenin yazdığı kitaplardan biri de ‘Yaşam Düşüncedir’. Belli ki kendi hayat deneyiminden süzülmüş öneriler sunuyor. ‘Eş seçerken kayınvalideye dikkat edin!’ diyor. (Sayfa: 287). Lütfen yazıyı düzeltin; kayınpeder değil, kayınvalide de kaderdir!”
Düzeltiyor ve özür diliyoruz.