02 Mayıs 2013 20:49
Berrin Karakaş / İstanbul
MonoKL yayınlarının Bakırköy Belediyesi ile ortaklaşa düzenlediği 27-28 Nisan 2013 tarihinde gerçekleşen Filozoflarla İstanbul’da konferansı için Türkiye’ye gelen Antonio Negri, “Entelektüeller hep gitmek zorundalar fabrikaya, işçiler de entelektüel yerlere” dedi.
İtalyan post-Marksist felsefenin dünya çapındaki en önemli kuramcılarından olan, Türkiye’de “İmparatorluk” ve “Çokluk” kitapları ile bilinen Negri, “Yeni Özgürlük ve Özne Biçimleri” isimli konuşmasının ardından Arap Baharı’ndan ılımlı İslam’a, entelektüellerin rolünden, flanörlerin gücüne çeşitli konularda açıklamalarda bulundu.
Emek Sineması’ndan Gezi Parkı’na ortak alanlarımız ele geçirilir, 1 Mayıs İşçi Bayramı Taksim’de kutlanamazken, ‘çokluk’un ve ‘ortak varoluş’un filozofu Antonio Negri, İstanbul’da sorularımızı cevapladı.
1 Mayıs’ta bu yazıyı yazarken ben, ‘çokluk’ Bangladeş’te meydanlarda, bir hafta önce fabrika enkazından çıkarılan 368 işçi için yürüyordu. Ölenler, günde 14 saat, haftada altı gün ölesiye çalışıyorlardı. 90 milyon nüfusun üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşayan Filipinler’de de sokaktaydılar. Rusya’da komünist parti ve sendikalar caddelerdeydi. Yüksek işsizlik oranlarıyla rekor kırmış Yunanistan’da sendikalar grevdeydi; metrolar, feribotlar çalışmıyordu. Çin sakin, düzenli uzun yürüyüşündeydi… İstanbul’da işçi marşları arasına gaz bombaları karışmış, rantın gayrimenkulün tahakkümü basmıştı caddeleri. Havadan karadan güvenlik…
Antonio Negri, Monokl’un daveti, Bakırköy Belediyesi’nin katkılarıyla katıldığı “Filozoflarla İstanbul’da: “Yeni Özgürlük ve Özne Biçimleri” başlıklı konferansın ilk günkü konuşmasında ekonomik, politik ve toplumsal kriz eski kavramsallaştırmaları yerinden ederken, bu belirsizlik ve bekleyiş zamanlarında bize ait olanın nasıl ele geçirileceğini anlatıyordu. Dünya bir yerde kaybettiği ‘Biz’i, kriz ve yoksullukla birlikte yeniden keşfediyordu. Hayatın gücü, üretimi bizlerdik ve sabitlenmiş bir kimlik değildik. “Biz”, birbirimize güvenerek oluşturacağımız yeni ortaklığın adıydık. Özgür üretimin ne olduğunu keşfettiğimizde, tekillikler ilişki haline gelip kurumsallaştığında, ancak o zaman bir geleceğimiz olabilirdi. Çalışmalarımız buradan yola çıkmalıydı ve yapmamız gereken öncelikli görev öznellik üretimi devrelerine müdahale etmek, kontrol aygıtlarından kaçmak, özerk üretim için temeller oluşturmaktı. İkinci gün sorulan “Devrim doğrudan mı dolaylı mı, şiddetli mi şiddetsiz mi olmalı?” sorusuna “şiddetsiz olması mümkün değil anlamı bu zaten” diye cevap veriyordu. Ve Hindistan’da Gandhi’nin pasif direnişi, tarihin gördüğü en kanlı devrim olarak yaşanmıştı.
Nazım Hikmet stili…
1960’lardan beri düşünür ve militan sıfatlarını bir arada taşıyan Negri, “ki filozof olmak eleştirinin bir aygıtı olmaktır”, bugün 80 yaşında. Bileğindeki muhtemel Latin Amerika’dan edinilmiş örme bilekliklerin de gösterdiği gibi “yaşlılık üzerine” düşüncesi Çiçero’nunkilerin üzerine ekledikleriyle “Yaşlanma eyleme kapasitesinin genişlemesi, yalınlık ve incelikte artıştır.” Tırnağın içi, 14 sene Fransa’da sürgünde kaldıktan sonra 1997’de, ülkesi İtalya’ya cezasının geri kalanını tamamlamaya dönmeden bir hafta önce kendisiyle yapılan söyleşiden. Ki aynı söyleşide ‘İmparatorluk’ kitabını da kaleme almaya başladığı hapishane hayatına dair “Yaşam onu inşa etmediğimiz sürece, yaşamın seyri özgürce kavranmadıkça bir hapishanedir. Hapishanede pekala hapishane dışında olduğumuz kadar özgür olabiliriz. “ diyordu.
Söyleşimiz öncesi Türkiye’ye dair konuşmak istemediğini özellikle belirtiyordu Negri. Şubat ayında The Guardian gazetesinde yayımlanan ‘Öcalan’a Özgürlük’ ilanının altında yer alan imzasından, içinde bulunduğumuz ‘barış süreci’ne dair soruları bir kenara bırakarak, elimdeki gazete ekinin kapağında yer alan meşhur prangalı işçi afişinin, biyopolitik bağlamda sınıf mücadelesinin bugün aldığı asıl biçimi kapitalist komutadan toplu çıkış olarak gören, maddi emek kadar soyut emeği de öne çıkaran kendisi için ne ifade ettiğini sordum. Kısa sohbetimiz, bu afişin yorumuyla şöyle başlıyordu: “Çok geleneksel, medyaların sürekli olarak gündeme getirdiği bir temsil şekli; zincirlenmiş işçi. Aynı zamanda elinde silah da var. İşçi sınıfının her zamanki iki türlü yorumlanabilirliği. Bir yandan zincirlenme ve bir yandan bir devrime hazırlanma. Aynı zamanda bir proletarya görüntüsü. Artık bu mesajın değeri kalmadı demek istemiyorum, sadece canlandırma tarzı geleneksel; Nazım Hikmet stili.”
Arap Baharı’na Ilımlı İslam
Negri, Türkiye’de son dönemde yaşadıklarımıza dair çok şey bilmiyorsa da şunu bildiğini söylüyordu ki; “İtalya’daki gibi Türkiye'nin kararları da buralarda alınmıyordu. Şu an Amerika İsrail’le birlikte Türkiye’yi Ilımlı İslam ülkesi yapmak çabasıyla Arap Baharı’nın önüne geçmek istiyordu”. Ilımlı İslam’dan söz açılmışken, ‘İmparatorluk’ kitabında basitleştirerek “Postmodern söylemler ağırlıklı olarak küreselleşme süreçlerindeki kazananlara, köktenci söylemler de kaybedenlere cazip gelmiştir” tespitinin günümüzde hala geçerli olup olmadığını ve doğunun kaybedenleriyle, batının kazananlarının bugününü sorduğumda öncelikle ‘İmparatorluk’un üzerinden çok zaman geçtiğini belirtti. Şu anda bambaşka bir şeyden bahsetmek gerekiyordu. Amerika’nın hegomanyası zayıflayıp, Çin, Brezilya gibi ülkelerin yükselişi söz konusuyken, tek bir merkezden yönetilmiyordu artık dünya. Farklı merkezlerde, geleceğin belirsiz olarak ilerleyişi söz konusuydu. Mesela Japonya, Çin, Güney Kore bloklaşmasını çatışmalar devam etsin diye engellemeye çalışan Amerika, mesela Lula ve Chavez’in yaptığı çalışmalarla ortaya çıkan birlik… Farklı fikirlere sahip olsalar da, şu anda hiçbir yerde millet olmak gibi bir durum yoktu Negri’ye göre ve buna devletlerin kendileri karar vermiyordu. Bu çerçevede bölgesel olarak bakmak gerekiyordu ki, Türkiye’de ve İran’da olanlar da aynı şekilde belirsizliğini koruyordu. Birleşip ortak bir bölgeselleşmeye de gidebilirlerdi. Bulunduğumuz dünya, bu şekilde açık bir problemdi. Bu açık problem içinde Suriye’deki direnişin emperyalizme karşı bir direniş olup olmadığına gelince, Suriye’deki durumu tam olarak bilmediğini ancak Mısır’dan ve Tunus’tan örnek vermek gerekirse emperyalizmle açıklanamayacak milli hükümetler ortaya çıktığını, Arap baharını uzun vadeli olarak düşünmek gerektiğini söylüyordu. Bir yüzyıl süren 1848 Avrupa devrimleriyle mukayese edersek henüz ne olacağını bilemiyorduk. Aynı şekilde Suriye’de de eski iktidar özelliklerini kaybederken, gelecekte ne olacağına dair fikir yürütmek için erkendi.
Entelektüelller fabrikaya her zaman gitmeliler
2001 direniş hareketleri sonrası, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin acilen yaygınlaştırılması ve tartışılması dilediğiyle yayımladıkları ‘Duyuru’dan “paradoksal politik görevimiz, geliş tarihi belli olmayan olaya hazır olmak…” alıntısıyla bu direnişlerin red aşamasından inşa sürecine geçip geçmediğini, geliş tarihi belli olmayan olay için önceden hazırlanmış bir yol haritası hazırlanıp hazırlanamayacağına dair soruma karşılık, ortaklık zemininde bir direnmeden bahsedilemeyeceğini söylüyordu Negri. Avrupa’daki direnişlerin bir araya gelmesi gerektiğini belirttikten sonra İtalya’da yakın zaman önce alınan suyun özelleştirilmesi kararıyla yapılan eylem örneğiyle bunun diğer ülkelere de örnek olup gelişmesi gerektiğini ama o anda hareketin içinde ortaya çıktığını, ortak malları işletmek için bir yenilik söz konusu olduğuna göre bazı durumlarda özelleştirme, bazı durumlarda kamusallaşma geliştirilebileceğini, bunun da o ana özgü direniş biçimlerinin içinden çıkacağını söyleyerek ekliyordu; “Bilgi ile savaşlar, kavgalar arasındaki ilişki içkin olduğu zaman ancak yığınlara, işçi sınıfına hizmeti dokunabilir. Kendi içindeki problemleri kendisinin varsayımlar yaparak üretmesi gerekir ki bu içkinlik modeli şu anda toplam olarak yok, görünmüyor. “
‘Ortak Zenginlik’ ve ‘Duyuru’da altını çizdikleri ‘eğitim’ problemine geldiğimizde, 60’larda kendisi de fabrikalarda işçilerle fikir üreten Negri’ye günümüzde akademinin üretici öznellikleri oluşturmak için gerekli alt yapıyı oluşturmada ‘militan eğitim’ adına nasıl bir çaba gösterdiğini sorduğumda “Entelektüeller hep gitmek zorundalar fabrikaya, işçiler de entelektüel yerlere” diyerek devam etti; “ 60’lardaki fabrikalar bugün yok. Fabrikalara gittiğim zaman üniversiteden mezun insanlar çalışıyorlar ve işçiler de artık başka yerlerde. Bugün kapitalizmi sadece işçicilik adına değil, genel olarak birçok yerde olan proleterleşme adına ele almalıyız. Ayrıca bugün entelektüel kim? Üretici bir şeyle uğraşanların hepsi. “
Hemen buraya ikinci gün konferansta kurumsallaşma üzerine söylediklerini de eklemek isterim. Anarşist değildi, kurumsallaşmaya karşı da değildi, hatta zorunlu olduğuna inanıyordu. Bulunduğumuz zamanı ve mekanı düzenlemek de kurumsallaşmaktı. Bu yaşayışımızın olduğu kadar, direnişin de bir parçasıydı. Önemli olan kurumsallaşmayı kendi direnişimiz için nasıl yönlendirip geliştirdiğimizdi. Aynı şekilde parayı da ortadan kaldırmak değil, nasıl insansı hale getirebileceğimizi düşünmeliydik.
Sanal flanörlerin gücü
Yersiz yurtsuzluğun, göçebeliğin, melezliğin, kaygan zeminlerin değerli adımlarının izinde Hardt ve Negri, ‘Ortak Zenginlik’ kitaplarında tekillikler arasındaki karşılaşmaların politik olarak düzenlendiği yer olarak metropellerin önemini hatırlatırken, modern zamanlar flanörü Baudlaire örneğini veriyorlardı. Bir nevi sanal flanörler, bedeni ekran başında kendisi turda olanlar paradoksu ve ağ yapılarının politik olanaklılıklarına dair sorduğumda “ Evet bu bir paradoks” diyerek devam etti; “ama günümüzde direncin sadece maddi çalışmayla olacağı düşüncesine artık inanmıyoruz. Çünkü maddi olamayan bir kolektivite var ve buradan kolektif olarak direnme düşüncesi çıkarılabilirse pek çok şey değişebilir. Ben günümüzde en çok sosyal ağlarda kurulacak birlikteliklere önem veriyorum. Ayrıca günümüzde değerleri yaratanlar fabrika işçilerinden öte, evde oturan kadınlardır, öğrencilerdir, internette çalışanlardır... Devrimin bir direnme olabilmesi için, hepsi için ortak bir ücret talep edilmeli. Tabii ki çalışma ve emek her yerde aynıdır anlamına gelmiyor bu ama gerçekten bir savaş istiyorsanız buradan yola çıkmanız lazım.”
Sanal ağlar içinden gerilla hareketlerinin günümüzdeki önemine, devletlerle masaya oturmalarının etkilerine geldiğimizde, her hareketi ayrıntılarıyla ayrı ayrı incelemek gerektiğini söyleyerek ekliyor Negri; “Latin Amerika’daki gibi gerilla hareketleri ancak organize bir savaş olduğunda, yığınlara mal olduğunda bazı getiriler elde ettiler ki bu da çok zor.”
© Tüm hakları saklıdır.