Gündem

Ali Bulaç: Türkiye'de siyasetin finansmanı 'havuz sistemi'nden geçmektedir

Ali Bulaç: Kamu görevlisinin yönlendirdiği 'bağış'ın İslam’la ve İslamcı siyasetle uzaktan yakından ilgisi yoktur

13 Şubat 2014 11:02

Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç, kamu görevlisinin bağış alıp almayacağı veya işaret ettiği şahıslara veya kuruluşlara bağış yapılması talebinde bulunup bulunamayacağı konusuna ilişkin, Hz. Muhammed döneminde yaşanan bir hadiseyi kaynak göstererek açıklık getirdi. Yolsuzluğun 'bağış' adı altında yapıldığına dikkat çeken Bulaç, Asr-ı Saddette zekat tahsildarı olarak tayin edilen İbn Lutbiyye'ye verilen hediye mallar karşısında Hz. Muhammed'in 'Söyle bakalım, ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi? Bunu bir dene bakalım!' dediğini ve daha sonra zekat tahsildarlarının hediye almalarının kesinlikle yasaklandığını belirtiyor.

Bulaç, kamu görevlisinin yönlendirdiği 'bağış'ın İslam’la ve İslamcı siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmadığının altını çizerek, "Türkiye’de hem siyasetin finansmanı hem iktidar yanlısı cemaat ve grupların mali yönden desteklenmesinin neredeyse 20 senedir takip edilen yolu artık son günlerde açıkça ortaya çıkmış bulunan “havuz sistemi”nden geçmektedir" ifadelerini kullandı.

Ali Bulaç'ın Zaman gazetesinde "Havuzun suyu" başlığıyla yayımlanan (13 Şubat 2014) yazısı şöyle: 

Kamu görevlisinin bağış alıp almayacağı veya işaret ettiği şahıslara veya kuruluşlara bağış yapılması talebinde bulunup bulunamayacağı konusunun vuzuha kavuşturulması gerekir.

Demokrasilerin bilinen sıkıntılarından biri siyasetin finansmanıdır. Otokrat rejimlerin veya monarşilerin böyle sorunları yok. Amerika’da partiler bağış alabilmektedirler. Yaptığı bağış kadar sistemden istifade ettiğinin çarpıcı örneği silah ve petrol şirketlerinin, lobilerin Amerikan iç ve dış siyaseti üzerindeki derin etkileridir. Ekonomik ve mali oligarşi böylelikle siyaset üzerinde tam bir vesayet kurar, sonunda “Ford için iyi olan Amerika için de iyi” olur. Türkiye’de hem siyasetin finansmanı hem iktidar yanlısı cemaat ve grupların mali yönden desteklenmesinin neredeyse 20 senedir takip edilen yolu artık son günlerde açıkça ortaya çıkmış bulunan “havuz sistemi”nden geçmektedir. Buna göre belediyelerden veya merkezi yönetimden iş alan firma, şirket, holding veya şahıslardan belli bir yüzde alınır. Tabii ki şekildeki görüntüsünde “zor” unsuru yoktur. İstenen para “bağış”tır. Ve bu “iyi kurulmuş bir cümle”de ifade edildiğinde fıkhen de cevaz bulabilir. Mesela bir fakihe şöyle bir soru tevcih edebilirsiniz: “Kamudan iş alan birine herhangi bir zorlama olmadan, iş verme konusunda şantajda veya vaatte bulunmadan, işin sonunda şu veya bu kuruluşa bağışta bulunması tavsiyesinde bulunmak caiz midir, değil midir?” Bu şekilde formüle edilmiş bir suale fakihin verebileceği cevap açıktır: “Caizdir!”

İyi niyetinden şüphe etmediğimiz fakihin fetvasında iki sorun var: (1) “İçtihat kapısının kapanmasından sonra”ki müftülerin kendilerine tevcih edilen soruları tamamen şekil ve teknik düzeyde ele alıp ilgili diğer bağlamları göz önüne almamaları; (2) Verdikleri fetvanın Şeriat’ın maksatlarına uygun sonuç verip vermediğini kontrol etmemeleri, gerektiğinde fetvalarını geri almayı veya değiştirme lüzumunu hissetmemeleri. Bu fetvada da hem bağlam hem sonuç kaale alınmamıştır.

Belirtmek gerekir ki cari adette işveren durumundaki kamu otoritesinin birilerine bağış telkini yapması ile sıradan insanların -mesela imamların, vaizlerin, hocaların- telkini arasında dağlar kadar fark var. Devlet başkanı, başbakan, bakan, belediye başkanı vs. kamunun itibarını, imkânlarını, avantajını, iş verme cazibesini, gücünü, kaynak dağıtma mekanizmasını temsil eder. İhale peşinde koşan işadamları bilir ki “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez”. Hatta herhangi bir telkin veya talep olmaksızın da kamu otoritesinin ilişkili olduğu vakıf ve kuruluşlara kendileri gider, gönüllü olarak yüklü meblağlarda bağışta bulunurlar. Bu sadece ve sadece kamu otoritesinin kamu unvanından kaynaklanır. Efendimiz (sas) bunu şu olay üzerine yasaklamıştır:

Süleymoğulları kabîlesine zekat tahsildarı (âmil) olarak gönderilen İbn Lutbiyye, vazifesini bitirip Medine’ye döndüğünde hesabını Resulullah’a verirken şöyle der: “Ey Allah’ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir.” Hz. Peygamber (sas) hayretle sorar: “Tuhaf şey! Sen doğru adamsan söyle bakalım, ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi? Bunu bir dene bakalım!” Sonra âmillerin hediye almalarını kesinlikle yasaklar. (Buhârî, el-Hiyel, 15). Belli ki İbn Lutbiyye zekat toplama görevlisi olduğu için hediye (bağış) almıştır, evinde otursaydı kimse ona bağışta bulunmazdı. Bu olay için “alınan para devletin kasasını soymuyorsa yolsuzluk değildir” veya “rüşvetten farklıdır” denemez. Sonuçları itibarıyla kamu görevlisinin yönlendirdiği, hatta yönettiği “bağış” kamunun zararınadır. Bir bağış yapan bunun onlarca katını çıkarır, bu da ülkede yaşayan herkesin cebinden çıkar. İnternete düşen konuşmalardan da anlıyoruz ki zoraki bağışçı “Bu milletin bilmem neyine koyarım.” der. Dahası havuz sistemi ile partiler kurulur, haksız rekabet yapılır, sivil cemaat ve dernekler kamuya bağlanır. Bunun sakıncalarını 27 Ocak tarihli yazımda sıralamıştım. Sonuç itibarıyla “temiz ve helal suyun üç şartı (rengi, tadı ve kokusu) ile kaynağı” itibarıyla bu havuza akan su temiz sayılmaz. Sistemin İslam’la ve İslamcı siyasetle de uzaktan yakından ilgisi yoktur.