Gündem

"Ankara-Washington yolu Atlantik'ten değil, Menbiç'ten geçiyor"

"Türkiye'de basın özgürlüğü alanındaki sorunlar Batılı ülkelerin resmi söyleminde değişmez gündem maddesi olarak yer etti"

17 Şubat 2018 13:40

Hürriyet yazarı Sedat Ergin, ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın Ankara ziyareti sonrası, Türkiye ABD ilişkilerini değerlendirdi. "Ankara-Washington yolu Atlantik’ten değil, Menbiç'ten geçiyor" diyen Ergin, "Menbiç dosyasında dikkat çekici olan, Tillerson’ın bu konuya öncelik vereceklerini açıklaması, ayrıca 'Geçmişte Türkiye’ye yaptığımız taahhütleri tümüyle yerine getirmedik' özeleştirisinde bulunmasıdır. Bakan, böylelikle Menbiç’te YPG’yi DEAŞ sonrası dönemde Fırat’ın doğusuna gönderme taahhüdünü tutmadıklarını dünya kamuoyu önünde itiraf etmiştir. Bu sözün tutulması, şimdiden Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesi önündeki ilk büyük sınav haline gelmiştir" yorumunda bulundu. 

Ergin'in "Ankara-Washington yolu Atlantik’ten değil, Menbiç’ten geçiyor" başlığıyla yayımlanan (17 Şubat 2018) yazısı şöyle:

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin tepetaklak gitmesine yol açan kriz ortamı, son günlerde yapılan bir dizi temas ve en son ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara’ya yaptığı ziyaretle birlikte, şimdilik en azından kontrol altına alınmış bulunuyor.

Bunu arabanın süratle duvara çarpmak üzereyken son anda frene basılarak durdurulmasına benzetebiliriz.

Kuşkusuz, bu noktaya gelinmesinde Türkiye dosyasının Amerika cephesinde sahipsiz kalması ve ABD’nin politikasının büyük ölçüde Suriye’de sahadaki generallerin operasyonel ihtiyaçları üzerinden şekillenmesi önemli bir etkendi.

ABD’nin Suriye’de sırtını PKK’nın uzantısı YPG’ye dayamasının Türkiye cephesinde yarattığı derin kaygıların Washington’da yeterince algılanmaması, bu durumun vurdumduymazlık ölçülerine varması Ankara’nın tepkisinin de sertleşmesine yol açmıştı. Sonuçta, kuvvetli retoriğin hâkim olduğu karşılıklı meydan okumalarla ilişkiler tam bir kriz sarmalına girmişti.

Türkiye’nin Afrin harekâtını başlatması ve işi Menbiç’e kadar götüreceğini kararlı bir dille duyurmasının, durumun ciddiyetinin Washington’da idrak edilmesi açısından sarsıcı bir etki yaptığı aşikâr. Ankara’nın attığı bu adımların yarattığı baskı altında Washington’da Dışişleri ve Beyaz Saray’ın da ağırlığını koymasıyla yapılan muhasebede, Türkiye’nin kaygıları ve beklentileri karşısında yeni ve daha gerçekçi bir bakışın yerleştiği anlaşılıyor.

Tabii, Türkiye’nin ABD’den uzaklaşırken, Rusya ve İran’la artan ölçüde bir yakınlaşma içine girmeye başlamasının da Washington’daki karar vericileri harekete geçirdiğini düşünmek mümkün.

ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara’ya gelmesinin ve yaptığı açıklamalarda Türkiye’ye müzahir yaklaşımlar sergilemesinin gerisinde Washington’daki bu yeni bakışın rol oynadığını söyleyebiliriz.

Menbiç dosyasının Türkiye-ABD diyaloğunda stratejik olarak Afrin’e kıyasla daha öncelikli ve daha geniş bir yer tutması ilginçtir. Kuşkusuz Tillerson, Afrin’le ilgili beklentilerini kayda geçirmedi değil. ABD Dışişleri Bakanı, ilke olarak sınırlarının güvenliğini sağlamasını Türkiye’nin “meşru hakkı” olarak kabul edip, operasyona destek ifade etmiştir. Bununla birlikte, Afrin’deki harekâtta “sivil kayıpların en aza indirilmesi için itidal içinde davranılması” çağrısında bulunması önemlidir.

Menbiç dosyasında dikkat çekici olan, Tillerson’ın bu konuya öncelik vereceklerini açıklaması, ayrıca “Geçmişte Türkiye’ye yaptığımız taahhütleri tümüyle yerine getirmedik” özeleştirisinde bulunmasıdır. Bakan, böylelikle Menbiç’te YPG’yi DEAŞ sonrası dönemde Fırat’ın doğusuna gönderme taahhüdünü tutmadıklarını dünya kamuoyu önünde itiraf etmiştir. Bu sözün tutulması, şimdiden Türkiye-ABD ilişkilerinin normalleşmesi önündeki ilk büyük sınav haline gelmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı’nın bunun gibi kendisini bağladığı bir başka hususun daha altını çizmeliyiz. Tillerson, Suriye’de sivil halkın köy ve kasabalara dönüşünün, DEAŞ’ın bu yerleşimleri ele geçirmesinden önceki nüfus kompozisyonuna uygun bir şekilde sağlanması hedefini de vurgulamıştır.

Bu hedefi Menbiç’e uyguladığımızda olması gereken şudur: DEAŞ’ın 2014’teki işgali öncesindeki Menbiç’in nüfus kompozisyonunda Arap karakteri baskındı. Ancak ABD ve YPG’nin 2016 yılında DEAŞ’ı Menbiç’ten atmalarından sonra bu yerleşimin yönetimi önemli ölçüde PYD/YPG’nin eline geçmiş bulunuyor. DEAŞ öncesi dönemdeki kompozisyona dönülecekse, Ankara açısından Menbiç’in yönetiminin tartışma götürmeyecek bir şekilde Araplara geçmesinin gerekeceği aşikârdır.

Bundan sonraki aşamada ilişkilerin seyri ABD tarafının yaptığı taahhütleri yerine getirmesine bağlı olacaktır. İlişkilerde ilerleme sağlanabilmesi için ABD’nin, PYD/YPG ile olan diyaloğunda bu grupları Menbiç başta olmak üzere bir dizi başlıkta geri adım atmaya ikna etmesi gerekecektir.

Son olarak ziyaretin gösterdiği bir diğer önemli sonuç, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü alanındaki sorunların artık önde gelen Batılı ülkelerin resmi söyleminde değişmez bir gündem maddesi olarak yer etmekte olmasıdır. Batı dünyasının bu alandaki kaygıları, beklentileri, bu kez de bizzat ABD Dışişleri Bakanı’nın ağzından kayda geçirilmiştir Türkiye’nin başkentinde ve dünya kamuoyunun önünde.