23 Ağustos 2011 03:00
T24 - Wikileaks belgelerini yayımlayan Taraf gazetesi, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey'in kaleme aldığı kriptoyu yayımladı. Kriptoda, Jeffrey, "Din, AKP ve derin devlet konularında bölündükleri gibi, Kürtler, Türkiye’nin Kürtlerinin “Atakürt”ünün kim olması gerektiği konusunda da anlaşmazlık halindeler. Kürtlerin lideri kim?" dedi.
Taraf gazetesinde "Aranan Atakürk bulundu mu?" başlığıyla yayımlanan (23 Ağustos 2011) yazısı şöyle:
Aranan Atakürk bulundu mu?
Gerçek anlamda bir demokratik düzene geçmesinin önündeki en büyük engeli oluşturan Kürt meselesine eşitlik temelinde bir çözüm getirmeyi bugüne kadar başaramayan Türkiye, kendini yine, siyasetin zayıf kaldığı, şiddetin baskın çıktığı bir sarmalda buldu. PKK’nın şiddet eylemleri ve TSK’nın sınırötesi harekâtı derken, dünTaraf ’ın sürmanşetinde Kürdistan Özgürlük Şahinleri’nin (TAK) sivilleri terörle tehdit eden o korkunç açıklaması vardı. Bugünkü manşetimiz ise, siyasi alanı etkin biçimde kullanmak yerine, maalesef son dönemde şiddete alan açan BDP’lilerin, Apo ile görüşme talebini duyuruyor. Bir yanda ölüm tehdidini şehir merkezlerine taşıyan bir örgüt, öte yanda PKK lideriyle devlet arasındaki müzakere konusunda bilgi alma ve masada sağlanacak bir çözüme şans tanıma arayışı. Biz ikincisinden yanayız. Esasen, PKK şiddetine, ondan bağımsız görmediğimiz TAK terörüne ve tabii, devletin bunca yıldır sorumlusu olduğu eşitsizliğe, baskıya, zulme ve cinayetlere meydan bırakanın da siyasetsizlik, diyalog eksikliği ve bu eksiklik giderilmeye başladığı zaman bile baskın çıkan demokratik hazımsızlık olduğunu düşünüyoruz. Bu düşüncelerle, “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” dosyamızda bugün, Kürt siyaseti ve Kürt şiddetine ilişkin güncel gelişmelere ışık tutan iki kriptoya yer verdik. İşte Amerikan belgelerinde, Kürtleri bölen siyasi fay hatları ve TAK tehdidinin perde arkası...
25Mart 2009’da ABD’nin Adana Başkonsolosluğu’nda Birinci Kâtip Eric Green’in kaleme aldığı ve Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin onayıyla merkeze gönderdiği “KİŞİYE ÖZEL” telgrafın başlığı:“GÜNEYDOĞU’DAKİ KÜRTLER ARASINDA İDEOLOJİK FAY HATLARI.” Üzerinden neredeyse iki buçuk yıl geçmiş olsa da, gerek Kürt siyasetindeki liderlik boşluğuna ilişkin tartışma, gerekse demokratik açılımın Kürtler arasındaki derin görüş ayrılıklarını büsbütün ortaya çıkardığı tezi nedeniyle, “eskimemiş” bulduğumuz telgrafın tam metni şöyle:
(1) ÖZET: Ocak 2009’da Türkiye’nin Kürtçe yayın yapan ilk devlet televizyon kanalının açılması, Türk hükümeti ile Kuzey Irak arasındaki ilişkilerin ısınması, Ergenekon davasında soruşturmaların sürmesi ve bir zamanlar tabu olan konuların tartışılması için aydınların ve medya mensuplarının evsahipliğinde düzenlenen konferanslar, Kürt meselesinde ileri yönde önemli hareketlerdir. Güneydoğu’da irtibatta olduğumuz kişilerle yakın zamanda yaptığımız görüşmeler, bu siyasi açılımların, Kürt camiasında giderek büyüyen ideolojik fay hatları yarattığını ortaya koymuştur. Bölünmenin kalbinde dinsel kimlik, demokratik amaçlara ulaşmakta silahlı mücadelenin etkin bir yöntem olup olmadığı tartışması, Kürtlerin kime sadakat göstermesi gerektiği ve Kürt kimliğinin uygun ifadesinin ne olduğu vardır. Hem AKP hem PKK tarafından halkın onayının alınması olarak görülen 29 mart yerel seçimlerinin sonuçları da, bu tartışmanın gelecekteki istikametini belirlemekte önemli bir rol oynayabilir. YORUMUN SONU.
BAŞLICA FAY HATTI: DİN
(2) 7 martta Muhammed Peygamber’in doğum gününde, Diyarbakır’ın 12’nci yüzyıldan kalma Ulu Camii’nde Türkiye’de ilk kez devletin rızasıyla Kürtçe mevlit okundu. Mevlitten sonra, irtibatta olduğumuz kişiler, Türk Hizbullahı ve Gülen Hareketi ile yakın bağları olduğu düşünülen bir İslami örgüt olan Mazlum-Der’in düzenlediği halka açık etkinlikte 35 binden fazla müminin barışçı bir şekilde sokağa döküldüğü yolundaki medya haberlerini doğruladılar. Diyarbakır’ın en önde gelen kadın hakları örgütünün başkanı Nebahat Akkoç, bu katılımın Başbakan Erdoğan 21 şubatta seçim kampanyası çerçevesinde şehre geldiğinde ona destek verenlerin –basına göre 10 bin kişi— sayısından çok daha fazla olduğunu söyledi. Keskin biçimde seküler bir Kürt kimliği taşıması ve PKK sempatizanlarıyla tanınan bir bölge olan Diyarbakır’da doğup büyüyen Akkoç, Diyarbakır Kürtlerinin daha önce görülmemiş bir biçimde, böylesi bir dinsel bağlılık sergilemesine çok şaşırdığını ve hayalkırıklığı yaşadığını itiraf etti. Diyarbakır Gazeteciler Derneği Başkanı Faruk Balıkçı da, kendisinin ve birçok başka Kürdün, AKP’nin devam eden asimilasyon kampanyası olduğuna inandıkları, dinin ve İslamî cemaatin gemini ağzına vurmak suretiyle Kürt meselesini susturma çabası olarak gördükleri şeye işaret edip, Akkoç’un fikirlerini tekrarladı.
Avukat Sezgin Tanrıkulu (şimdiki CHP Genel Başkan Yardımcısı) ise meselenin özünü daha basit bir paradigmaya indirgedi: Solcu Kürtlere karşı İslamcı Kürtler. AKP’nin devam eden seçim başarıları, bu fay hattını Kürt Güneydoğusunda yüzeye çıkardı. Tavukyumurta ikilemi bariz: AKP’nin seçim başarısı zaten dindar olan Kürtlerin PKK’nın ateist gölgesinden çıkması için siyasi bir koruma mı sağlıyor? Yoksa, seküler Kürtler, bağışlar ve tarikatların (dinî cemaatlerin) güçlenmesi yoluyla, dini yaymaya dönük örgütlü bir çabanın karşısında geri mi çekiliyorlar? Tanrıkulu, 15 şubatta Erbil’de yapılan Kürt meselesi konulu son Abant Platformu toplantısının (Gülen’in sponsorluğunda ama sözde bağımsız), eğer “solcu Kürtler” kendilerini marjinalize edilmiş hissetmeseler çok daha başarılı olabileceğini söyledi. Buna karşılık, solcuların duyduğu antipati, toplantıyı boykot etmelerine ve çıkacak sonuçları gayrımeşru ilan etmelerine yol açtı. Tanrıkulu, bunun arkasında kısmen, kendisinin kontrol etmediği bütün sesleri susturma gayretindeki PKK’nın ve aynı zamanda, artan İslamî nüfuzdan korkan diğer Kürtlerin olduğunu söyledi. Solcu Kürtler İslamcı Kürtleri, ekseriya, etnik açıdan satılmış olarak görüyorlar ama aynı zamanda AKP’yi ve diğer unsurları, Kürt kitlelerini Müslüman cemaati ve birliği konusunda ruhani sloganlarla kandırmakla suçluyorlar.
SİLAH MI, DİL Mİ?
(3) Yazar ve entelektüel Altan Tan(BDP milletvekili) Kürt camiasındaki başka bir fay hattını açığa çıkardı: Kürt hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak şiddetin nasıl görüldüğüne ilişkin (fay hattı.) Birbirinden farklı muhtelif grupları temsil eden Kürtler – entelektüeller, İslamcılar ve orta sınıf mensupları– Kürt hakları için mücadelede kan dökmenin bir araç olmasını giderek artan biçimde reddediyorlar. Bu, resmî hedeflere yönelik PKK şiddetinin sonuç verdiğine inanan solcular için yeni bir güçlük oluşturuyor. Tan, bazılarının, şiddetin sürdürülmesini Kürt meselesini gündemde tutmanın bir yolu olarak gördüklerine dikkat çekti. Bu mantık, AKP’ye duyulan derin güvensizlikten de besleniyor. Eğer şiddet sona ererse, zafer AKP’nin olabilir (PKK’yı biz silahsızlandırdık!) ve Kürt hakları için hiçbir ilave adım atmayabilirler. Tanrıkulu bu korkunun mantıksız olduğunu söyledi ve DTP lideri Ahmet Türk’ün Birleşmiş Milletler’in “anadil” haftası nedeniyle Meclis’e Kürtçe seslenmesini örnek gösterdi. Türk devletinin Kürt meselesindeki ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmakta hangisi daha etkiliydi: Türk’ün devlete ait Meclis TV kanalındaki canlı yayının kesilmesine yol açan kısa konuşması mı (bu sırada TRT-6 Kürtçe yayınını kesintisiz sürdürüyordu): yoksa PKK’nın Ekim 2008’de Aktütün Jandarma Karakolu’na düzenlediği, 17 askerin ölümüne ve halkın infialine yol açan kanlı saldırı mı?
Siyasi alet çantalarında şiddeti de bulundurmak isteyen Kürtler, Abant Platformu’nunkine benzer toplantıları ve kısa bir süre önce yaygın övgü toplayan, kapsamlı Kürt Sorununun Çözümüne Dair Bir Yol Haritası’nı yayımlayan TESEV’in(Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı) çalışmalarını boykot ediyorlar. Esasen, beş yıl önce, Kürt meselesi konusunda bilumum Türk ve Kürt görüşünü temsil eden konuşmacılarla bir konferans düzenlemek imkânsız olurdu, zira hükümet buna izin vermezdi. Şimdi böyle konferanslara hükümet izin veriyor ama PKK, bu konferansların Güneydoğu’da yapılmasını engelliyor, çünkü Kürt yanlısı siyaset üzerindeki tekelini korumak istiyor.
Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar’a göre, AKP’ye yönelik şüpheleri kısmen, AKP kendisi beslemektedir. Aktar, AKP’nin tepeden inme girişimlerinin –Kürtlerin yararına olanların bile– güvensizlik ve antipati yarattığını, çünkü bunların, Kürtlerin kendi reform süreçlerindeki söz hakkının inkâr edilmesinin devamı olarak görüldüğünü söyledi. Otuz yıldır mücadele veren grupların marjinalize edilmesi ve DTP’nin –hakkıyla seçilmiş milletvekillerinin– siyasi meşruiyetinin inkârı, ateşi körüklüyor ve şiddeti masada tutuyor. (Altan) Tan, AKP’nin KRG (Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti) ile ilişkilerdeki buzları eritmeye öncülük etmesinin bile, süreçte pay sahibi Kürt çevrelerini devredışı bıraktığını söyledi. Tan, AKP’nin Kuzey Irak’la diyalogda sadece Dışişleri Bakanlığı bürokratlarını ve istihbarat ajanlarını kullandığını, gerçek siyasi aktörlerin devrede olmadığını belirtti. Parlamenterler, akademisyenler ya da halkın temsilcileri sürecin parçası olmadığı için, bu (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile normalleşme adımları kastediliyor) kötü saiklerle yapılan gizli bir anlaşma gibi görünüyor.
Aktar, özellikle –Başbakan Erdoğan’ın Güneydoğu’da bir zafer gibi kamuoyuyla paylaşmaya özen gösterdiği, Ankara’da ise fazla öne çıkarmadığı— TRT-6 kanalının açılmasına dikkat çekti. Tamamı Kürtçe olan yayınların harika olduğunu ve devlet televizyonunun her yerde konuşulan standart Kırmançi lehçesindeki yayınlarının, PKK’nın Roj TV’sini bile geride bırakarak, Türkiye’nin her yanındaki Kürtler için gerçek bir dersaneye dönüştüğünü söyledi. Aktar, buradaki sorunun, kanalın DTP’nin ve haklar için mücadele eden önde gelen hiçbir Kürt aktivistin katılımı olmaksızın lanse edilmesi olduğunu, bu durumun, AKP’nin kazanımını zayıflattığını ve partiyi, yapılan jestin samimiyetsiz ve geçici bir seçim hilesi olduğu şeklindeki bariz eleştirilere açık hale getirdiğini anlattı. TRT-6 yayınlarının içeriğine bile kuşkuyla bakılıyordu. Aktar dinsel yayınların arttığına dikkat çekti ve bu çabayı, çoğu Kürdün AKP’nin asimilasyon kampanyası olarak gördüğü şeye bağladı.
ERGENEKON FAY HATTI
(4) (Faruk) Balıkçı, Kürtlerin hafızasının kuvvetli ve acılarla dolu olduğunu ve hemen herkesin de köy boşaltmaları, taciz, akrabalarının öldürülmesi, kayıp aile fertleri ve arkadaşlar, haksız eziyet ya da dağda savaşan biriyle ilişkili olmak gibi tecrübeleri bulunduğunu söyledi. AKP’nin Ergenekon meselesini daha derinden sorgulama yönündeki girişiminin Kürtleri memnun etmesinin şaşırtıcı olmadığını belirtti. Ancak, “derin devletin” zulmünü, işkencesini ve yasadışı infazlarını eşelemek, aynı zamanda Ergenekoncuların Kürtleri kontrol altında tutmak için kullandıkları diğer bir sıradışı aracı da gün ışığına çıkarıyordu ki, bu Türk Hizbullahı gibi aşırılık yanlıları vasıtasıyla dinin kullanılmasıydı. Batmanlı avukatlar Sabih Ataç ve Zekeriya Aydın, AKP’nin Kürt kimliği meselesini tersyüz etmek için on yıllar sonra hâlâ dini kullandığına dikkat çektiler. Dolayısıyla AKP, köklerinin 1971’e gittiği söylenebilecek olan Ergenekon çetesini bölüp parçalarken, Batmanlı avukatlara göre, bir yandan da, Kürtleri idare etme konusundaki eski teknikleri öğrenip not ediyordu. Akkoç gibi Ataç da, Muhammed Peygamber’in doğumgünü etkinliğinde Hizbullah’ın aktif örgütleyici olmasının endişe verici bir gelişme olduğuna işaret etti.
KÜRTLER ADINA KİM KONUŞUYOR: HÂLÂ BİR “ATAKÜRT” MÜ ARANIYOR
(5) Din, AKP ve derin devlet konularında bölündükleri gibi, Kürtler, Türkiye’nin Kürtlerinin “Atakürt”ünün kim olması gerektiği konusunda da anlaşmazlık halindeler. Kürtlerin lideri kim? Diyarbakırlı avukat Tahir Elçi, bazılarının PKK lideri Abdullah Öcalan’ı bazılarının da Mesud Barzani’yi işaret ettiklerini; kimilerinin siyasi lider ve insan hakları avukatı Şerafettin Elçi’den, diğerlerinin de DTP lideri Ahmet Türk’ten söz ettiklerini anlattı. Barzani’yi Kürdistan TV ’de kendi siyasi meclisine hitap ederken, yerel giysiler içinde gördüklerinde, Türk Kürtleri (Bu terim telgrafta aynen böyle kullanılıyor; “Türkiye Kürtleri” yerine, “Türk Kürtleri” demenin Amerikan diplomatik dilinde yadırganmadığı anlaşılıyor) büyük bir gurur ve saygı duyuyorlar. Peki ama Süleymaniye’ye taşınmak isterler mi? Elçi, “Asla olmaz” diye tepki veriyor. Diyarbakırlı bir işadamı bize Kuzey Iraklı Kürtlerle Türk Kürtlerinin on yaşında birbirlerinden ayrılıp elli yaşında tekrar birleşen erkek kardeşler gibi olduklarını anlattı. Dolayısıyla da, Barzani’nin KRG’deki(Kürdistan Bölgesel Hükümeti) nüfuzunun, sınırın bu tarafına taşmayacağını söyledi ama Öcalan’ın çekim gücü de azalıyordu. Tan, bize yeni “Atakürt”ün, solla iyi ilişkileri olan ılımlı İslamcı bir Kürt olması gerektiğini ve kendisinin hâlâ böyle birini aradığını bildirdi.
YORUM
(6) İrtibatta olduğumuz birçok kişi, 29 mart yerel seçimlerini AKP’nin Kürt politikası konusunda bir referandum olarak tarif etse de, bu fay hatları, sonucun (ki oyların Güneydoğu’da iki taraf için de muazzam bir zafer ifade etmesi beklenmiyor) durumu daha net bir hale getirmeyeceğini düşündürüyor. AKP’ye verilecek oy “Biz hepimiz Müslümanız, kardeşiz” sloganının benimsenmesi m, yoksa PKK şiddetinin reddedilmesi mi olacaktır? DTP’ye verilecek oy, süren şiddetin desteklenmesi mi, yoksa Kürt kimliğinin resmî düzeyde daha fazla teyit edilmesi için bir çağrı mı olacaktır? Müslüman mevlitlerinde Kürtçenin kullanılması, Ergenekon soruşturması, TRT-6, İstanbul ve Ankara’da (üniversitelerde) Kürtçe lisan bölümleri açma düşüncesi, AKP’nin KRG (Kürdistan Bölgesel Hükümeti) ile ilişkilerinin ısınması Kürt meselesine on yıllardır görülmemiş bir ivme kazandırdı. Bu ilerleme, Kürtleri birleştirmek yerine Güneydoğu’daki halk arasındaki derin kırıkları ortaya çıkardı. İdeal olan, AKP-DTP rekabetinin, bütün fikir çizgilerinin şiddetin gölgesinden âzâde biçimde birbiriyle rekabet edebileceği daha olgun bir çoğulcu siyasete evrilebilmesidir.
JEFFREY.
21Şubat 2008’de ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Başmüsteşarı Nancy McEldowney’nin kaleme aldığı“GİZLİ” ibareli telgraf, “TÜRKİYE: TERÖRİST TAK YENİ BİR ŞİDDET DALGASI TEHDİDİNDE BULUNUYOR” başlığını taşıyor. Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a iletilen telgrafın tam metni şöyle:
(1) ÖZET: PKK terörist örgütünün yakın ortağı olan terörist örgüt TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) 19 şubatta, Türkiye içinde ve dışındaki askerî ve sivil hedeflere yönelecek yeni bir şiddet dalgası başlatacağını ilan etti. ÖZETİN SONU.
(2) PKK tarafından denetlenen ve yönetilen, ölüm saçan bir terörist örgüt olan TAK, kendisini bir “öç alma gücü” olarak tanımlıyor. Grup, 2004’ten beri, Türkiye içinde ordu, hükümet ve turist hedeflerine yönelik düzinelerce saldırı gerçekleştirdi ve bu faaliyetler, 2006 yılında keskin bir artış gösterdi. TAK saldırıları, yabancı turistler dahil olmak üzere sivilleri hedef aldı ve öldürdü; 2007 martında bu grup, sayfiye şehri Antalya’da bir oteli bombaladı. Daha yakın bir geçmişte, bir TAK cephe grubu olan Kürdistan İntikam Tugayı, 11 Eylül 2007’de Ankara’da ele geçirilen ve güvenli biçimde etkisiz hale getirilen patlayıcı yüklü minibüsün sorumluluğunu üstlendi. Aynı grubun, Mayıs 2007’de Ankara’da yedi kişinin ölümüne ve yaklaşık 100 kişinin yaralanmasına yol açan intihar saldırısının sorumluluğunu da üstlendiği duyuruldu. (27 Nisan e-muhtırasından dört hafta kadar sonra, 22 mayıs günü Ankara Ulus’ta, Anafartalar Caddesi üzerinde meydana gelen patlama kastediliyor.)
(3) TAK, 19 şubattaki açıklamasında, Türkiye içindeki ve dışındaki bütün düşmanlarına ve işbirlikçilerine karşı kapsamlı bir yeni şiddet dalgasının haberini verdi. Açıklama, gerekli hazırlıkların tamamlandığını ve her an eyleme geçilebileceğini öne sürdü.
(4) YORUM: TAK’ın yeni bir şiddet dalgası başlatma niyetini ilan etmesi, PKK’nın (şu ikisi arasında) hissettiği sıkışma duygusunu gösteriyor: Bir yanda, Güneydoğu’daki ve Kuzey Irak’a yönelik Türk askerî operasyonlarının yarattığı hüsran, diğer yanda PKK’nın ocakta Diyarbakır’daki bombalama eylemine zaten öfkelenmiş olan Türkiye’nin Kürt kamuoyunu büsbütün çileden çıkarma konusundaki ihtiyat var. TAK’ın uzun terörist şiddet geçmişi düşünüldüğünde, biz, grubun bu son tehdidini de yerine getirme gayreti içinde olmasını bekliyoruz.
WILSON.
© Tüm hakları saklıdır.