Gündem

Alper Görmüş: Mumcu'nun cenaze törenine tekrar bakmak...

Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş: Uğur Mumcu cinayeti serinin dördüncü cinayetiydi ve öncekiler de benzer 'psikolojik ortam'lar doğurmuştu...

27 Kasım 2012 14:36

 

(Taraf, 27 Kasım 2012)

Bu, Güldal Mumcu’nun İçimden Geçen Zaman adlı kitabından yola çıkarak kaleme aldığım üçüncü yazı...

Bu son bölümde, Uğur Mumcu’nun ölümünün kitabın da gösterdiği gibi “made in devlet” damgalı bir cinayet olduğu hakikatinin ışığında, 1993’teki cenaze törenine ve oradaki siyasal duygunun benzerlerinin eşlik ettiği başka tören ve gösterilere bakacağız...

Cevabını arayacağımız sorular şöyle:

Törendeki, “olağanüstü durumların hazırlığı olarak nitelendirilebilecek psikolojik ortam” (bu cümleyi tırnak içine almamın sebebini biraz sonra göreceksiniz), neden törene katılan yüzbinleri hiç rahatsız etmedi?

Uğur Mumcu cinayeti serinin dördüncü cinayetiydi ve öncekiler de benzer “psikolojik ortam”lar doğurmuştu... Törene katılanlar nasıl olmuştu da önceki tecrübelerden hiçbir ders çıkarmamışlar, birilerinin kendilerini manipüle ve mobilize ediyor olabileceğinden hiç kuşkulanmamışlardı? Ya da, kuşkulanmışlardı da, “olsun” mu demişlerdi?

Son soru bugüne dair: Nasıl oluyor da Güldal Mumcu’nun kitabı dahi Mumcu cinayetinin ardındaki hakikate dair herhangi bir “aydınlanma”ya, “kafa karışıklığı”na yol açmıyor; eski klişeler ve duygular nasıl oluyor da aynıyla devam edebiliyor? (Bunu, başta Cumhuriyet yazarları olmak üzere laik kesimde kitabın “sükût suikastı”na maruz bırakılmasına ve benim yazılarıma sosyal medyada gösterilen akıl almaz tepkilere bakarak söylüyorum.)

Soruların cevapları üzerinde düşünmeye başlamadan önce, 1990’lardaki “laik aydın cinayetleri”ne dair bilgimizi tazeleyelim... şöyle bir seyir izlemişti bu cinayetler:

Muammer Aksoy: 31 Ocak 1990... Çetin Emeç: 7 Mart 1990... Bahriye Üçok: 6 Ekim 1990... Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993...

 

Cumhuriyet yazarından "cız" tahlil...

 

Çok büyük kalabalıkların tamamen gönüllülük temelinde katıldığı dev gösterilerle ilgili olarak eleştirel bir şeyler yazmak, biliyorum, çok netameli bir pozisyon... Böyle bir eleştirinin sahibi, “hak ve özgürlük karşıtı”, “her gösteriyi provokasyon sayan bir sağcı” ve benzeri bir dizi suçlamaya hazır olmalıdır.

Hiç şüphem yok ki, Mumcu ve öteki laik aydınların, işte bu türden gösteriler düzenlenebilsin, o gösterilerdeki “psikolojik ortam”lar ülke sathına yayılabilsin diye öldürülmüş olabileceğini öne sürerken ben de benzeri bir öfkeye maruz kalacağım.

Mumcu’nun cenaze törenine katılıp “kahrolsun Ortaçağ karanlığı” ya da “Türkiye İran olmayacak” diye bağıranlardan söz ediyorum...

Aslında bugün onlara bir oyun oynayacak, yazıya, bir Cumhuriyet gazetesi yazarının cümleleriyle başlayacaktım... Fakat cümleleri tırnak içine almayacak, yazarın adını gizleyecek, böylece o satırların sanki benim satırlarımmış gibi algılanmasını sağlayacaktım... Sonra da oturup, gelecek tepkileri yüzümde bir gülümsemeyle okuyacaktım...

Vazgeçmeseydim şayet, Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı’nın 3 Ağustos 2008’de kaleme aldığı “Ergenekon ve Cumhuriyet” başlıklı yazısındaki şu cümlelerin üzerine kuracaktım oyunumu:

Bu cinayetlerin işleniş biçimleri ve zamanları olağanüstü niteliktedir! Cinayetler büyük kitleleri harekete geçirmiş, Uğur Mumcu cinayetinde 500 bin kişi yürümüş, hemen hepsi, yine olağanüstü durumların hazırlığı olarak nitelendirilebilecek psikolojik ortamları çağrıştırmıştır!

“O halde soralım: ‘Ergenekon’ ve veya benzeri yapılanmalar mı Cumhuriyet’in çevresindeki cinayetlerde rol oynuyordu? Bu konu daha ayrıntılandırılabilir; ama sonuçta geçmişten bugüne baktığımızda, eğer böyle bir yapılanmadan bahsediyorsak, bu örgütlenmenin Cumhuriyet aydınlarının katledilmesinde rolü olabilir... Dahası, eğer devamı onlar ise, Cumhuriyet’in bombalatılmasında da!

Cumhuriyet ve çalışanları, onların provokatif amaçları için hedef olmuş olabilir...”

Görüyorsunuz, 1990’ların başındaki “laik aydın cinayetleri”nin birilerinin “provokatif amaçları için” işlenmiş olabileceği açıkça kabul ediliyor bu satırlarda...

Tabii ne Bursalı ne de başka bir Cumhuriyet yazarı bir daha böyle “cız” tahlillere girişmedi... Düşünüyorum da, bu satırları kendi satırlarımmış gibi yazsaydım, kimbilir ne küfürler yiyecektim!

 

Yüzbinler neden rahatsız olmadı?

 

Peki, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi isimler “porovokasyon” amacıyla öldürülmüşlerse, sonuçta kimlerin “provoke” olması hedefleniyordu?

Bu sorunun cevabı açık: Böylece, tabii ki “laik asabiye” sahibi kesimlerin “ayağa kalkması” hedefleniyordu.

Orhan Bursalı, cinayetlerin “provokasyon” olabileceğini kabul ediyor ama tahlilini o noktada kesiyor. Çünkü devam etmesi durumunda, “laik aydın cinayetleri”ni izleyen tepkilere dair de bir şeyler söylemekten kaçınamayacağını biliyor.

Onun söyleyemediğini ben söyleyeyim ve böylece girişte sorduğum sorulara kendi cevaplarımı da vermiş olayım...

Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, “irtica korkusu”nun geniş kitlelere sirayet ettirilmesi, bu yolla “korku”nun maddi bir güç hâline getirilmesi ve onun üzerinden iktidar devşirilmesi “siyaset”inin tutabileceğini gösterdi.

Törene katılan yüzbinlerce insan, törendeki, “olağanüstü durumların hazırlığı olarak nitelendirilebilecek psikolojik ortam”dan rahatsızlık duymadılar, çünkü onlar, damarlarına ustaca zerk edilmiş irtica korkusuyla siyaseten alıklaştırılmışlardı ve “Türkiye’yi 100 yıl geriye götürecek irtica”yla kıyasladıklarında “Türkiye’yi 20 yıl geriye götürecek darbe”yi tercih ediyorlardı.

Mayanın tuttuğunu gören Türkiye’nin provokasyon ve manipülasyon ustaları, kendi militer-otoriter iktidarları için daha nice cinayetler, cenaze törenleri ve gösteriler örgütlediler, bunlar sayesinde toplumun bir kesimini hamur gibi yoğurdular ve görünüşleri modern, zihniyetleri otoriter milyonlarca insanın siyasi davranışlarını konsolide edebildiler.

Buyurun işte, netameli bir tesbit daha: Darbeden medet uman milyonlarca insanın varlığından söz etmek!

Neyse ki, Orhan Bursalı’nın yukarıda işaret ettiğim yazısı var da ben muhtemel küfürlerin bir bölümünden kendimi sakınabiliyorum... Bursalı, bu çerçevede de epeyce “samimi” şeyler söylüyor:

“Çok sayıda kurum ve kuruluş AKP’ye karşıdır! AKP’nin artık ancak bir darbe ile durdurulabileceğine inanan, burada yazıyorum, milyonlarca kişi vardır ve olabilir, bunları AKP’nin kendisi yaratmıştır!”

 

'Çağdaş' kitleler neden bu kadar teşne?

 

Provokasyon ve manipülasyon ustalarının, 1996’daki kendilerine yönelik “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemlerini bile “irticaya karşı mücadele” eylemlerine dönüştürme becerisini hatırlayınca, ustalıklarına şapka çıkarası geliyor insanın...

Fakat sonra, “çağdaş kitleler”in bu işe ne kadar teşne olduğu geliyor aklıma ve vazgeçiyorum şapka çıkarmaktan.

Bir başkası, 2006’daki Danıştay cinayetinin ardından “çağdaş kitleler”in içine girdiği öfori mesela: Bir bölümünü Güldal Mumcu’nun kitabı sayesinde bir daha hatırladığımız bir tarih ortadayken, nasıl da bir anda Mumcu’nun cenaze törenindeki atmosferin bir benzeri oluşabilmişti? Ben hâlâ, ya hakikat ortaya çıkmasaydı, diye düşünüyorum.

Peki, bugün benzer bir cinayet işlense, “çağdaş kitleler” nasıl bir davranış sergilerler sizce?

Düzenlenen “laiklik” gösterilerine yine aynı coşkuyla katılırlar mı, yoksa, “oyununuzda oyuncak olmayı reddediyoruz artık” mı derler?

Soru manasız geldi, değil mi? Haklısınız, ne olacağını hepimiz biliyoruz.

Hele ki Güldal Mumcu’nun kitabının tâbi tutulduğu muameleden sonra...