Gülen cemaatinin yayın organı Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, AKP cemaat kavgasına değinerek, “Lütfen sükunet, itidal, sabır ve hakkaniyet! Bu kavgaya uzaktan bakan, Eflatun’un şu sözünü hatırlar: ‘Savaşan iki ordu uzaktan intihar eden tek ordu gibi görünür.’ İntihar ediyoruz!” görüşünü dile getirdi.
Ali Bulaç’ın ayrıca, AKP’ye yönelik yolsuzluk suçlamalarının yanı sıra, AKP’den cemaate yönelik “komplo” suçlamalarının da ciddiye alınması gerektiğine işarete etmesi dikkat çekti. Bulaç, “Biri diğerini ‘kendine karşı komplo kurmakla’, diğeri ‘yolsuzluğa batmak’la suçluyor. Bir kere her ikisinin tabanını bu suçlamalardan uzak tutmalı. Benim açımdan her iki iddia veya suçlama ciddiye alınmalı” ifadesinde bulundu.
Ali Bulaç’ın Zaman gazetesinin bugünkü (6 Şubat) nüshasında yayımlanan, “İntihar ediyoruz!” başlıklı yazısı şöyle:
İntihar ediyoruz!
Şu can yakıcı soruya hep beraber cevap arayalım: Neden Müslümanlar aralarındaki ihtilafları tolere edemiyor, ortaya çıkan sorunları İslam dairesi içinde kalarak çözemiyorlar? Yüce Allah, ihtilafları çözmek üzere “kitap” indirmedi mi, peygamber göndermedi mi? Müslümanlar Kitaba ve Sünnet’e inanmıyorlar mı, yoksa inandıkları, dilleriyle takrir ettikleri halde amel etmiyorlar mı? Bu basit bilgiyi bilmiyor muyuz?
Kabul edelim, iyi bir sınav veremiyoruz. İktidar ateşi öylesine yakıcı ki ne kadar uzağında kalmaya çalışırsanız çalışın, harareti size de dokunur.
Tarihte Cemel, Sıffin gibi savaşları bir türlü anlayamıyordum. Bizim alimlerimiz ortalığı yatıştırmak amacıyla savaşların “içtihat farkı”ndan kaynaklandığını söyler, sonra şunu eklerler: “Onlar elleriyle savaştılar, biz dillerimizle savaşmayalım.” Bilemiyorum. Derinden hürmet gösterdiğim bir dönemin insanları söz konusu olan. Ben de dilimle kendimi tehlikeye atmak istemem. Elbette son hükmü Din Günü’nde Allah’a verecek.
Son 10 senede bölgemizde özellikle Irak, Pakistan ve şimdi Suriye’de patlak veren “mezhep savaşlarını da anlayamıyordum”. Ehl-i kıble olan insanlar, nasıl birbirlerini acımasızca katledebiliyorlar! Bir Sünni veya Selefi rahatlıkla bir Şii türbesine saldırıp onlarca insanı havaya uçuruyor, bir Şii de bir Sünni mescidine saldırıp bir o kadar insanı katledebiliyor. Saldıran tarafa sorarsanız size söyleyecekleri şu:
Ama şunları şunları yaptı” veya “Önce onlar saldırdı.” Tarafların unuttuğu temel bir hakikat var, kim her ne yapmışsa bu, saldırıları meşru kılmaz.
İslam dairesi içinde mezhepler, fırkalar var: “İmanın 6, İslam’ın 5 şartı”na inanan insanlar hangi mezhep ve fırkadan olursa olsunlar Müslüman’dır, mü’mindir ve ehl-i kıbledir. Bu insanların birbirlerini, tekfir etmeleri, öldürmeleri haramdır. Pekiyi nasıl oluyor da bu mezhep savaşı son sür’at devam ediyor, çılgın bir ateş gibi evleri, mahalleleri, ibadethaneleri, şehirleri ve ülkeleri yakıp yıkıyor? Bunun bir izahı olmalı.
Şu can yakıcı soruya hep beraber cevap arayalım: Neden Müslümanlar aralarındaki ihtilafları tolere edemiyor, ortaya çıkan sorunları İslam dairesi içinde kalarak çözemiyorlar? Yüce Allah, ihtilafları çözmek üzere “kitap” indirmedi mi, peygamber göndermedi mi? Müslümanlar Kitab’a ve Sünnet’e inanmıyorlar mı, yoksa inandıkları, dilleriyle takrir ettikleri halde amel etmiyorlar mı? Bu basit bilgiyi bilmiyor muyuz?
Benim şahsî kanaatim şu ki biliyoruz ama bilgilerimiz imana dönüşmüyor, bu yüzden imanımız amellerimize yansımıyor. Dolayısıyla bilgilerimizin de, imanımızın da bize faydası olmuyor.
Biri diğerinin gözünde öylesine bir “nefret objesi” haline getiriliyor ki, kalpleri kasıp kavuran nefret ateşi yakıp yıkmaya yetiyor. Bu ateş bizim ülkemize de sıçradı. Hamdolsun, beklendiği üzere Sünnilerle Aleviler arasında olmadı –inşallah olmaz da-, ama çok daha tuhaf, AK Parti-Hizmet arasında nefret tohumları ekildi. Aynı mescidde namaz kılan, çocuklarını aynı okula, dershaneye veren insanlar bir anda birbirlerine hasım kesildiler.
AK Parti’nin aslolan tabanı, iyi niyetli elemanlarıdır. Taban bir camiadır, köklü bir geleneği var. Müntesipleri mü’min insanlardan oluşur. Hizmet de kuru bir STK değildir, bir cemaattir. Onun da tabanı kendini hizmete adamış mü’minlerden oluşur.
Biri diğerini “kendine karşı komplo kurmakla”, diğeri “yolsuzluğa batmak”la suçluyor. Bir kere her ikisinin tabanını bu suçlamalardan uzak tutmalı. Benim açımdan her iki iddia veya suçlama ciddiye alınmalı. İkisinin de bağımsız ve tarafsız olarak araştırılması, soruşturulması gerekir. Hükümete karşı bir komplo söz konusu ise bu hukuk dairesinde ve somut deliller eşliğinde ortaya konabiliyorsa kim bu işe karışmışsa, neyse cezası verilmeli. Ama suç ve ceza “bireysel” olup kolektif olamaz, intikamcı duygularla topyekûn hedefler (medyası, finans kuruluşu, okulu vs.) seçilemez. Yine kim yolsuzluklara karışmışsa, kamuya zarar vermişse, çalıp çırpmışsa bunun da soruşturulması şarttır. AK Parti’yi parti ve tabanıyla bu cürümlerden tenzih etmek lazım.
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “üsluba dikkat çekiyor, hukuka davet” ediyor, nimetin tepildiğini düşünüyor ve “Birbirimizin yüzüne bakamayacak hale gelmeyelim.” diyor. Bu uyarılara kulak vermeli. Bu dünyada birbirimizin yüzüne bakamazsak, ahirette hiç bakamayacağız. Lütfen sükunet, itidal, sabır ve hakkaniyet! Bu kavgaya uzaktan bakan, Eflatun’un şu sözünü hatırlar: “Savaşan iki ordu uzaktan intihar eden tek ordu gibi görünür.” İntihar ediyoruz!