IŞİD ve diğer radikal örgütlere katılmak için AB ülkelerinden Suriye ve Irak’a giden yabancı savaşçıların profiline baktığımız zaman, Kuzey Afrika kökenlilerin en önemli grup olduğunu görüyoruz. Türk kökenli yabancı savaşçıların sayısı bazı AB ülkelerinde yok denecek kadar az. Almanya gibi Türk kökenliler ve Müslüman nüfusun yoğun olduğu bir ülkede de Türk kökenli yabancı savaşçı sayısı yüzde 30’u geçmiyor. Bunun elbette farklı nedenleri bulunuyor:
1- Aidiyet duygusu ve anavatan kavramı:
AB ülkelerinde yaşayan Kuzey Afrika kökenliler genel olarak bir kimlik bunalımı yaşarken, Türk kökenlilerde aidiyet duygusu, milliyetçilik ve anavatan kavramları hala çok güçlü. Bu durum Türk kökenlilerin bulundukları topluma entegrasyonu anlamında sorunlar yaratsa da kimlik bunalımının ve buna bağlı yeni arayışların önüne geçiyor. AB ülkelerindeki, üçüncü ve dördüncü kuşak Türklerin bile Türkiye ile olan bağı hala çok kuvvetli. Bunun da ötesinde, toplumun büyük bir kesimi için "Türk olmak" hala dini aidiyetin önüne geçiyor. "Türk olmak" esas kimlikken, "Müslüman olmak" daha uhrevi bir kavram olarak öne çıkıyor.
2- Laiklik:
Türkiye’de laiklik kavramı son yıllarda büyük oranda zayıfladı. Bunun yanında, AB ülkelerindeki Türk kökenli nüfus, Türkiye ortalamasının da üzerinde muhafazakar. Ancak uzun yıllara dayanan laik sistem geleneğinin etkilerini Türk kökenliler üzerinde hala görmek mümkün. Son yıllarda siyasi bir araç haline getirilmiş de olsa Diyanet bu anlamda önemli bir rol oynamaya devam ediyor. Başta Almanya olmak üzere pek çok AB ülkesinde tartışmalı bir kurum haline gelen Diyanet, radikal ve cihatçı eğilimlerin toplumda yayılmasına engel oluyor. Faaliyetlerin sıkı devlet kontrolünde olması bu anlamdaki en büyük etken. Farklı cemaatler zamanla kendi camilerini oluşturmuş da olsa, dini konularda Diyanet hala önemli bir rol üstleniyor.
3- Tarihi nedenler:
Her ne kadar siyasal İslam ve radikal gruplar, Türk toplumunun geleneksel İslam anlayışını son 50 yıl içerisinde belirli oranda değiştirmiş de olsa, geleneksel anlayış ve sufi kültürünün Türk toplumu üzerindeki etkilerini hala güçlü şekilde görmek mümkün. Bunun yanında, Türk toplumu içerisinde çok kültürlü yapı maalesef çok büyük oranda unutulmuş da olsa, Osmanlı gibi çok sayıda din, millet ve kültürün bir arada yaşadığı bir sistemin etkileri hala hissediliyor. Tarihsel çerçevede değerlendirdiğimizde, Türkler için başka dil, din ve ırka mensup toplumlarla bir arada yaşamak yeni bir kavram değil.
4- Dil:
Radikal grupların büyük çoğunluğunun kökleri Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde. Bu anlamda, Arapça hala bu gruplar için adeta anadil konumunda. Başta Selefi gruplar olmak üzere, tüm radikal gruplar için anadili Arapça olan Müslüman toplumlara ulaşmak çok daha kolay. Bu nedenle, Avrupa’da yaşayan Kuzey Afrika kökenliler, radikal grupların hedefinde.
5- Araplara genel bakış:
Radikal grupların çoğunda Araplar hala baskın bir rol üstleniyor. Bu gruplar Avrupa’da da özellikle Arap asıllı imamlar ve temsilciler üzerinden örgütleniyor. Son yıllarda bir değişim olsa da, Türklerin genel olarak Araplara bakışı, belirli oranda ırkçı olarak kabul edilebilecek kadar negatif düzeyde. Bu anlamda, bu grupların Türk toplumunun içine sızması da oldukça zor. Örnek olarak, Kuzey Afrika kökenli bir grup, Suudi Arabistan’dan bir imamı kolaylıkla kabullenirken, aynı imamın Türk camilerine misafir konuşmacı olarak bile gelmesi oldukça zor.
6- Finansman:
Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar özellikle dışarıdan gelecek finansal yardımlara fazlasıyla muhtaçken, hem Diyanet hem de Türk kökenli dini cemaatler genelde finansal olarak çok güçlü durumda. Bu elbette Türkiye’nin ekonomik olarak Kuzey Afrika ülkelerine göre daha gelişmiş olması ile de bağlantılı.
7- Aile ve toplumsal yapı:
Kuzey Afrika kökenliler daha muhafazakar bir toplum yapısına sahip de olsalar genel olarak aile ve toplum baskısı kadınlar üzerine odaklanıyor. Bu durum büyük oranda Türk kökenliler için de geçerli ancak önemli bir farkla. Toplum içindeki erkekler de belirli bir oranda bu baskıdan ve kontrol mekanizmasından nasibini alıyor. Türk kökenli bir genç erkeğin günlerce evinden uzak olması veya kimsenin haberi olmadan farklı örgütlere aktif katılım sağlaması oldukça zor. Genelde negatif olarak düşünülen "mahalle baskısı" aslında radikalleşme anlamında pozitif bir rol oynuyor.
Elbette tüm bunları bir garanti olarak görmek büyük hata olur. Son yıllarda radikal gruplar hem Türkiye’de hem de AB ülkelerindeki Türk kökenliler arasında çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Türkiye’den Suriye ve Irak’a savaşmak için gidenlerin sayısı ve Türkiye’deki IŞİD üyesi ve sempatizanlarının sayısı korkutucu düzeyde. Unutmamak lazım ki, AB ülkelerindeki Türk kökenliler de direk olarak Türkiye’deki gelişmelerden etkileniyor. Bunun gelecekte büyük bir tehlikeye dönüşmesini önlemenin en büyük yolu laikliğe, demokrasiye, çok kültürlü yaşama ve çok sesliliğe sahip çıkmak.
© Deutsche Welle Türkçe
Demir Murat Seyrek / Brüksel
Dr. Demir Murat Seyrek, Avrupa Demokrasi Vakfı'nın Kıdemli Danışmanı ve Avrupa Politikaları Uzmanı olarak görev yapıyor.