Mert Arslanalp*
Facebook’ta bir arkadaşımın dediği gibi, herkes seçim analizlerini askıya alsın; zira seçim sona ermiş değil. En azından canını dişine takmış, attığı oyun peşine düşmüş yüzbinlerce vatandaş için değil. Oy ve Ötesi, Journos gibi yurttaş girişimleri sonucunda birçok şaibe iddiası belgelerle ortaya dökülürken, Ankara’dan, İstanbul’dan, Urfa’dan bireysel ve kolektif itirazlar yükselirken, bunları konuşmamak niye? Medya, “Ankara’da nefes kesici bir yarış yaşandı” derken, bir adayın diğerini boğazlamasından mı bahsediyor?
Kimse hemen dudak büküp, “AKP’nin seçim zaferi elektrik kesintileriyle, ufak tefek hilelerle, orada burada çalınan oy pusulalarıyla açıklanamaz, AKP her hâlükârda ülke genelinde birinci parti çıkacaktı” demesin. AKP birinci çıkacaktı çıkmasına da böyle çıkması neyi değiştirir, neyi meşrulaştırır? Halk sandık başına yerel yöneticilerini seçmek için gitmemiş miydi? Hile nedeniyle seçilemeyen kişi muhtar adayı bile olsa bu önemsiz midir? 535 bin nüfuslu Üsküdar hükümsüz müdür? Ülkenin medyası ve kanaat önderleri için başkenti yönetecek kişinin nasıl seçildiği tali bir detay mıdır? Sınırında her gün bomba patlayan Ceylanpınar’daki seçimlerin ülkenin dış politikasıyla ilişkisi yok mudur? Ya da önem verilmesi için illa olması mı gerekir?
Birçoğumuz eğer şayet daha önce anlamadıysa da, Gezi’den beri yaşanan süreçte şunu çoktan anladı: Sadece AKP için değil, son on yıldır demokrasiyi dillerine pelesenk edip bugün iktidarın sağlı sollu uzantılarına dönüşmüş birçok kanaat önderi için de bireysel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün, güçler ayrılığının, katılımcılığın falan hiç hükmü yokmuş. Liberal demokrasileri ayakta tutan kurumsal düzenlemeler kolayca çarçur edilebilirmiş. Demokrasi varsa yoksa sandığa gitmekmiş. Üstüne üstlük vatandaşların sandığa gitmeden önce tercihlerini hangi koşullar altında belirlediğinin de pek bir önemi yokmuş. Varsın sosyal ve geleneksel medyayı devlet çeşitli yollarla kısıtlasın, toplantı ve gösteri hakkını zorbaca engellesin, orada burada kamu ihalelerinden alınan rüşvetlerle “sosyal yardımlar” yapsın. Bunların, vatandaşların siyasal tercihlerini özgürce belirlemelerine müdahale etmekle nasıl bir ilişkisi olabilir ki?
Madem demokrasi her şeyden önce sandık ve bu ülkede yolsuzluk iddiaları bile sandığa müdahale olarak görülüyor, o zaman son yedi aydır sabah akşam kutsadığınız sandığa sahip çıkmanın zamanı şimdi değil mi? İnsanlar o sandıkların özgürlüğü ve adil olması için uğraşırken bu sessizlik niye? Yoksa Ankara’daki sandıklar tuttukça elimizde mi kalıyor? Demokrasinin içi boşaltılmışını, sandığın soyut olanını mı seviyoruz?
Bu işin şakası yok. Türkiye tarihinde ilk defa vatandaşlar partilerden bağımsız örgütlenerek oylarına sahip çıkmaya çalışırken, ekranlarda penguen niyetine yorumcu oynatıp, evladiyelik CHP niye başarısız oldu analizleri yaptırmaya hiçbir yayın organın hakkı yok. Bu insanların memleketin medyasından beklentisi çocuk gibi sırtının sıvazlanıp ne güzel bir girişim denmesi değil, elindeki imkanlarla, kameralarıyla, muhabirleriyle, yorumcularıyla destek olması: sosyal medyada gezinen anekdotların ekranlara taşınması, az buçuk araştırmacı gazetecilik yapılması, en azından bazı şüphelerin dillendirilmesi...
Tamam biliyoruz, 30 Mart akşamı, sonuçlanmamış seçimlerin birbirinden klişe yorumunu yaptırmak, seçim noktalarına muhabir yollayıp haber yaptırmaktan daha çekici, daha risksiz ve belki daha masrafsız. Evet, çoktandır biliyoruz, seçimler gösteri toplumunun başka bir veçhesi. Balkon konuşmalarının analizini yapmak, seçim noktalarında devlet aygıtı tarafından esir alınıp çuvalların üzerinde uyuya kalmak zorunda bırakılan vatandaşları konuşmaktan çok daha heyecanlı. Fakat koskoca Ankara’daki seçimlerin de gazete ve internet sayfalarında dipnot olarak kalmasına müsamaha edilecek mi? Belki bu soruyu sormak bile naifçe ama memleketin başkentinde seçimlerin gasp edilme ihtimaline sorgusuz sualsiz izin verilecek mi?
Seçim yolsuzluğu iddialarını araştırmak, ciddiye alıp bunlar üzerine kalem oynatmak, bazılarına banal, hadi gündelik dilde kullanıldığı gibi söyleyelim, “kemalist teyzece” gelebilir. Koskoca parti kaç seçimdir hileyle kazanıyor değil ya! Kazanmıyordu tabi, hala da ülkenin genelinde böyle kazanmıyor şüphesiz. Peki bazı yerlerde böyle kazanmaya başladıysa? Ya kaybetme ihtimali arttıkça bu yöntemlere yönelmeye başladıysa? Üç oradan, beş buradan tırtıklayıp, bu tırtıklama yöntemiyle koskoca ilçeleri (Üsküdar) ve illeri (Yalova) götürmeye kalktıysa? Bunların partilerin ve yurttaşların girişimiyle bazı yerlerde engellenmiş veya geri döndürülmüş olması bunları konuşmamıza engel mi? Hüseyin Çelik bahane üretmeyin dedi diye sessizlikle geçiştirilecek mi?
Bu ülkenin tüm kurumlarını kuşatmış cezasızlık ve denetimsizlik kültürünün seçimleri de esir alması durumunda bu seçimlerde provası yapılan bu pratiklerin gittikçe çetinleşecek olan gelecek seçimler için teşkil edeceği örneği düşünmek bile istemiyorum. Tekrarlamak lazım, söz konusu olan ne parti ne ideoloji ne şahsi bir meselesidir. Yitirilme tehlikesi olan, aylardır bıkmadan usanmadan her eleştirinin karşısına demokrasinin asgari şartı diye dikilen sandıktır ve sandığın güvenirliliğidir.
*Northwestern Üniversitesi Siyaset Bilimi, Doktora