Mehmet Altan*
Barack Obama, henüz başkan adayıyken, Obama taraftarı ‘Demokratlar’ tarafından kurulan ‘Center for American Progress’in (CAP) Türkiye uzmanı ve kıdemli araştırmacısı Michael Werz, geçen hafta Cansu Çambel’e Türk-Amerikan ilişkilerinin tomografisini çeken çok önemli bir röportaj verdi.
Hem Michael Werz’in, hem de CAP’in Obama’ya yakınlığı bilinince, söylenenler daha da anlam kazanıyor.
Cansu Çambel de, Werz’in son iki yıldır Türkiye’nin geçirdiği siyasi süreçlere dair kaleme aldığı analizlerin ve Kürtler konusunda hazırladığı Ağustos 2014 tarihli raporun Beyaz Saray’ın meselelere bakış açısını anlamak için adeta ‘dekoder’ niteliğinde olduğunu söylüyor…
xxxxxxxxxxxxxx
Michael Werz, Türkiye’nin ‘NATO ve ABD için güçlü bir ortak olup olmayacağına dair iradesinin ve kapasitesinin değerlendirilmesi’ açısından ortaya çıkan tabloya bakıldığında, Obama’dan sonra ister Hillary Clinton, ister Cumhuriyetçi bir başkan gelsin, ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı bugünkünden daha sert olacağını iddia ediyor.
Türkiye’nin kapasitesine dair güveni zedeleyen üç olayı da şöyle özetliyor:
“Birinci deneyim Gezi Parkı protestolarıydı. İstanbul’un göbeğindeki son derece meşru, demokratik ve kontrol edilebilir bir protesto, hükümetin olan biteni okuyamamasından ve polisi ölümlere neden olacak, daha fazla öfkeyi provoke edecek şekilde kullanması nedeniyle kontrolden çıktı. Gezi’ye gösterilen tepki, insanların 10 yıldan fazla süredir seçimle iş başına gelen ve Türk toplumunun önemli bölümlerinin desteğine sahip olan bir hükümetin bir sosyal gerçekliği neden bu kadar yanlış yorumladığını sorgulamasına neden oldu.”
xxxxxxxxxx
“İkinci olay ise Musul oldu. Şehrin düşeceğine ilişkin bariz emareler vardı, hatta Musul Valisi açıkça uyarılar da yapıyordu. O zaman Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu, Musul Başkonsolosu Yılmaz’ın kaçırılmasından sadece bir gün önce Türk diplomatların güvende olduğunda ısrar etti.
Durumun Türk yetkililer tarafından bu kadar yanlış okunması endişe verici.
Bütün bunlar Türkiye’nin Kuzey Irak’ta olup bitenlerle ilgili kaliteli istihbarat toplama kapasitesine dair soru işaretlerine neden oldu.”
xxxxxxxxxxxx
“Üçüncü siyasi referans noktası ise Kobani’dir. IŞİD önemli bir hedef haline getirdiği için stratejik bir önem kazanan bir Kürt şehrinden bahsediyoruz.
Dahası Kobani’nin sadece Suriye ve Irak’taki değil Türkiye’deki Kürtler için de siyaseten kritik bir anlamı var.
Türkiye’nin kendi içindeki barış süreci belki de ilk kez öncelikli olarak dış dinamikler tarafından yönlendirilirken Türk hükümeti sadece seyirci kaldı ve Kobani’yi kurban etmeye hazır bir görüntü verdi.
Bu da son 1,5 sene içinde tanık olduğumuz üçüncü yanlış hesaptı.”
xxxxxxxxxxxxxx
Peki, böylesi ‘yanlışlar’ yapan bir siyasi heyete uluslararası sistem nasıl bakar ve bu heyeti nasıl değerlendirir?
“Dolayısıyla bu meseleler siyasi açıdan Başkan Obama ile Erdoğan’ın beraber kahve içip içmediğinden daha önemli. Suriye, Lübnan, Irak ve Ürdün’de durum son derece hassasken istikrar için birlikte çalışacağı ortakları tanımlayabilmek ABD için stratejik önemde.
Bu açıdan bakıldığında Türk hükümeti bugün analitik öngörü, siyasi pragmatizm ve istihbarat toplama kapasitesinden yoksun gözüküyor.
Bu da Türk hükümetinin bölgedeki politikaları olumlu olarak etkileme kapasitesiyle ilgili soru işaretlerine neden oluyor.”
xxxxxxxxxxxxxx
Türkiye bu vahim ‘hataları’ neden yapıyor?
Çünkü ‘seküler olmayan öncelikleri’ var…
Seküler olmayan politikaların neden hata yaptırttığını da Werz şöyle açıklıyor:
“Eğer aynı mezhebe dayalı bir inancı paylaştığınız için sizi devlet dışı aktörler ve hareketlerle koalisyon içine koyan bir dini ve kültürel dünya görüşünden bahsediyorsanız, bu ulusal politika üretme açısından iyi değil.
Zira ulusal politikalar çıkarlar üzerine inşa edilmeli. Bu tür bir politika ise sizi hem bölgenizde hem de dünyada izole eder.”
xxxxxxxxxxxx
Türkiye’yi gittikçe dünyadan izole eden politikaların somutlaştırılmasına gelince, Werz aşağıdaki örnekleri saymakta:
“…Bölgedeki Müslüman Kardeşler örgütlerine dönük sempatinin güncel Türk dış politikasına önderlik eden prensiplerden biri olduğu ortada.
Bu, Türkiye’nin Mısır, Gazze ve Batı Şeria’ya dair dış politikasında görülebiliyor.
Benim kendi perspektifime göre bu seküler olmayan öncelikler Türkiye’nin çıkarına değil.”
xxxxxxxxxxxxx
Werz analizine devam ediyor:
“Türkiye IŞİD’e karşı koalisyonun bir üyesi değil, seyretmekle yetiniyor ve henüz kararını vermedi.
İncirlik Üssü’nün tam kullanılmasına izin vermiyor olması da Amerikan askeri planlamacıları için büyük endişe kaynağı.”
xxxxxxxxx
2015 başı itibarıyla ABD-Türkiye ilişkileri, Washington’dan bakınca anlaşılan böyle görünüyor.
Hâlbuki Erdoğan 2013 Mayısı’nda Beyaz Saray’da en üst düzey protokolle ağırlanmıştı.
Wertz, ilişkilerin bozulma sürecini anlatırken, ‘güven zedeleyici’ çok önemli iki olayı da anımsatıyor:
“Bir de bunların üzerine Türk hükümeti, iki ülkenin üst düzey yetkilileri arasındaki konuşmaların içeriğine dair yanlış beyanda bulunduğu için ABD yönetimi iki kez düzeltme yapmak zorunda bırakıldı.
Bu yakın müttefikler için oldukça olağandışı bir durum.
…Fethullah Gülen’in ABD’deki durumuna ilişkin olarak Türk hükümeti Başkan Obama ve dönemin Başbakanı Erdoğan arasındaki görüşmenin içeriğini yanlış aksettirdi.
Bu güvenin şiddetli biçimde aşınmakta olduğunun bir göstergesi oldu, zira Türk tarafı adeta tutanakları değiştiriyordu. Politikalarda yaşanan ihtilafların yanı sıra bu da bugün Washington’da hem ABD hükümetinin içinde hem de düşünce kuruluşları dünyasında pek çok insanın Türkiye ile ortaklığın yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmasının sebeplerinden biri.”
xxxxxxxxxxxx
Röportaj, Türkiye’deki siyasal iktidara dünyanın güveninin neden ve nasıl aşındığını net biçimde anlatıyor.
Dışarıda böyle…
İçerde de her şeyi bir yana bırakın ‘17-25 Aralık süreci’ ortada, neredeyse ‘hırsız’ kelimesi yasaklanacak… Toplumun sadece hukuki değerleri değil, ahlaki değerleri de bilinçli bir şekilde yok ediliyor.
Ne Ortadoğu’da ne de Batı’da Türkiye’ye güvenen biri kaldı.
İçerde ise halk, hırsızlıkları ‘olağan’ bulanlarla bulmayanlar olarak ikiye ayrıldı.
Bu iki grubun arasında keskin bir nefret var.
xxxxxxxxxxxxx
Dünyada ‘yalancı ve güvenilmez olarak’ etiketlenen, içerde ise varlığını korkunç bir nefret bölünmesi üzerine bina etmek zorunda kalan bir siyasi iktidar Türkiye’yi nereye götürür?
Ben pek hayırlı bir yere götürmeyeceği kanaatimdeyim.
Böyle bir siyasi tabloyla ‘mutlu sona’ ulaşmış bir toplum örneği bilenler varsa, onlar ‘hayırlı bir yolculuk’ yaptığımıza inanmaya devam edebilirler.
Eğer Haziran seçimlerini AKP kazanırsa, gittiğimiz yolun nereye vardığını bir iki yıl içinde hep birlikte görürüz.
Bugün ‘iyi gidiyoruz’ diyenler, artık iyiden iyiye netleşmeye başlayan o ‘durağa’ ulaştığımızda ‘biz nereden bilecektik’ demesinler, çünkü hem içerde hem dışarıda aklı başındaki insanlar var güçleriyle, ‘iyi bir yere gitmiyorsunuz’ diye bağırıyorlar.
Bu yazı gazete360.com'da yayımlanmıştır.