T24 - Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, cezaevindeki Mustafa Balbay'ı kastederek, ''Kaldı ki onların cezaevi şartlarını düşünelim. Bugün gazeteci milletvekili arkadaşımız var içeride. Her zaman söylüyorum, milletvekilinin yeri parlamentodur. İçerideyken seçilmiş olması onun derhal tahliye edilmesini gerektirir. Bunun lamı, cimi yok'' dedi.
Arınç, dün Başbakanlık Merkez Bina'da Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Atilla Sertel, Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin ile beraberindeki cemiyet başkanlarını ve gazeteci derneklerinin başkanlarını '10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü' dolayısıyla kabul etti.
Sertel, görüşmenin başında Arınç'a gazetecilerin vizesiz, gri pasaportla seyahat edebilmelerine imkan sağlamasından dolayı teşekkür etti. Sertel, gazetecilerin yıpranma paylarının geri getirilmesi talebini Arınç'a ileterek, sosyal ve ekonomik isteklerini dile getirdi. Sertel, hapisteki gazetecilerin tutukluluk sürelerinin bin günü aştığını ifade ederek, gazetecilerin özgürce yazabilmeleri ve konuşabilmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasını istedi. Arınç, medyanın dev bir sektör olduğunu dile getirerek, “Sorunları talepleri var. Talepleri yerine getirmek bizim görevimiz” diye konuştu.
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Basın İlan Kurumunun çalışmaları hakkında gazeteci örgütlerinin yöneticilerini bilgilendiren Arınç, sarı basın kartı sahiplerinin avantajlarını genişleterek devam ettirmek arzusunda olduklarını kaydetti. Arınç, yıpranma payının bir zamanlar bulunduğunu ve artık kalktığını hatırlatarak, kıdem tazminatı ile ilgili gelişmeler bulunduğunu bildirdi.
'Yargıtay kararları farklı şekilde tecelli etmeye başladı'Arınç, basın ve ifade özgürlüğünün bugünlerin güncel konusu olduğuna dikkati çekerek, “Cezaevinde tutuklu veya hükümlü gazeteciler vardır. Samimi olarak tekrar söyleyeyim. Yüzde 80'i Terörle Mücadele Kanununa aykırı eylemleri ve faaliyetleri sebebiyle tutuklu veya hükümlü” ifadesini kullandı.
Arınç, Terörle Mücadele Kanunu'nun 6,7 ve müteakip maddelerinde değişiklik yapılmadığı takdirde ve “özellikle belli amaçlarla çıkan gazetelerin çalışanlarının” tehdit altında kalmaya devam edeceklerini belirterek, şunları söyledi:
“Terör örgütünün propagandasını yapma, terör eylemlerine şu şekilde veya bu şekilde katkı sağlamak, okuduğu bildiri bile olsa örgütle doğrudan bağlantılı sayılmak, Terörle Mücadele Kanunu Kanunu içerisinde var. Bunun cezaları 2006'da yapılan bir değişiklikle artırılmış. O zaman demişler ki; terörle mücadelede daha etkili olmak için bunların cezasının artması lazım. Şimdi, şimdi içeridekilere bakınız. İsimleri de var, sizde de var, bizde de var. Birbirine eklenip bir de katlandığı zaman bu cezaların süresi fazla oluyor, hem de buradan kaçıp kurtulmak mümkün olmuyor. Oysa son yıllarda Yargıtay kararları farklı şekillerde tecelli etmeye başladı. Mesela 'Sayın Apo' dediği zaman birisi terör örgütünün liderinin ve hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası olan bir kimseyi övücü mahiyette kabul edilmiş, ceza verilmiş. Başka bir zamanda başka biri bunu söylemiş, mahkeme beraat kararı vermiş. Beraat kararını Yargıtay onamış. Şimdi iki farklı içtihatla karşı karşıyayız. Şimdi artık en azından bunu bir propaganda suçu olmaktan çıkarmak bence aklen ve mantıken doğru olacaktır.”
'Basın özgürlüğünün önünde engel gibi görünen hususlarda iyileştirme yapalım'Arınç, propagandanın kendi unsurları içinde gözden geçirilmesi gerektiğini dile getirerek, “En azından düşündüğü ve yazdığı için örgüt üyeliğinden, hem propaganda suçundan ayrı ayrı cezaların alınmasını ve birleştirilmesini de çıkarmak lazım. Bu benim şahsi düşüncem. Bu düşüncemi paylaşan çok az insan var şu anda. Neden? Çünkü terör var, terör örgütü, terörist faaliyetler var. Bazen 24 tane askerimizin canını alıyor, bazen karnında 8 aylık çocuğunu taşıyan anneyi hedef alıyor. Bazen Bingöl'de olduğu gibi üzerine atlayarak çocuklarını kurtarmak isteyen bir kadınımızın, bacımızın hayatına son veriyor. Bu kadar acımasız, bu kadar gözü dönmüş bir örgütün bulunduğu yerde 'Kardeşim sen neden bahsediyorsun' da denebilir. Ama fikir ve düşünce özgürlüğü bütün özgürlüklerin üzerindedir. Yani tarif öyledir” değerlendirmesinde bulundu.
Arınç, ifade özgürlüğünün bütün özgürlüklerin bileşkesi olduğuna işaret ederek, bu konuda Adalet Bakanı ile bir çalışma içinde olduklarını ve muhalefet partilerinin de desteklerini beklediklerini kaydetti. Arınç, “Terörle sonuna kadar mücadele edelim. İfade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün önünde engel gibi görünen hususlarda bir iyileştirme yapalım. Şahsi kanaatimi söyleyeyim; hazırlıklarımız var. Bunu Bakanlar Kuruluna takdim etmedik” dedi.
'Lama cimi yok tahliye edilmesi lazım'Arınç, tutukluluk süreleri ile ilgili olarak ise “Kimsenin cezaevine atılması ve uzun süre içeride kalması bizi memnun etmez. Kendinizi o kişilerin yerine koyun. Bir saniye, bir dakika, bir gün şahsi hürriyeti bağlayıcı ceza bir insan için en büyük işkencedir. Bırakın cezaevine konmayı, şu kapıyı dışarıdan kilitlesem, bir gün yalnız başına kalacaksın desem, herhalde bundan daha büyük bir acı, bundan daha büyük bir eza olamaz. Kaldı ki onların cezaevi şartlarını düşünelim. Bugün gazeteci milletvekili arkadaşımız var içeride. Her zaman söylüyorum, milletvekilinin yeri parlamentodur. İçerideyken seçilmiş olması onun derhal tahliye edilmesini gerektirir. Bunun lamı, cimi yok. Sevdiğim için, beğendiğim için, aynı partiden olduğum için söylemiyorum. Milletin oy vererek parlamentoya gönderdiği insanı hiçbir sebeple içeride tutmaya hakkınız yok” ifadelerini kullandı.
'Kaçarsa kaçsın'Tutuksuz yargılananlar için “kaçma” ihtimali bulunduğu yönünde söylemler bulunduğunu anlatan Arınç, şöyle devam etti:
“Kaçarmış, şöyle yaparmış, böyle yaparmış, milletin verdiği karara yargının da saygı duyması lazım. Bunu Meclis kürsüsünden söyledim. Ama ne gariptir, anamuhalefet partisinin temsilcileri bile 'Bu adam timsah gözyaşı döküyor. Bu adam samimiyetsiz' diye beyanat verdiler. Başlarında da hakime hanım olduğunu bildiğimiz bir grup başkanvekili olmak üzere. Milletvekili olan da olmayan arkadaşlarımız da var. Gazeteciler ve hangi meslekten olursa olsun, tutukluluk istisnai olmalı. Deliller toplanmışsa, yargılama devam ediyorsa, toplumdaki sıfatı falan, bunlarda subjektif bir değerlendirme olabilir, kaçma endişesi altında bir insan sürekli kalamaz, mutlaka mahkemenin bunu değerlendirmesi lazım. Bana kızanlar 'Bak bir tanesi kaçtı' diyorlar. Tümgeneralin birisi kaçmış, kaçarsa kaçsın. Geneli için bunu söyleyemezsiniz. Kaçarsa kaçsın. Kaçarsa yakalayacaksın, yakalayamıyorsan da bırak nereye kaçarsa kaçsın. Yani o örneğe bakarak içeridekilerin hepsi kaçacak gözüyle bakamazsın sen. Kaçan kendine yazık eder. Yargılanması, aklanması veya suçunun karşılığını görmesidir aslolan. O bütün bir ömür boyunca bunun ayıbını yaşayacaktır. O insan kaçtı diye içeridekilerin hepsi kaçacak diye bakamazsınız, bakmamalısınız.”
Arınç, insani olandan yana olduklarına işaret ederek, şunları kaydetti:
“İçeride tutuklu ya da hükümlü olanların yakınlarından birisi çok ağır hasta ise hatta vefat etmişse onu gidip görmesi için izin veren bir kanunu konuşuyoruz. Ne kadar güzel. Yani içeridekinin acısının 10 misli daha katlanmasından ziyade, 'Gidip annemi son defa göreyim. Babamı son defa göreyim. Kardeşim ile helalleşeyim demesi' bir insanın insanlık vasfıdır. Buna hangi kanun engel olabilir veya olmalı. Ama aynı şey Apo için de geçerli olacak mı? Evet belki de olacak. Ama Apo'ya bakarak içerideki yüzlerce insanın bir haktan mahrum olmasını dikkate almamak lazım. Ben bu Meclis'te bunu gördüm maalesef. Öğretim ile ilgili af kanunu çıkartılıyor. Hemen 'Bundan Apo da istifade eder mi?' Allah Allah... Apo bir defa ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum. Sen onun bu haktan mahrum olmasını düşünüyorsan, doğru da düşünüyor olabilirsin. O zaman dersin ki, şu cezaya mahkum olanlar bundan istifade edemezler. Ama o korkuyu göstererek yüzlerce insanın eğitim hakkından mahrum edilmesini ben anlayamıyorum doğrusu.”
'Korkulardan kurtulmamız lazım'“Korkulardan kurtulmamız lazım” diyen Arınç, insani olanda karar verilmesi gerektiğini ve bütün işin de yargıya düştüğünü söyleyerek şunları belirtti:
“Biliyorsunuz benim konuşmalarımı mahkeme başkanına anlatan avukatlara ve sanıklara verilen cevap şudur; 'Bu konuşmalardan bizim haberimiz yok, bizi ilgilendirmez.' Yargının durumu böyledir. Yargı bağımsızdır. Kararları kendi içinde denetime tabidir. Benim söylemem onlara talimat olarak zaten algılanmamalı. Ben temennimi ifade ediyorum. Ben yargıç olsaydım böyle karar verirdim diye düşünüyordum. Ama onların nasıl karar vereceğini benim buradan söylemem mümkün değil. Bizim yargıdan beklentimiz yazılı hukukun şanına biraz da vicdanlarını koyacaklar. Yazılı hukuku uyguluyorsun. Hukuku uygulayan yargıçtır. Yargıcın yorumudur. Böyle bir kanun maddesini sen özgürlükçü yorumla ele alırsan, özgürlük olur. Baskıcı yöntemle ele alırsan cezanın katmerlisini verirsin. İş sende, yorumu sen yapacaksın ve o yorum eğer gerçekten hukuka, vicdana uygunsa emin olun yargıtay onu onar. Ceza Genel Kurulu onu onar.”
Arınç, 1985 yılında İzmir'de yaptığı bir konuşma nedeniyle yargılandığını ve 5 sene hapis cezasına çarptırıldığını dile getirerek, “1,5 saat konuşmuşum, bir cümlemden dolayı. O zaman 163. madde var. 9. Ceza Dairesine geldi dosyam. Dediğim, ceza dairesi bozdu. 1,5 saatlik konuşma, 15 sayfalık gerekçeli kararı bir tek cümle ile bozdu; 'sosyal devlet düzenini eleştirmek suç değildir.' Altın harflerle yazılması lazım” dedi.
Arınç, DGM'nin ısrar etmesi üzerine kararın Ceza Genel Kurulu'na geldiğini ve aynı gerekçe ile kararın yine bozulduğuna işaret ederek, “Orada hakimler var. Vicdanlı insanlar var. Bozmadıkları içeride 22 ay yattı, ondan sonra çıktı. Bugün, Yargıtayın kararları özgürlükçü anlayışta olursa büyük bir paydaş bulacağına inanıyorum. O yüzden yargı bu sorunu kendisi çözecek. Bizim talimatımızla çözülecek filan değil. Doğru da değil. 3 tane erk var. Yasama, yürütme ve yargı. Ben yasamanın mensubuyum, aynı zamanda yürütmenin içindeyim. Yargıya ben sadece düşüncelerimi ifade ediyorum. Onların bu konuda gerekli olanları söylemesi, yapması gerekir” diye konuştu.