Gündem

'Arınç'ın sözleriyle teselli bulanlara yazıklar olsun!'

Abdullatif Şener: 'Etkili olarak gördüğünüz kişi ve kurumlar hırpalanıyor. Ve onları hırpalayanlar sırtlarını baştakilere dayamışlar

17 Ağustos 2010 03:00

T24 - Bülent Arınç'ın geçtiğimiz günler de Mustafa Balbay'ı ve Tuncay Özkan'ı kastederek dile getirdiği 'Bu feryada kulak vermeli' söylevine tepki gösteren Abdullatif Şener: 'Etkili olarak gördüğünüz kişi ve kurumlar hırpalanıyor. Ve onları hırpalayanlar sırtlarını baştakilere dayamışlar. Baştakiler de uzunca bir süre onların hırpalanmasını, kendilerine güvenerek onları hırpalayanların hırpalamalarını seyrettikten sonra arada bir, ‘Ya o kadar da yapmayın, olmaz ha!’ diyor. Bunu duyan hırpalananlar da, ‘Gördünüz mü Başbakan Yardımcısı bizi destekledi’ diye teselli buluyor. Yazıklar olsun o teselli bulanlara!' dedi.

Referandum ve gündeme ilişkin sorularını Abdullatif Şener'e yönelten Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'nın haberi:

Referanduma sunulan Anayasa paketinde yargıya ilişkin değişikliklere gelememiştik. Siz referanduma “evet” derken yargının tarafsızlığının tehlikeye gireceğini düşünmüyor musunuz?

Birincisi, bu Anayasa paketi Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden geçti mi? Geçti. Üstelik Anayasa Mahkemesi, “Mevcut üyeler değişirse Anayasa Mahkemesi tamamen hükümetin kontrolü altına geçecek” dediğimiz üyeleriyle bu paketi denetlemedi mi? Denetledi. Ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısıyla ilgili fazla bir değişiklik yapmadı. Muhalefet iddiaları açısından burada bir çelişki yok mu? Bence var. Veya yoksa yargı şimdiden mi iktidar yandaşı bir yargı haline dönüştü? Belki bunu da sorgulamamız lazım. Aslında asıl bunu sorgulamamız lazım. İki maddeden hareketle Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısıyla bağlantılı olarak muhalefet yargının hükümetin kontrolü altına geçeceğini iddia ediyor. Doğrusu böyle değerlendirmiyorum ben. Her şeyden önce asıl üye sayısı 11’den 17’ye çıkacak. 6 üye nereden gelecek? Yedek üyeler asıl hale gelecek. Bir Sayıştay’dan gelecek, bir de Baro’dan gelecek. Dolayısıyla bu Anayasa Mahkemesi’ni hükümetin kontrolüne sokacak bir durumu ortaya çıkarmıyor. Üyeleri tek tek bu hükümet yanlısı mıdır, bu muhalefet yanlısı mıdır diye değerlendirmeye gerek yok. Veya HSYK’nın yapısına baktığımızda 7 asıl üyeden meydana gelen HSYK üye sayısı 22’ye çıkıyor. Şu andaki 7 üyeden 2’si hükümetin temsilcisi. Biri bakan ve müsteşar olmak üzere, geri kalan 5’ini de Cumhurbaşkanı atıyor. Şimdi bu 22 üyeden 2’si yine hükümetin temsilcisi oluyor, 4’ünü Cumhurbaşkanı atıyor, geri kalan 16 üye ne hükümete onaya gidiyor, ne Cumhurbaşkanı’na gidiyor. Bu kurumlar kimi seçerlerse o geliyor.


TÜRKİYE SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEKİ GİBİ... 

Eski Yargıtay Başkanı Prof. Sami Selçuk bu konuda, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştiriyorsunuz, çoğaltıyorsunuz sayıyı, bu doğru. Anayasa Mahkemesi’ni çoğaltıyorsunuz, bu da doğru. Ama, biz yıllardan beri bir şey söylüyoruz, bir ülke gösterin ki, Adalet Bakanı Müsteşarı HSYK’nın üyesi olsun. Var mı böyle bir ülke? Yok. Çünkü Adalet Bakanı’nın yanında, müsteşarı da koyarsanız, bu Adalet Bakanlığı’nın kendiliğinden iki oyu var demektir. Bu durumda ‘Sayı çoğalıyor, etkilemez’ denemez. Çünkü inisiyatif onlarda.” Peki ya bu sözlere hak vermiyor musunuz? 

Hayır. Ben yargının hükümetin kontrolüne geçeceğini düşünmüyorum. Zaten Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu son gerekçeli kararda da HSYK’nın paketle ortaya çıkacak yapısının daha demokratik olacağına vurgu var. Ben bu yapıyı çok önemli bir değişiklik olarak nitelendirmiyorum. Ama muhalefetin özellikle iddia ettiği gibi bir anlam yüklemenin de sağlıklı bir hadise olduğu kanaatinde değilim. Eğer atamalar yargıyı hükümetin yargısı haline dönüştürecekse, bilelim ki bir sene içinde HSYK’nın yapısında da Anayasa Mahkemesi’nin yapısında da hükümet ve cumhurbaşkanı etkisi daha belirgin hale gelecek zaten. Yani bu paket olmasa bile, muhalefetin bu pakete yüklediği anlam, kendiliğinden bir yıl içerisinde tamamlanacak.


Sonuç ne olur sizce?

Benim kamuoyundan edindiğim izlenim “evet”ler çok çıkacak. Ama esas olay şu; yine bu ülkenin ayları heba edilmiştir. Hep aynı mantık. Soğuk savaş dönemi tarzı, kavga, kin, nefret, toplumu ayrıştırma siyaset tarzı haline dönüşmüştür ve ülke sorunları çözümsüz hale getirilmiştir. 2007 seçimlerinden bugüne kadar Başbakan ve bu hükümet iyi diyebileceğimiz ne yapmıştır? “Şunu da yaptılar, bravo!” diyebileceğimiz bir şey var mı ortada? Ülkenin yıllarını, aylarını heba ettiler. İşte anayasa!.. Ne kadar abartıyorlar. Eğer kavgayı bir siyaset tarzı haline dönüştürmüş olmasaydı Başbakan, hiç referanduma gitmeden bundan daha köklü bir anayasa değişikliği yapılabilirdi. Biz sivil, tam demokratik bir anayasadan yanayız. Bu gerçekleşebilirdi. Ama maalesef Başbakan açısından kavga ve didişme önemlidir. Bence şimdi de çok fazla anlam yüklenmesinin doğru olmayacağı bir paket üzerinden kendi siyaset tarzını devam ettiriyor, vatandaşı ayrıştırıyor. Ve bu ayrışma üzerinden siyasi kazançlarını hesap ediyor. Bir de şu var; Başbakan neden ülkeye zarar verdiği halde kavgaya dayalı bir siyaset yapıyor? Belirttiğim gibi birincisi siyasi kazançları var, ikincisi de kavga ve gürültünün arttığı bir ortamda yolsuzluklar çok yaygınlaşır ve görünmez olur. Bu da Başbakan’ın yönetim anlayışına çok uyuyor. 


Mesela? Yine elinizde Galataport gibi bir dosya var mı?

Siz basın olarak bazı şeyleri fark etmiyor musunuz? Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar yaygın bir yolsuzluk dönemi olduğuna bilmiyorum. Bir ülkede demokrasi yara almışsa, standardı düşmüşse, o ülkede yolsuzluklar da haberleşmez, demokrasi de çöker. 


SEZEN AKSU’NUN EVET DEMESİNE NE DİYECEĞİM, ALLAH DERİM! 

Gülen Cemaati de anayasa paketine evet için çalışıyor, daha çok muhafazakâr-dindar kesimler evet diyor. Acaba sizin “evet”inizi de böyle mi görmeliyiz? Çünkü siz anlatırken anlıyorum ki “evet” derken aslında “hayır” diyorsunuz...

Bu küçük bir adım... 

Buna rağmen niye evet? Ben çok ikna olamadım... (Gülerek soruyorum) Sezen Aksu da evet dediği için mi yoksa?

Onların ne dediği önemli değil. Olması gereken ne ise onu yapmak lazım diye düşünüyorum. 

Evet demenin bu ülkenin hayrına olacağına inanıyor musunuz?

Ben bir siyasi partiyim. Bir siyasi parti olarak o paketin içeriğini analiz ederim. O içeriği analiz ettikten sonra bu bir olumlu adım mıdır, olumsuz bir adım mıdır bakarım. Çok önemli bir adım değil, ama küçük de olsa olumlu bir adım diye nitelendirdiğim için evet!

Sezen Aksu’nun evet demesine ne diyorsunuz?

Ne diyeyim, Allah diyorum!

Peki Arınç’ın Balbay ve Özkan’ı kastederek söylediği “Bu feryada kulak verilmeli” sözlerine ne diyorsunuz? 

Fazla bir anlam yükleyip tartışmaya gerek yok diye düşünüyorum. Bir süreç işliyor. Etkili olarak gördüğünüz kişi ve kurumlar yıpranıyor, hırpalanıyor ve hırpalattırılıyor. Ve onları hırpalayanlar sırtlarını baştakilere dayamışlar. Size böyle tanımlayayım. Baştakiler de uzunca bir süre onların hırpalanmasını, kendilerine güvenerek onları hırpalayanların onları hırpalamalarını seyrettikten sonra arada bir, “Ya o kadar da yapmayın, olmaz ha!” diyor. Bunu duyan hırpalananlar da, “Gördünüz mü Başbakan Yardımcısı bizi destekledi” diye teselli buluyorlar. Yazıklar olsun o teselli bulanlara! 

Başbakan Gazze’nin hesabını vermeli 

Siz Erdoğan için Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarısız siyasetçisi dediniz. Ama Gazze’den sonra, tüm Ortadoğu’da baştacı edildi...

Bir kere Gazze olayıyla ilgili olarak hükümetin sorumluluğu vardır. Oraya giden gemilerle ve bunu organize edenlerle Başbakan’ın, hükümetin görüşmeleri vardır. Maddi manevi hükümetin desteği olan bir yolculuktu bu. Bu gemiye milletvekilleri binmek istediği zaman Başbakan tarafından engellendiği söyleniyor. Dolayısıyla 600 civarında sivil vatandaşımızın içinde bulunduğu bu gemi Gazze’ye giderken bu gemide bulunanların mal ve can güvenliği konusunda tedbir almayan Başbakan da, hükümet de sorumludur. Diğer taraftan İsrail, içinde Türk vatandaşların da bulunduğu Mavi Marmara’yı uluslararası sularda bastı... Dokuz vatandaşımız hayatını kaybetti.

Çok sayıda vatandaşımız yaralandı, yüzlerce vatandaşımız tüm dünya televizyonlarının önünde ellerine kelepçe vurulmuş şekilde, esir muamelesi yapılarak gözaltında tutuldu. Üzerinde Türk bayrağı bulunan gemiler limana çekildi ve esir gemi görüntüsü dünyaya verildi. Böyle onurumuzu rencide edici bir durumla bu ülke cumhuriyet kurulduğundan bu yana hiç karşılaşmamıştır. Sadece Kıbrıs olaylarını söyleyebiliriz. Onda da Kıbrıs’ın yarısını aldık. Bu ülkenin onurunu, gururunu kıracak bir durum ortaya çıkıyor, hükümetin yaptığı ne var? Hiçbir şey. Kuru laf söylüyor.

Önce Başbakan bu işin hesabını versin. Almadığı güvencenin, sağlamadığı garantilerin hesabını versin. Ama hayret ediyorum. Başbakan neyi yanlış yaparsa, hükümet neyi berbat ederse televizyonlarda, gazetelerde bir ton aydın, gazeteci, geçmişteki fikri ve zikri de aynı olmadığı halde hükümetin ve Başbakan’ın yanlışlarını mantıklı hale dönüştürmek için gece gündüz çaba harcıyor. Ve hiç ummadığım insanlar Gazze olayından kârlı çıkanları, zararlı çıkanları listeliyor. Kârlı çıkanların içinde Başbakan ve partisi var. Bu ülkenin onurunu kıran, rencide eden bir Başbakan nasıl kârlı çıkar? Özet itibariyle şunu söyleyeyim, ekonomi, dış politika, terör, ülkedeki yönetim anlayışı, yolsuzluklar, ortada bırakılan açılımlar, hepsini bir topladığınız zaman normalde bu iktidarın oyunun yüzde 10 barajının altında olması lazım. Ama tüm basın camiası ve bu ülkede aydın geçinen herkes bilsin ki iktidar partisi bu haliyle yüzde 10’un üzerinde kaç oy alırsa, hepsi basının ve aydınların iktidar partisine armağanıdır. Hepsini kutluyorum!