İskender Özturanlı
[email protected] Öncelikle, Türk internetinde doğru bir yerde duran t24.com, değerli gazeteci Doğan Akın ve ekibini selamlayarak başlıyorum. Hiçbir yere angaje olmadan, aynı yerde durmak hem birikim gerektirir, hem cesaret gerektirir, solukları uzun olsun. İnternetin ruhu ve özgürlüğü adına selamlıyorum kendilerini.
İnternet öncesi dönemde diyelim ki komşumuz Suriye’de Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ne tür baskılarla ülkeyi yönetiyor olduğu ile ilgilenen bir avuç azınlığa nasıl bakılırdı bilenler bilir. İnsanlar bilmiyordu, bilmediği şeylerle de ilgilenmiyorlardı. O zamanlar bilmek zahmetli, öğrenmek ağır ve yavaş gelişen bir işti zaten. Oysa oğlu nispeten reformcu, diye benimsenen, hatta bu durum Hillary Clinton tarafından da tescil edilmiş olan Beşşar Esad’ın bugün nerede durduğunu anında öğreniyoruz. Ve bunun külünü yutmuyoruz artık, ne oradakiler ne de buradakiler, hiçbirimiz…
İnternet, ama aynı zamanda arama motorlarının gelişimi ile, artık nerede olursa olsun ne olduğunu hızla öğreniyor, ortada dolaşan bir “datalar imparatorluğu”’ndan istediğimiz kadarını, kullanabileceğimiz kadarını, işimize yarayanı alabiliyoruz. Buna kimsenin itirazı yok. İlk başta katı hiyerarşik yapıların dahi yararlandığı bu süreçte kimsenin ayağına taş konmadı, işler eskisi gibi hatta daha hızlı ve verimli bir şekilde tıkır tıkır gitti. İnternet güzeldi, yaşama alanını değiştirmemişti sadece hızı arttıran teknik bir ayrıntıydı sanki. Böyle bakılınca, klişeler de arkadan sökün ettiler: “ Bilgi Toplumu”, “Ağ Toplumu”, “Teknolojik İlerleme”, başına bir “e” konunca her şey yoluna giriveriyordu sanki.
Ama, kimsenin görmediği bir şey vardı. Bir dolu insan öğrenmek, karşı çıkmak hayran olmak, deneyim paylaşmak gibi bir dolu şeyi tıpkı üç öğün yemek yer gibi, su içer gibi enformasyonu talep eder, kullanır ve değer yaratır hale geldi. İşte yüksek sosyoloji lisanı ile “kitleler” burada değişti. Arama motoru kuşağı burada doğdu ve burada değşmeye başladı.
Böylesi bir dünyada, bu kuşağın avantajları vardı belki ama handikapları da vardı. Yeni insan tipi, her şeyi biliyordu ama derinliğine değil, fırsatları görüyordu ama sanki karar vermekten de kaçınıyordu. Bir şey eksikti sanki, paylaşmıyordu, kendisini ortaya koymuyordu.
Bu topyekûn bir google saldırısı idi, kapalı toplumlar ya google’ı sokmadılar içlerine ya da Çin gibi sensor ayarları ile bariyer oluşturmaya çalıştılar. Evet biliyorduk, malumat sahibi oluyorduk ama sanki bir şey eksik kalıyordu. Bu eksikliği tamamlamak da sosyal medya kuşağına kaldı.
Arap ve Ortadoğu halkları arasındaki devrimlerde arama motoru kuşağının değil, sosyal medya kuşağının etkili olması bu bakımdan yeni ve çok farklı bir şey. (Bir dipnot düşmek istİyorum, günümüz Türkiye’sindeki “mühim” analistler, Libya ve Mısır’ı Ortadoğu diye nitelemekten geri durmuyorlar. Akdeniz-Arap-Mağrip uygarlığı neresi , Ortadoğu neresi, her Arap ülkesi Ortadoğulu değil tabii ki).
Her yeni iletişim aracı, esasında bir üretim ve yeniden üretim aracı olarak kapalı yapıları zorluyordu, merak edenler Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Televizyon’ların yükselişi arasındaki döneme bakabilirler.
Her toplum için, nasıl TV kuşağı öncesi siyasal, kültürel ve sosyal tercihler bakımından sonraki kuşak arasında büyük bir fark ortaya çıktıysa, aynı durum şimdi sosyal medya kuşağı ve öncesi için de ziyadesi ile geçerli. Kabul etsek de etmesek de..
Her zaman devrim olacak diye bir şey yok
Bütün hikâye totaliter rejimler ve onların yıkılışının hikâyesi değil tabii ki. Her yerde devrim olacağı da yok. Gelişmiş toplumlarda bu sosyal oluşun daha bireysel olması da gayet doğal değil mi? Hayatın içinde, hayal kırıklığı ve umutların arasında da yeşeriyor.
Bizdeki gibi, Ahmet Şık’ın kitabını bulundurmak yasaklanıyor, ama temelde otoriter bir dile cevap olarak, kitap sosyal medya aracılığı ile dağıtılan bir “download” imkânında duruyor. Bittorrent tabir edilen ağlarda yükleme potansiyeli olarak orada duruyor, adresini buluyorlar, sosyal medyada hızla dağıtılabiliyor. Bu hukuk'un da kafasını karıştırıyor. Nereye kadar buna çoğaltmak deniyor, acaba nereye kadar çoğaltmak? Ve nereye kadar “çoğaltılması yasak” son tartışmada gördük bunları, tartısı var mı, yok. Serbest dolaşımın olduğu bir büyük yapıda, sınırlandırmaların ne kadar güç olduğu yapısal olarak da ortada…
Anında tepki veren bu yapı, Japonya’daki nükleer yayılma tehditi ile birlikte, Alman Yeşiller’in hiç kazanamadığı, oldukça muhafazakâr eyaletlerde bir haftalık zaman diliminde seçimi kendi lehlerine çevirmesini sağladı. Üstelik Baden-Württemberg, işsizlik oranının azlığı, Almanya’nın toplam ihracatında yaptığı hatırı sayılır katkılarla tanınan bir eyalet idi. Yani Merkel’in seçimi kaybetmesine görünürde hiçbir neden yoktu. Bu tür sürpizler yeni başlıyor. Moda deyim ile söyleyelim, sosyal medya saldırısına hazır olmayanın ciddi derecede, ağzının yanacağı yeni bir dönem bizi bekliyor.
Ancak, reel politik her zaman sosyal medyanın pembe dalgaları üzerinde de yükselmiyor ne yazık ki, Libya'yı örnek alın, orada kan gövdeyi götürüyor, geçen hafta The Economist, çarpıcı bir şekilde bu konuyu işliyordu Arap dalgalanmaları ve devrimleri yerini radikal İslam'a mı bırakacak yoksa? Önce sosyal medya, ardından bombalar; şimdi Libya'da eski bir El Kaideci diyor ki, Batı bize devrimi getirecek. Durum farklı, sosyal medya her şeyin panzehiri değil, tek başına zehiri olmadığı gibi...
Sosyal medyanın, etkili olduğu topluluklara bakarsak, interneti etkin bir şekilde kullanmaya hazır, eğitimli, beyaz yakalı ama toplumsal ve sınıfsal anlamı ile hak ettiği statüye ulaşmayan genç, nispeten dünyaya kültürel olarak daha açık, tüketim alışkanlıklarını doyuracak bir gelir ve işbölümüne varmamış bir hayal kırıklığı yaşayan kitle duruyor.
Mısır buna iyi bir örnektir. Mobil internet kullanımının yüzde 56’lara vardığını, dolayısıyla Libya, Bahreyn ve Yemen’deki hikâyeden farkını anlamak için bu yeter herhalde.
Dönelim konumuza.
Otorite olun ya da olmayın, baskıcı bir rejimde olun ya da olmayın, bunun pek bir önemi yok artık, işin bu faslı sosyolojik analizlerin soğuk koridorlarında kalsın. Buradaki temel fark, bahis ne olursa olsun, hayatın hangi noktası olursa olsun, merkezde bir hakim pozisyonun topyekûn iptalidir. Arama motoru ile beslenen kuşak ile sosyal medya kuşağı arasındaki temel fark tam da burada. Haliyle, bir değişim daha yaşanacak. Alenen özür dileyen, yanlıştan korkmayan, projeci değil kendi macerası projenin kendisi olan bir konuşma düzlemindeyiz artık. Google’da arayan ve bulduğu ile yetinen, internet sitelerinin forum ve yorum köşelerine kimliklerini gizleyerek öfkeli yorumlar yazanlar değil, kimlikleri ile kendini koyan insan toplulukları var karşımızda. Zevk, beğeni ve öfkeleri birbirine benzeyen, benzemese de sürekli konuşan ve paylaşan bu yüzden birbirlerini etkileyen insanlardan bahsediyoruz biz.
“Anlam”, kimsenin karnında gizli, bir gün çıkarmak üzere sakladığı bir şey değil artık. Eskilerin dediği gibi “el ma'nâ fî batn-ı şâir”, şair, düşünür kim olursa olsun “mana” kimsenin karnında öyle uzun uzun duramayor, duramayacak da…
Bu dalganın, Batı toplumlarını daha ince detaylarda etkilediğini, bize de oradan yansıdıklarını ileride yazacağız, zamanı ve bahsi gelince… Ancak klasik haber ajansları ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin derinden etkilendiğinden söz edelim.
El Cezire’ye bakın, bu işi müthiş kavramış görünüyor. Araçları, blogları, canlı yayını katılımcı bir şekilde internette müthiş kullanıyorlar. İnsanlar artık doğrudan bu bloglardan takip ediyorlar, öte tarafta Esad hangi komplodon bahsederse bahsetsin. Kimsenin süslü laflar, parlak ve pahalı halkla ilişkiler faliyetleri, üstünde oynanmış fotoğraflara bakacak uzun sabrı yok artık. Batıda böyle olduğu gibi Doğu’da da böyle. Bu çağda kendi ülkesinde meydana gelen olayları hâlâ komplo ile açıklayan bir zihniyete cevabı hayatın kendisi veriyor.
Tarih boyunca bütün yeni ve tanımlanmamış şeyler için “komplo” denmedi mi zaten, bugün caz müziğinin, ilk yayıldığı yıllarda Beyaz Amerikalılar için komplo olduğunu söyleyen valilik bildirilerini yeniden okuduğumuzda kahkahalarla gülmüyor muyuz?
Büyük iletişim kuramcısı Marshal Mc Luhan ne demişti yıllar önce, “medium is the message”, yani araç mesajın ta kendisidir. Biz de bu çağ için şunu diyoruz, komplo varsa aracın kendisinde var, eğer buna artık bir komplo denebilirse, çünkü aracı tanımayanlar için komplo sandıkları şey aslında değişen hayatın gizi…
Hayatın kendisinin de komplo olacak hali yok ya…