Söyleşi

Amerika’da Kürt sorunu yeterince anlaşılmıyor

BDP Washington Temsilcisi Nazmi Gür, www.t24.com.tr'nin sorularını yanıtladı.

05 Mayıs 2010 03:00



Yıldız YAZICIOĞLU, Washington DC


Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP), Amerika’da Türkiye’deki siyasi hedeflerini tanıtmak amacıyla geçen ocak ayında kurduğu Washington DC’deki temsilcilik ofisi faaliyetlerine başladı. BDP Washington Temsilcisi Nazmi Gür, Ortadoğu bölgesini aldığı kararlarla etkileyen Amerikan kamuoyuna Türkiye’deki Kürt sorununu anlatmak amacıyla harekete geçtiklerini söyledi.

Nazmi Gür, geçen yıl DTP Temsilciliği faaliyetleri parti kapatma kararı nedeniyle sekteye uğradıktan sonra ocak ayında BDP adı altında resmi temsilciliği açtı. Bu temsilcilik ofisinde www.t24.com.tr'nin sorularını yanıtlayan Gür, BDP’nin Türkiye’ye ilişkin demokratik taleplerini Amerika’da da ifade edeceklerini vurguladı. Bunun yanı sıra AKP’nin, “Kürt açılımı” ile gerçek bir açılıma imza atmadığını da açıkça anlatacaklarını söyleyen Gür, Amerika’nın Ortadoğu politikaları açısından Türkiye’deki Kürt sorununu Washington’da anlatmak istediklerini kaydetti.

Gür, Türkiye’nin İran konusundaki tutumuna da değinerek, Amerika’ya karşı tavır alan şekilde Türkiye’nin İran’a gösterdiği yakınlıkta Kürt nüfus üzerinde baskı kurmaktan kaynaklanan ortak statükolar bulunduğunu dile getirdi. Gür, Türkiye’nin bütün enerjisini olası bir Kürt devletini önleme konusuna harcadığını oysa Kürt sorununu çözerse bölgede lider bir ülke olacağını da söyledi.

Gür’ün sorularımıza verdiği detaylı yanıtlar şöyle:


- Öncelikle temsilcilik olarak neyi amaçlıyorsunuz, ne tür faaliyetlerde bulunacaksınız?


DTP dönemi sonrasında ocak ayı itibariyle BDP olarak faaliyetlerimize başladık. Bizim Brüksel’de de bir temsilciliğimiz var. Bu temsilcilik, Avrupa Birliği (AB) sürecini izlediği gibi partimizin görüşlerini, programını AB kurumlarına ve üye devletlere iletiyor. Hem de oradaki gelişmelerini genel merkeze aktarıyor. Washington’daki temsilciliğimiz de aynı şekilde hem partimizin tanıtımı, hem de Türkiye’ye ilişkin politikalarımızın anlatılması amacıyla kuruldu. Öncelikle temsilcilik aracılığıyla Amerika sistemini, işleyişini anlamak ve onu tanımak amaçlanıyor. Sonrasında da partimize ilişkin gelişmeleri ve programımızı buradaki halkla paylaşmayı düşünüyoruz. Amerika’da “public diplomacy” (kamu diplomasisi) denilen yaklaşımı önümüze hedef olarak koyuyoruz. Umarım Türkiye’nin ağır sorunlarının çözümünde ileri sürdüğümüz görüşlerimizin buradaki taraflarda yankı bulur.


“Amerika’da Kürt sorunu yeterince anlaşılmıyor”


Son olarak mesela DTP’nin kapatılması burada yankı bulmuştu. Dolayısıyla Amerika’da Kürt sorununa ilgi var görünüyor ancak sizce sorun doğru anlaşılıyor mu?

Öncelikle ABD’nin Ortadoğu ile ilgili şu ya da bu şekilde aldığı her karar başta Türkiye olmak üzere bölgedeki herkesi, her ülkeyi etkiliyor. ABD’nin Türkiye ile ilişkileri son derece karmaşık ve stratejik. Bu ilişkilerde alınan kararlar da bizleri, Türkiye’yi etkiliyor. Sadece Kürtleri değil Türkiye’deki demokratik kamuoyunu, gelişmeleri etkiliyor. Görünürde tabiî ki iki bağımsız devlet ve birbirlerinin içişlerine karışmama prensibi çerçevesinde muhakkak ilişkilerini sürdürüyorlar. Ama öte yandan hem NATO üzerinden hem de müttefik ülke olma açısından baktığımızda, karşılıklı çıkarlar açısından baktığımızda da son derece grift ilişkileri olan iki devlet. Bu noktada Kürt sorunun demokrasi içerisinde çözümü konusunda, ABD’de hem entelektüel çevrelerde hem de Amerika kamuoyunda bunun yeterince anlaşıldığını düşünmüyoruz. Temel amaçlarımızdan birisi de bu eksikliği gidermektir. Masa başı hazırlanan bir takım raporlar dışında Türkiye’deki Kürtlerin varlığının yeterince ABD’de duyulmadığını, bilinmediğini söyleyebilirim.


“Kürtleri baskı altında tutmak çözüm değil”


Washington’da Türkiye’deki Kürt sorunu, bazen Kuzey Irak ile birlikte gündeme geliyor. Sizce Kuzey Irak gündemiyle birlikte meseleyi “Kürdistan” meselesi gibi anlamak doğru bir yaklaşım mı?

Hayır, aslında hiç de öyle değil. Amerika’nın Ortadoğu politikası, Kuzey Irak’taki politikası kısmen Kürtlere dayanıyor. Biraz tarihin cilvesi. Körfez Savaşı sürecinde Irak Kürtleri ile ABD bir tür ittifak içerisine girdi. Oradaki Kürtler, uluslararası koruma ile kendi bölgelerinde defakto bir durum yaratarak, Irak’taki sorunu neredeyse çözüm aşamasına getirdiler. Kerkük ile Musul problemini de eklediğinizde oluşturulan federal yapı, Kürt sorunun demokratik, siyasal çözümü açısından bölge devletlerine bir örnek teşkil edebilir. Bu durum, işte çok kaygı uyandırıyor. Kürtler, Irak’ta federasyon kururlarsa başka yerlerde de kurarlar mı, kaygısı. En çok da kaygıyı Türkiye yaşıyor.

Hem içteki Kürtlere hem de Irak’taki Kürtlere yaklaşım da bu korku üzerine. Bunun yersiz olduğunu da söylemek istiyorum. Ortadoğu’da dört ayrı devlet içerisinde haklarından yoksun bırakılmış 40 milyon nüfus var. Bunun büyük kısmı diyelim ki 20 milyonu Türkiye’de yaşıyor. Cumhuriyetle birlikte varlıkları ve hakları reddedilmiş bir halk. Devlet, terörizm gerekçesiyle bu talepleri bastırmaya çalışıyor. Ama başka bir yerde, Kuzey Irak’ta bu sefer federatif bir yapı var. Bu arada Türkiye ile bölgesel Kürt yönetimi arasında da ciddi ilişkiler de kurulmuş durumda. Erbil’de konsolosluk da açıldı.

Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, Ortadoğu’da istikrar isteyen barış öngören her insiyatif, her çıkış Kürt halkının varlığını ve taleplerini göz adı etmemek durumundadır. Bunu dışladığı noktada sıkıntı çıkar. Bugün sıkıntı Türkiye’de ve kısmen İran’da Kürt varlığının reddedilmesidir.
Ama artık çok açık ki… Kürtler eski Kürtler değil. Ortadoğu da eski Orta Doğu da değil. ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisi Saddam rejiminin çökmesi Kürtlere özgür olma umudu getirdi ve aynı zamanda bölgedeki statükoların da yıkılacağı mesajı verdi. Bu bağlamda bölge Kürtleri baskı altında tutan devletlerin bu değişimi, bu dönüşümü görmeleri gerekir. Sonsuza kadar bu otoriter rejimler süremez. Kuşkusuz Kürtlerin mevcut statükoda tutulması, o ülkedeki demokrasiyi de zayıflatmakta, insan haklarını kısıtlamaktadır. Bunun en yakın örneği Türkiye.

Kürt sorununun, demokratik çözümünü gerçekleştirilmiş bir Türkiye, AB yolunda dev bir atım atmış bir ülke, istikrar ve barışını sağlayan bir ülke, bölgede lider bir ülke olur. Ancak Türkiye’nin tercihi nedir? Kürtler üzerindeki baskının sürdürülmesi ve statükoya dokunulmaması. Bölge devletleri arasında İran başta olmak üzere Kürtlerin gelecekte bu bölgede devlet olma ihtimalini ortadan kaldıracak bir güçlü devlet arası ittifak geliştirilmesi. Türkiye bütün enerjisini buna harcıyor. Geçmişteki Bağdat Pakdı gibi.

Ama şu iyi görülmeli ki, bundan sonrasındaki Ortadoğu’daki yeni statü Bağdat Pakdı gibi ittifakları reddediyor. Yapılması gereken şey, Kürt halkının, haklı, yasal ve meşru taleplerinin işitilmesi ve gereğinin yapılmasıdır. Bu örneğin Türkiye’de barışın ve istikrarın sağlanması anlamına gelir. İşin doğrusu bölge devletlerin otoriter rejimlerinin bir biçimde çözülmeye başladığını söyleyebiliriz. Tabiî ki zaman alacaktır. Türkiye’nin demokratik devle yapısına evrilmesi elbette zor ve sancılıdır. Ama bunun bedelini de tek başına Kürtler ödememeli.


“İran ile ilişkilerde Kürt nüfus faktörü var”


Bu noktada uluslararası diplomasi alanında akla şu soru geliyor: İran ile Türkiye’nin son dönemdeki yakınlığını ve özellikle nükleer silahlanma konusunda Amerika’ya karşı duruş sergilemesinde bölgedeki Kürt nüfusun rolü nedir?

Türkiye, İslam rejimi öncesinde de siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmelerle İran’ı etkiliyor. Geleneksel ve tarihsel olarak da İran ve Türkiye, İslam’ın farklı iki kolunu temsilen çatışmıştır. Bölgede iki geleneksel ve çatışan güç. Bu nedenle bana göre bugünkü uzlaşma biraz Kürtler üzerinden yapılan uzlaşma. Maalesef Kürtler hem dönem farklı güçlerin çıkarlarının kurbanı olmuştur. Çok açıktır ki İran ile Türkiye arasındaki ilişkilerin önemli bir gündem maddesini, her bölgedeki Kürt nüfusu tutuyor. Kürtler konusunda takındıkları tavır, ekonomik ve siyasal ilişkilerini de yansıyor. Mevcut yakınlaşmayı, AKP Hükümeti’nin rengi de kısmen belirliyor. Ancak bana göre belirleyici olan bölgedeki Kürt mevcudiyeti, Kürtlerin giderek uyanan bir topluma ve güce dönüşmeleri ve bu gücün bölgedeki statükoyu zorlamaya aday hale gelişi İran ile Türkiye’yi bir araya getiriyor. İşte Kürtler, bu devletler arası ilişkilere ve çıkar paylaşımına kurban edile hale gelmiştir.

ABD’nin ise, Türkiye’nin İran ile ilişkisinden çok memnun olmadığını düşünüyoruz. Bir taraftan İran’a karşı uluslararası ambargo yürütülüyor ama bir yandan da Türkiye, İran’ın nefes almasını güden politikalar yürütüyor.

Ama İran’ın bu nükleer silahlara sahip olma arzusu, kuşkusuz bölgede dengeleri sonsuza denk değiştirme amacından kaynaklanıyor. Başını ABD’nin çektiği Batı dünyası ise, elbette İran’ın bu güce sahip olmasını istemez. Normalde, Batı’nın müttefiki ve silahlara belki ilk hedef olabilecek ülkelerden birisi olmasına rağmen neden Türkiye, İran konusunda çaba harcıyor? Kürtler, bu ilişkilerde kolay kurban edilebilecek kartlardan birisi oluyor. Uzun vadede ise, İsrail – ABD ekseni karşısında İran’ın, Irak’ın Şii bölgesine nüfus etmeye planladığını ve Suriye ile komşu haline gelerek İsrail’i kuşatma gibi bir hedefi olduğunu da düşünüyorum.

Washington’a dönelim. AKP Hükümeti’nin Kürt açılımı ve sonrasında neticeye varmaması burada nasıl algılandı?

Aslında AKP, yaklaşık 7 yıldır benzer ifadeleri kullanıyordu. ‘Kürt açılımı’ denilen politika başlangıçta hepimize umut verdi. İyimser bir hava doğmasına yardımcı oldu. Ancak AKP’nin anlayışı, Kürt mücadelesini, demokrasi ve özgürlük mücadelesini tasfiye etmek üzere kurgulanmış bir politika. AKP’nin mevcut uygulamalarıyla bunun böyle olduğunu burada da anlatmaya çalışıyoruz. Eğer gerçek bir açılım olsaydı binlerce Kürt siyasetçi cezaevlerinde olmayacaktı. Sembolik de olsa bir takım yasal ve siyasal gelişmelerin olması gerekiyordu. Maalesef AKP, bu konuda kendini ve Türkiye’yi aldattığı gibi buraları da yanıltıyor. Ama bunun yavaşça anlaşılmaya başladığını söyleyebiliriz.