“Bir seçim döneminde olmamıza rağmen, televizyonlarda, ‘iktidarın sesi’ne ayrılan yerler, ‘muhalefetin sesi’ne oranla çok sınırlı kalıyor” diyen eski CHP Genel Başkanı ve Radikal gazetesi yazarı Altan Öymen, “Oysa, çoktandır, bir ‘seçim dönemi’ndeyiz. Bu dönemin televizyon yayınlarıyla ilgili kuralları var. Bir kısmı ‘seçim propagandası’yla ilgili... Bunların amacı şu: ‘İktidardaki ve muhalefetteki siyasi partilerin seçmenlere seslerini duyurma imkânlarında eşitlik sağlanması” görüşünü dile getirdi.
Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen, Radikal gazetesindeki köşesinde, televizyon kanallarının seçim yasasını ihlal ettiğini belirtti.
Altan Öymen’in, Radikal gazetesinin bugünkü (22 Şubat 2014) nüshasında yayımlanan, “Seçim öncesindeki TV yayınları yasalara uygun mu?” başlıklı yazısı şöyle:
Seçim öncesindeki TV yayınları yasalara uygun mu?
Meclis televizyonuna getirilen sınırlamadan sonra, öteki televizyonların yayınlarında da muhalefete ayrılan süreler giderek daraldı. Bu, seçim zamanın kurallarına da uymuyor.
Ülkemizi demokrasiden -daha da- uzaklaştıran yasalar birbirini izliyor. Meclisimiz gece gündüz çalışıp bunları kabul ediyor. İnternete -Başbakan’a bağlı memurların kararıyla- uygulanacak yasaklar getiren kanun çıktı. Bunu Cumhurbaşkanı’nın Meclis’e geri göndermesi umudu vardı. O umut da yok oldu. Kanun Köşk’çe de onaylandı. Yürürlüğe girdi.
Hâkimler ve savcılarla ilgili görev kurallarını belirleme, onların nakilleri, terfileri, görevden alınmaları gibi işlemlerinde karar verme yetkisini Adalet Bakanı’na veren kanun da Meclis’te kabul edildi.
Önceki gece sabaha karşı 04’te görüşmeleri tamamlanıp Meclis’ten çıkan bir başka kanun da, Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması dahil, tutukluluk süreleriyle ve uygulamalarıyla ilgili bir kanundu. Özel Yetkili Mahkemelerdeki Balyoz, Ergenekon, KCK gibi uzun yıllar süren ve birçok haksızlığın nedeni olduğu artık herkesçe kabul edilen davaların yeniden görülmesine, haksızlıkların bir ölçüde de olsa telafi edilmesine yol açacağı bekleniyordu. O beklentilerin büyük bir kısmı boşa çıktı.
Şimdi de, MİT’le ilgili olarak demokratik bir devletin kurallarıyla bağdaştırılması hiç mümkün olmayan yeni bir kanun teklifi verildi. Demokrasimizin geleceği için iyimser olma imkânını büsbütün ortadan kaldırdı. Onun sonucu bekleniyor.
Meclis’teki yayın sınırlaması
Meclis, seçim için tatile girmeden önce, gene bir ‘sabaha kadar’lık mesai ile MİT yasası teklifini de yasalaştırır mı, göreceğiz...
Daha doğrusu, göremeyeceğiz... Eğer aynı ‘gece mesaisi’ metodu uygulanırsa, ertesi günkü televizyon yayınlarındaki kısa özetlerden sadece sonucu işiteceğiz... Çünkü bir süredir Meclis görüşmelerini doğrudan doğruya yapılan canlı yayınlardan izleme imkânı da ortadan kalktı.
Daha doğrusu, ‘kalktı’ değil, ‘kaldırıldı’. Başbakan’ın başdanışmanının ‘Alo Fatih’ olayı sırasında ortaya çıkan beyanıyla apaçık görüldü ki, o yayınların kaldırılması, başlangıçta bildirildiği gibi ‘Meclis’in TRT’yle işbirliğindeki teknik güçlükler’in sonucu değil, muhalefet sözcülerinin Meclis konuşmalarının halk tarafından izlenmesinin önlenmesiymiş.
Daha önce belirtmiştim: O ‘önleme’ tedbirinden önceki durum şuydu:
Meclisle TRT arasında 1990’lı yıllardan beri şöyle bir anlaşma vardı:
TRT’nin bir kanalı, bir protokolle Meclis’e tahsis edilmişti. Meclis, kendi içinde bir televizyon birimi oluşturmuştu. O birim, Meclis Genel Kurulu’nun çalışmalarının tümünü, kendi yönetimindeki kameramanların kayda aldığı görüntülerle, ‘TRT 3’ten naklen yayınlıyordu. O yayınların dışındaki saatleri de, Meclis’teki partilerin grup toplantılarına, Meclis Komisyonu’nun çalışmalarına ve Meclisle ilgili öteki faaliyete ayırıyordu.
O arada Meclis’teki partilerin sözcüleriyle çeşitli konularda açık oturumlar düzenliyordu.
Tabii, bütün bunları yaparken, partilere aralarındaki dengeye uygun zamanlar ayırıyordu. Her partinin kendi sesi duyuluyordu.
Meclis izleyicisinden koparıldı
Yaklaşık 20 yıl boyunca yürürlükte olan bu uygulamanın faydaları belliydi:
1) Meclis’te ne olup bittiğini öğrenmek isteyen vatandaşlar, başta kendilerini ilgilendiren konularla ilgili görüşmeler olmak üzere, Meclis çalışmalarının her aşamasını, her istedikleri zaman izleyebiliyorlardı.
2) İlgi alanlarındaki kanunları, daha teklif veya tasarı halindeyken öğrenebiliyorlardı. Onlarda gördükleri eksiklikler, fazlalıklar üzerinde, milletvekillerini arayıp görüşlerini bildirebiliyorlardı.
3) Ankara’ya en uzak yerlerde oturan ve Ankara’ya hiç gelmemiş olan vatandaşlar da dahil, herkesin Meclis’te olup bitenleri Meclis’in içindeymiş gibi görüp izleme imkânı vardı. Başta kendi illerinin milletvekilleri olmak üzere, tüm milletvekillerinin çalışmaları üzerinde fikir sahibi olabiliyorlardı.
4) Milletvekilleri de bunun farkında oldukları için, Meclis’teki çalışmalarını, seçmenlerince duyulmasını da sağlayacak şekilde daha da artırıyorlardı.
(O arada, tabii, Meclis’teki devamsızlıklar da azalıyordu. Çünkü kameralar sadece kürsüdeki milletvekillerini göstermiyor, Meclis’teki sıralardan da görüntüler yayınlıyordu. Hangi milletvekillerinin orada olduğu, hangilerinin olmadığı anlaşılıyordu)
Bu dört maddeye daha birçok ekleme yapılabilir... Kısacası, Meclis televizyonunun eski yayın düzeninin, demokratik hayatımızın gelişmesine katkısı büyüktü.
Şimdi o düzenin yerinde, sadece, saat 14.00’te başlayan Meclis Genel Kurulu oturumlarının ilk birkaç saati televizyondan yayınlanıyor. Gerisi internetten verilse de, izleyeni çok sınırlı kalıyor.
Eskiden ülkenin her tarafından milyonlarca seyirci tarafından izlenebilen Meclis faaliyeti, geniş vatandaş gruplarının ilgi alanından çıkmış oluyor.
O arada televizyonların ilgi alanından da çıkmış oluyor Meclis faaliyeti. Çünkü televizyon kuruluşlarının Meclis’i kendi kameralarıyla izleme olanakları zaten sınırlıydı. Bu, çoğu halde, Meclis televizyonunun çektiği görüntülerin yansıtılmasıyla mümkün oluyordu.
O imkân da ortadan kalkınca, Meclis faaliyetinin geniş vatandaş kitlelerince izlenmesi olanağı, artık, Başbakan’ın başdanışmanının, ‘Muhalefet sözcülerini, vatandaşlara izletmeme’ ilkesine uygun bir şekilde ortadan kalkmış olmaktadır.
Evet, muhalefet sözcülerinin konuşmalarını, vatandaşa izletmemek...
İktidarın o hedefi, Meclis’teki muhalefetin sesiyle ilgili olarak büyük ölçüde gerçekleşmiş bulunuyor.
Seçim döneminin kuralı
Ama iş onunla kalmıyor. İktidar, muhalefetin Meclis dışındaki konuşmalarının televizyona da yansımasını önlenmek istiyor. O da ‘Alo Fatih’ olayıyla birlikte ayan beyan ortaya çıktı. Muhalefet sözcülerinin konuşmaları bir yana, konuşmalarıyla ilgili altyazıların bile yayınlanmasına, iktidarın lideri ve etrafı artık tahammül edemiyor.
Bunun sonucu olarak, bir seçim döneminde olmamıza rağmen, televizyonlarda, ‘iktidarın sesi’ne ayrılan yerler, ‘muhalefetin sesi’ne oranla çok sınırlı kalıyor.
Oysa, çoktandır, bir ‘seçim dönemi’ndeyiz. Bu dönemin televizyon yayınlarıyla ilgili kuralları var. Bir kısmı ‘seçim propagandası’yla ilgili... Bunların amacı şu:
“İktidardaki ve muhalefetteki siyasi partilerin seçmenlere seslerini duyurma imkânlarında eşitlik sağlanması...”
O kuralların Seçim Kanunu’nda ayrıntılarıyla yer alması, 1950 yılındaki seçimlerin hemen öncesindedir. Cumhuriyet tarihimizin ilk iktidar değişikliğinin gerçekleştiği 1950 seçimlerinde, o kurallar uygulanmıştı.
Bugünkü kanunlarımızda da o kurallarla ilgili maddeler yer almaya devam ediyor.
‘Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkındaki Kanun’un 55 A maddesinin ilk fıkrası şöyledir:
“Seçimlerin başlangıç tarihinden (yani 1 Ocak 2014’ten) oy verme gününün (30 Mart 2014) bitimine kadar, özel radyo ve televizyon kuruluşları, yapacakları yayınlarda 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’nun 5, 20, 22 ve 23’üncü maddeleri ile 31’inci maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine tabidir.”
Maddede de görüldüğü gibi, kanun, seçim zamanında özel radyo ve televizyonların da TRT kanununda yer alan esaslara uyması gereğini belirtiyor.
TRT Kanunu’nun o maddelerinin esasları arasında, ‘tarafsızlık, doğruluk, çabukluk’ gibi ilkelere bağlı kalmak var.
O maddelerden, sadece 5’inci maddenin (m) fıkrasını buraya alalım. Maddeye göre, radyo ve televizyonlar şu ilkeye uygun yayın yapmak zorundadır:
“Kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşabilmesi için, kamuoyunu ilgilendiren konularda yeterli yayın yapmak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç ve düşüncenin menfaatlerine alet olmamak.”
Yasal durum böyle:
TRT dahil, tüm radyo ve televizyonlar, 1 Ocak’tan başlayıp 30 Mart gecesine kadarki yayınlarında siyasi partilerin faaliyetine eşitlik esasına uygun olarak yer verecekler...
Ülkemizde, bu esasın gereği, iktidarın bugüne kadarki tutumu ve müdahaleleri karşısında, yerine getirilebiliyor mu, getirilemiyor mu?..
Bunu hepimiz kendi kendimize soralım.
Ve bugünkü iktidarın işlerin bu hale gelmesine neden olan sorumluları da kendi kendilerine sorsun.
TRT Genel Müdürlüğü kendi yayınlarına bakarak sorsun.
RTÜK, bizim hatırlattığımız maddeleri bir kere daha okuyarak sorsun.
Yüksek Seçim Kurulu da, bu konuyu kendi görev alanı açısından değerlendirsin...
Bu seçim öncesinde, radyo ve televizyonlarımızın siyasi partiler karşısındaki tutumları, ülkemizin kanunlarına uygun mudur, değil midir?.. Değilse, bunun uygun hale gelmesini sağlama sorumluluğu kimdedir?
Hep birlikte öğrenelim.