Gündem

Alper Görmüş: Lafla editoryal bağımsızlık gemisi yürümez - 2

Yeni Türkü’nün Olmasa Mektubun şarkısındaki ciğerden âşık, kendisine aşklarının imkânsızlığını anlatıp duran sevdiğine

15 Kasım 2011 02:00


Alper Görmüş / Taraf gazetesi (15 Kasım 2011)

Yeni Türkü’nün Olmasa Mektubun şarkısındaki ciğerden âşık, kendisine aşklarının imkânsızlığını anlatıp duran sevdiğine, “Bırak bana anlatma imkânsız sevgimizi” diye seslenir, “sevmek birçok şeyi göze almaktır”.

Epeyce bir zamandır ortalıkta dolaşan “Başbakan bizi korkutuyor, biz de mecburen kendimize otosansür uyguluyoruz” ya da “Patronlar hükümetten ürküyor, onlar da dönüp bizim özgür gazetecilik yapmamızı engelliyorlar” türünden yakınmaları duydukça, aklıma hep gazeteciliğin “birçok şeyi göze almayı” gerektiren bir meslek olduğunu unutmuş görünen bu meslektaşlarımız geliyor.

Korkuyu satın alacak birileri yoksa, korkunun esnafı da olmaz.

Etrafı alenen “korkuyoruz” diye sızlanan gazetecilerle dolu bir başbakanın korkunun esnaflığına soyunmasından daha doğal ne olabilir; adam iktidar kullanıyor, eleştiriden hoşlanacağını ya da hiç değilse eleştiriler karşısında sessiz kalacağını mı sanmıştınız?

İktidar sahiplerini “lütfen bizi korkutmayın” diye sızlanmanın değil, “korkmuyoruz” diye haykırmanın geriletebileceğini hakikaten göremiyor musunuz? Bir de şu soru var tabii: Memlekette Taraf gibi bir gazete varken “korkuyoruz” diye ortalara düşmek biraz ayıp olmuyor mu?


Gazetecilerden “anlayış” bekleyen patronlar

Bu köşe-dizinin birinci bölümünde, Yılmaz Özdil’in anlattığı “yaşanmış” bir hikâyeden yola çıkarak editoryal bağımsızlığın en önemli yönlerinden birinin “patrona karşı editoryal bağımsızlık” olduğunu yazmıştım.

Bu, aslında, gazetecilerin hükümetler ve devletler karşısında dik durabilmesinin de ön koşuludur. Bir adım daha atayım: Patrona karşı editoryal bağımsızlık, basın patronlarının bilinen nedenlerle iktidarlar karşısında boyunlarının eğik olduğu Türkiye gibi ülkelerde yalnızca ön koşul değil, olmazsa olmaz bir koşuldur. Çünkü alttan, gazetecilerden bir direnç gelmezse, basın patronları doğaları gereği sadece ceplerini düşünecek, “özgür gazetecilik” falan umurlarında bile olmayacaktır. Onları yola getirecek, iktidarlar karşısında daha dirençli kılacak yegâne şey, gazetecilerin “iyi gazetecilik” yapma konusundaki ısrarları olabilir ancak.

Tersine, gazetecilerin, patronlarını zor durumda bırakmama kaygıları gazetecilik kaygılarının önüne geçerse; ya da gazeteciler “patronumun ricasını yerine getirmezsem etrafta tonla yerine getirecek adam var” meşrulaştırmasıyla davranırlarsa patronlar da bunu tepe tepe kullanır.

Özetle, bu işin matematiği şöyle işler: Gazetecilerin patronlar karşısındaki tutumlarını belirleyen etmenler, olması gerektiği gibi “editoryal bağımsızlık” ve “iyi gazetecilik” ısrarı olursa, bu, patronların iktidarlar karşısındaki tutumuna da yansır.

Eğer böyle bir kaygınız yoksa ve medya patronları da bunun böyle olduğunu biliyorlarsa, o zaman bugün olan şey olur: İktidarların karşısında yılan patronlar gazetecilere dönerler ve onlardan “anlayış” beklerler.

Gazetecilik ve “gazetecilikçilik...”


Cuma günkü yazının sonunda bu çerçevede kaleme alınmış üç köşe yazısından söz etmiş, bunları bugün sizlerle paylaşacağımı söylemiştim. Sıra onlara geldi...

Önce T24 sitesinin kurucusu Doğan Akın’ın yazısına bakalım; zaten Hasan Cemal’in Milliyet’te, Sanem Altan’ın Vatan’da kaleme aldığı yazılar, Akın’ın “T24 ve korkuyu satın alan medya” başlıklı bu yazısından yola çıkılarak yazılmışlardı...

Doğan Akın, okurlarını Türk basınının en zor yıllarında şöyle bir seyahate çıkardıktan sonra, bugün “korkuyoruz” diye sızlanan meslektaşlarımızın dikkatle okumaları gereken şu satırları yazdı (T24, 31 Ağustos 2011):

“(...) Velhasıl iktidarların medyaya baskısı ne yeni bir heves, ne de Türkiye’ye özgü bir hastalıktır.

“Peki, Marko Paşa yıllarına bakarak bugün Türkiye medyasının dizlerini titreten korkunun, sadece iktidar baskısından kaynaklandığını öne sürebilir misiniz?

“Totaliter bir rejimin gücü Aziz Nesin’leri, Sabahattin Ali’leri, Rıfat Ilgaz’ları, Mehmet Ali Aybar’ları korkutmaya yetmiyorken, bugünkü düzen medyayı nasıl dize getirebiliyor?

“Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin olarak mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan geleneksel sorunların cevabını ötelediği, dikkatlerden kaçırdığı bir sorudur bu.

“Bugün haber saklamanın, mesleğimizin yüz akı isimlerinden Umur Talu’nun ifadesiyle yazmak kadar yazmamanın da başlıca ‘editoryal faaliyet’ haline gelmesinin sadece iktidar baskısından kaynaklandığını öne sürmenin Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Rıfat Ilgaz’ların, Mehmet Ali Aybar’ların hatırası karşısında hiçbir değeri bulunmuyor.

“Bugün Türkiye, holdinglerin medya sahibi olmasının, gazetecilik adına kabul edilemeyecek sonuçlarını bir kez daha yaşıyor.

“Bugün büyük işadamlarının sermayesiyle yapılan haberciliği, o grupların gazetecilik dışındaki işlerinden kazandıkları paraları kaybetme kaygısı şekillendiriyor. Aziz Nesin’lerin, Sabahattin Ali’lerin cesaretini kıramayan müesses nizam, trilyonluk ticaretlerine gazete ve televizyon yayıncılığını da ‘bacasız sanayi’ olarak iliştirenleri tir tir titretiyor.

“Mali ihtiyaçların aşırı ölçüde telafi edildiği gruplarda çürüyen medya, parayla kekeleyen hasta bünyesine uygun isimlerle gazetecilikçilik oynuyor.”

Doğan Akın, yazısının başlığında da ima ettiği gibi, kendi sitesi T24’ü “gazetecilikçilik”e karşı “gazetecilik” yapma gayretinde bir yayın organı olarak görüyor. Bence hak edilmiş bir övünme bu. Kimsenin itiraz edemeyeceği şu satırları yazabilmek, böyle bir gazetecilik ortamında ne büyük bir mutluluk:

“İki yıl önce, paradan ve ideolojik takıntılardan bağımsız bir gazetecilik hayalini, adını ‘T24’ koyarak kurduk. 1 Eylül 2009’da yayına başlayan T24, bugün ikinci yaşını dolduruyor. (...)

“Kredi kartlarımıza taksit yaptırarak kurduğumuz T24’te kimsenin parasına ihtiyacımız yok. Hiçbir kişi, kurum, örgüt, hareket veya grupla doğrudan ya da dolaylı veya rastlantısal bir ilişkimiz bulunmuyor. Gazeteciler için hiçbir görüş ve inancın gazetecilikten daha değerli olamayacağına inanıyor, zaman zaman bizi bir cephede görmek isteyen okurlarımızın kafasını da karıştıracak yayınlar yapıyoruz. Mütevazı ücretleri, vergi ve sigorta primi yükümlülüklerimizi, ajans aboneliklerimizi karşılayacak mütevazı bir gelirden başka paramız yok.”

'Sadece yürekli insanların sayısı azaldı'


Doğan Akın’ın bu yazısı önce Hasan Cemal (Milliyet, 4 eylül), ardından da Sanem Altan (Vatan, 7 eylül) tarafından ele alındı.

Hasan Cemal, “Tayyip Erdoğan’ın medyadaki eli ve nüfuzu çok güçlüdür.

Ve Erdoğan’ın siyasal gücüyle medya üzerinde koyulaşan gölgesinden yola çıkarak, demokrasileri asıl demokrasi yapan muhalefet alanının daraldığı söylenebilir” satırlarıyla işin siyasi iktidar yanını tesbit ettikten sonra şu kritik soruyu soruyordu yazısında: “Ama burada kendimize sormalıyız: Ne kadar dik duruyoruz? Ne kadar dik durmaya çalışıyoruz?”

Cemal’e göre bu iki soruyu “gazeteci milleti, ama özellikle gazete sahiplerinin kendilerine sorması” gerekiyordu.

Benim, basın özgürlüğü ve editoryal bağımsızlık konularında asıl hangi “millet”i sorumlu gördüğüm belli, dolayısıyla Hasan Cemal’in bu son satırlarındaki “özellikle gazete sahipleri” vurgusuna katılmadığım da zannederim bellidir.

Geldik, geçen yazıda görüşlerini size aktarmaya söz verdiğim son yazara, Sanem Altan’a... Okuyunca anlayacaksınız, ben, onun vurguyu doğrudan gazeteciler üzerine yapan yaklaşımını daha doğru buluyorum... Altan’ın “Marko Paşa’dan bordrolarına yapışıp ‘Korkuyoruz’ diye bağıran yazarlara...” başlıklı yazısından sizin için şu bölümü seçtim:

“Pazar günü Hasan Cemal’in yazısında okudum. T24’ün Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın’ın yazısında sorduğu ‘Medyayı korkutan nedir? Para mı, iktidar mı?’ sorusunu...

“Gerçekten, yayın organları Başbakan’dan mı korkuyorlar, para kaybetmekten mi?

Deniz Feneri gibi günlerdir, aydınlıkta olmasa bile karanlıkta iyice parlayan bir mevzuu görmezden gelmelerinin sebebi ne olabilir? Bu konuyu yazarlarsa başlarına ne gelir? Başbakan’a ayıp mı olur, Başbakan para kazanmalarını mı engeller? Yoksa ne yazılıp yazılmayacağını zaten iktidar mı belirliyor?

“Baskı bu ülkede hep vardı, o açıdan değişen bir durum yok. Sadece parasızlıktan, işsizlikten, hapisten korkmayan yürekli insanların sayısı azaldı. Onun için etraf ‘Korkuyoruz’ diye bağırıp, maaş bordrolarına sıkı sıkıya yapışmış yazarlarla dolu.”

Alper Görmüş'ün Lafla 'editoryal bağımsızlık' gemisi yürümez başlıklı yazısının birinci bölümü