14 Ocak 2020 09:46
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener gençlerin evlenmemesine tepki gösteren Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, "Nasıl ki çalışanlar emeklilikte saraya takıldıysa, pırıl pırıl gençlerimizin mürüvvetleri de, damadının dahiyane ekonomi politikalarına takıldı" diye tepki gösterdi.
Akşener'in açıklamaları şöyle:
Konuşmama, iki büyük değerimizi anarak başlamak istiyorum: Dün, Kıbrıs davamızın kahramanlarından, mücahit Rauf Denktaş’ın vefatının yıldönümüydü. Bugün Doğu Akdeniz başta olmak üzere, karşılaştığımız sorunları gördükçe, o günlerde, Denktaş gibi bir değeri incitenlerin yüzünde bir mahcubiyet arıyorum. Bulamıyorum… Kıbrıs ve çevresinde yaşanan gelişmeleri gördükçe, bu uğurda mücadele eden kahramanlarımızı rahmet ve minnetle anıyorum.
Biz, Türk Devleti ve milleti için elini taşın altına koymuş tüm kahramanlarımızı minnetle andık, anmaya devam edeceğiz. Ruhu şad, mekanı Cennet olsun. Bugün, yani 14 Ocak tarihiyse, Türk Milleti’ne, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir yiğidi armağan eden annenin, Zübeyde Hanım’ın vefatının yıldönümü.
Cumhuriyetimizle ve kahramanlarıyla bir türlü barışamayanlar, mütedeyyin olduklarını iddia ederken, Zübeyde Hanım’ın tertemiz, ahlaklı ve mütedeyyin yaşamına zerre saygı göstermeyip, hakaret edenlere had bildirmediler. İşte biz, bu memleketi Zübeyde Hanım gibi, ahlak ve fazilet sembolü kadınlarımıza dil uzatan alçaklardan kurtarmanın peşindeyiz. Mekanın Cennet olsun. Dava Arkadaşlarım; Türkiye’nin içinde bulunduğu ahval ve şerait ortadayken, iktidarı, başımıza yeni çoraplar örecek maceralar konusunda uyardık.
İktidarın, Akdeniz’deki hesaplarla ilgili olarak, Libya ile imzaladığı anlaşmaya evet dedik. Milli güvenliğimiz açısından olumlu bulduğumuz bu adımı desteklerken, bir sonraki adımda gördük ki, hesap yine başka. Türk devletinin diplomatik birikim, tecrübe ve geleneklerini elinin tersiyle itip, “dostum” diplomasisine geçen Sayın Erdoğan, yine ve yeniden, Kahire öğretisinin gereği olan gayri milli bir anlayışla hareket ediyor. “Libya’yla anlaşmaya evet, ancak, Mehmetçiğimizi Libya çöllerindeki iç savaşa göndermeye hayır.” dedik. “Bu anlaşmayı korumanın farklı yolları var.” dedik. “Taraf olmadan da bu anlaşma korunabilir.” dedik. Dinletemedik. “Devlet işlerinden anlamamakla” itham edildik. Sonra ne oldu? 8 Ocak günü Rusya Devlet Başkanı Putin İstanbul’a geldi. Bir de baktık ki, kendi milletini dinlemeyen Sayın Erdoğan’ı, ‘dostu’ Putin iki dakikada ikna edivermiş.
Siyasi geçmişinde teröristle müzakere etmek varken, Libya için ‘teröristle müzakere mi olur?’ diyen sayın Erdoğan, Putin söyleyince anında ikna olup, ateşkes ve müzakere çağrısı yaptı. Kendi milletini, kendi ülkesini dinlemeyen biri, bir gün ABD’den gelenlerin, ertesi gün Rusya’dan gelenlerin dediklerini anında anlıyor, ve şak diye yerine getiriyor.
Gözü, kulağı milletine kapalı ama, çıkıp hâlâ yerli ve milli olmaktan bahsediyor. Anadolu’da “el iyisi” diye bir deyim vardır. Bunlarınki de o hesap. Milletine sırtını dönmüş, el alemin dediğinin peşinde koşuyorlar. El iyisi bunlar. Libya meselesinde olan bitene bakıyorum, tablo aynı 2011’deki Suriye işinde olduğu gibi… Senin görevin ülkelere trip atmak değil Sayın Erdoğan. Attığın her tripte, binlerce kişi daha, ekmeğinden oluyor farkında mısın? Sen, 82 milyonun menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapacaksın. Senin görevin, başa kim gelirse gelsin, o ülkeyle ilişkileri geliştirmek, ticareti büyütmektir. O ülkelere mal satabilmek, o ülkelerden ihale alabilmek, Türkiye’deki 82 milyonun karnını doyurmaktır. ABD böyle yapıyor. Rusya böyle yapıyor. Avrupa devletleri böyle yapıyor. Bir tek sen beceremiyorsun.
Mısır’la köprüleri attın da n’oldu? Mısır Hükümeti, milyarlarca dolarlık ihaleler yaptı, bir tane Türk şirketi davet edilmedi. Türkiye Mısır’a ürün satamaz oldu. Sen egonu tatmin edeceksin diye, binlerce üretici krize girdi. Şimdi aynı Mısır, Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz sahalarında, Türkiye’nin karşısında yer alıyor. Ülkemizin hasmı oldu. Yahu 17 sene geçti, 18’inci seneye girdin. Sen bu diplomasiyi ne zaman öğreneceksin? Bu ergen sinirinden ne zaman kurtulacaksın?
Türkiye, milli menfaatleri için, Libya’ya da, dünyanın her yerine de asker gönderebilir. Ben, Türk milletinin çıkarları için asker gönderilmesine karşı değilim. Ben, barışı korumak için asker gönderilmesine de karşı değilim. Benim karşı olduğum, bunun akılsızca yapılmasıdır. Benim karşı olduğum, bunun diplomasiye aykırı şekilde yapılmasıdır. Benim karşı olduğum, bunu askerimizin hayatlarını hiçe sayarak yapmandır. Libya’ya asker gönderiyorsan, bunu, tarafsız bir tutumla yapacak kadar diplomatik olacaksın. “Eeeey darbeci, sen kimsin?” diyerek asker gönderilmez. “Libya’da taraflar arası çatışmayı önlemek adına, barış gücü gönderiyoruz.” diyeceksin. Darbeciymiş. Sanırsın bölge ülkeleri demokrasinin beşiği…
Yakın dostun El Beşir darbeci değil mi? Mesele ülkenin, milletinin çıkarıyken, o ülkenin iç işlerinden sana ne? Yarın Libya’da senin darbeci dediklerin başa gelirse ne yapacaksın? Suriye’yle kanlı bıçaklı… Mısır’la kanlı bıçaklı… Libya’yla kanlı bıçaklı… Soruyorum sana: Bölgemizdeki ülkelerin hepsini bize düşman ettiğinde, Akdeniz’de tek bir dost ülke bile kalmadığında, Türkiye’ye ne fayda sağlayacaksın?
Aziz milletim; İşine geldiğinde “İki ayyaş”, işine gelmediğinde “Trablus’ta savaşan Mustafa Kemal” diyecek kadar fırsatçı bir anlayışın, ülkemizi tehlikeli bir maceraya sürüklemesine izin veremeyiz. Türkiye’yi yönetenler, ülkesinin bütün evlatlarını kendi evladı bilmek zorundadır. Kendi evladına kıyamayan, ama milletin evlatlarını tereddütsüz ateşe atanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz. Milletine kulak asmayıp, bir başka devletin yöneticileri söyleyince anında fikir değiştirenden, yerli de olmaz, milli de olmaz.
Değerli milletvekilleri, sevgili gençler; “Yasama da benim, yürütme de… Yargı da benim, ülke de…” diyen zihniyetin Türkiye’yi getirdiği nokta ortada... Son günlerin tartışma konusunu biliyorsunuz: Kanal İstanbul. Bilim insanları uyarıyor. Diplomatik açıdan itirazlar yükseliyor. Askerî açıdan risklerden söz ediliyor. Ama Sayın Erdoğan’ın umurunda değil. “İsteseniz de istemeseniz de yapacağız” diyor. Buradan açıkça soruyorum; Bütün birikimleri ve uzmanlarıyla, millet bu inşaat işine karşıyken, hangi sebepten bu kadar ısrarcısınız?
Hayırdır Sayın Erdoğan? İYİ Parti olarak, ilk günden bu yana milletin menfaatine uygun hiçbir bir yatırıma karşı olmadık. Fayda sağlayacak her işe katkı verdik, vermeye de devam edeceğiz. Bizim için, milletimizin çıkarları her şeyin önündedir. Bizim siyasetimizde, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak yoktur. Bu yüzden, Kalkınma Politikaları Başkanlığımız projeyi inceledi. Bürokrasi, özel sektör ve akademik uzmanlardan oluşan 36 kişilik bir ekip, Kanal İstanbul Projesini, Teknik, Çevre, Hukuki ve Ekonomik olmak üzere dört ana başlık altında analiz etti. Tüm bu çalışmaların neticesinde vardığımız sonuçları kamuoyu ile paylaşacağız. Bu hafta sonu, 18 Ocak Cumartesi günü, İstanbul’da, konunun tartışılacağı bir panel düzenliyoruz.
“Çatlasanız da, patlasanız da yapacağız.” dedikleri kanal hakkında bazı sorular sorduk, cevaplarını aradık: “Kanal İstanbul milletin bir talebini, ihtiyacını karşılıyor mu?” Hayır. “Bu proje, Türkiye’de sanayi üretimini arttıracak bir destek sağlıyor mu?” Hayır. “Tarımsal üretimi destekliyor mu?” Hayır. “İhracatımızı ucuzlatacak bir lojistik yatırım mı?” Hayır. “Mal ve hizmet akışını arttıracak, mesafeyi kısaltacak bir proje mi?” Hayır. “20 milyar dolar yatırımı karşılayacak bir gelir yaratıyor mu?” Buna da hayır. Peki parası nereden çıkacak? Otoyollara, köprülere, havalimanlarına ve şehir hastanelerine yaptıkları gibi, bu kez de kanala Hazine'den gemi geçiş garantisi verecekler.
Ve ne olacak? Önümüzdeki 50, belki de 100 yıl, o devasa inşaatın parası, milletimizin sırtına yıkılacak. Tablo tanıdık geliyor değil mi? Biz bu resmi daha önce, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde gördük. Günlük 135 bin araç geçecek diye garanti verildi. Bu, bir yılda 49 milyon araç demek. Peki köprüden iki buçuk yıl içinde kaç araç geçti? 41 milyon araç. Bakın bir yılda değil, iki buçuk yılda. Köprü, iki buçuk yılda hala bir yıllık hedefe ulaşamadı. Kalan 82 milyon aracın parasını da bu millet ödedi. Şimdi aynı şeyi Kanal İstanbul’da yapacaklar. Ve bu kez maliyet çok daha yüksek… Milletimizi böyle bir yükün altına atmaya kimsenin hakkı yok. Devleti için her tür fedakarlığı yapan milletimiz, tencereyi kaynatmanın derdindeyken, iktidar zenginlerinin sefasının ücretini, milletin sırtına yıkmaya hakkınız yok.
Yol arkadaşlarım; İşin gerçeği ne biliyor musunuz? İstanbullular, İstanbul’u 5 yıllığına, Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu’na emanet etti ya… Durumu hazmedemeyen Sayın Erdoğan da, Kanal İstanbul ile kendince İstanbulludan intikam alıyor…Seçim kaybetmek çok zoruna gitti çoook… Sayın Erdoğan; Senin işin, milletin iradesiyle göreve gelmiş insanlara atarlanmak değil. Hafta sonu Mersin’deydim. Dönüş yolunda mevsimlik işçiler geldi yanıma.
“Alın teriyle çalışıyoruz ama paramızı aylar sonra alıyoruz. Elciler, yani çavuşlar parayı alıyor, bize de aylar sonra veriyor" diyorlar. Sen önce git, bu meselelerle uğraş. Milletin alın terinin, hakkının izini sür. Atarlanacaksan, git, o alın terine çöken çavuşlara, elcilere, komisyonculara atarlan. Millet senden söz verdiğin gibi kendisine “Hizmetkaaaar” olmanı bekliyor. Oraya aktaracağın milyarları, emeklilikte yaşa takılanlar için harcamanı bekliyor. Her üç gencimizden biri işsizken, o paraları gençlerimize iş imkanı yaratmak için harcamanı bekliyor. Alışverişe çıkmaya korkan kadınlarımızı ferahlatacak işlere harcamanı bekliyor. O kadar parayı oralara saçacağına, asgari ücretten vergiyi kaldırıp, üç kuruşa çalışan emekçilerimizi rahatlatmanı bekliyor. O kadar parayı milletten intikam almak için değil, millete hizmet için harcamanı bekliyor.
Ama madem milletin sesini duymuyorsun, inat ettin, parayı betona gömmeye kararlısın; O zaman kanal yapmak yerine, bari depremle burun buruna yaşayan İstanbul’da kentsel dönüşüm seferberliği başlat, en azından İstanbulluya bir faydan dokunsun…
Aziz milletim; Saray bürokrasisine esir düşen Sayın Erdoğan, bu kadar hayati bir iş için, kimseye danışmıyor, kimseye bir şey sormuyor. Ama geçen yine gençlere takmış, onlara soruyor: Ne diyor biliyor musunuz? “Neden evlenmiyorsunuz?” diyor. Haydiiii, buyur buradan yak… Sayın Erdoğan; Nasıl ki çalışanlar emeklilikte saraya takıldıysa, pırıl pırıl gençlerimizin mürüvvetleri de, damadının dahiyane ekonomi politikalarına takıldı. Sorarım sana, ekonominin hali ortadayken, gençler neye güvenip de evlenecek? Öyle bir Türkiye yok Sayın Erdoğan.
Benim gençlerimin hayatı, Ak Partili yönetici çocuklarının, Ak Partili ajansçı gençlerin hayatı gibi değil. Babasının, annesinin biriktirdiği üç kuruştan, harçlık almaktan mahcup düşmüş bir gençlik var karşında. Geline bilezik takamayacak, beyaz eşya, koltuk, yatak, halı alamayacak durumda aileler var karşında. Bu gerçekler orta yerde dururken, bir de alay eder gibi sormak ayıptır. Neden evlenmiyorlarmış… İş buldun da evlenmediler mi? Geleceğe güvenmelerini sağladın da, yuvalarını kurmadılar mı? Karınlarını doyurdun da, onlar, “Ben de evlenir, evlatlarımı büyütürüm” demediler mi? Bu işin sorumlusu sizsiniz ama oralı olmayıp, bir de çaresiz gençlerimin yüzüne mi vuruyorsunuz? Ayıptır ayıp.
Dava arkadaşlarım, İktidardakiler hayal dünyalarında mutlu mesut yaşarken; dünyada yepyeni bir döneme giriyoruz. Artık alıştığımız, bildiğimiz anlamda küreselleşme dönemi bitti. Korumacılık duvarlarının daha da yükseldiği bir döneme giriyoruz. Bu ne demek? Bu, dış ticarette işler daha da zorlaşacak demek. Bunun sonucu olarak da, dış ticaretini geliştiremeyen ülkeler çok daha büyük sorunlarla boğuşacak demek. Türkiye bunun önlemini bir an önce almalıdır. Bakın, geçen sene sanayicimiz ve ihracatçımız var gücüyle çalışmasına rağmen, ihracatımız %3 bile artmadı. Neden? Çünkü artık karşımızda, eski küresel ticaret düzeni yok. İhracata dayalı büyüme, eskisi kadar kolay değil. Gelişmekte olan ülkelerin, ucuz iş gücünden doğan maliyet avantajıyla ihracat yaptığı dönem sona eriyor.
Çin’in, İsrail’in ihracatının üçte birini, yüksek teknolojili ürünler oluştururken, bizim ihracatımızda, yüksek teknolojili ürünlerin oranı yüzde beş bile değil. Tam da o yüzden, inşaat projelerini bir kenara bırakıp, ürettiğimiz ürünlerin teknoloji seviyesini nasıl yukarıya çekebileceğimize bakmamız lazım. Rekabetçi olduğumuz sektörlerdeki, teknoloji dönüşümünü nasıl gerçekleştirip,önümüzdeki döneme sektörlerimizi, nasıl hazırlayacağımızı düşünmemiz lazım.
Geçen sene, bu dönüşümü nasıl yapabileceğimize dair birçok çözüm önerdik. Bu sene de önermeye devam edeceğiz. Bu ülkenin kaynakları çok değerli ve her projeye, hele ki Kanal İstanbul gibi zihni sinir projelere, yetecek durumda değil. O yüzden bizim artık sürdürülebilir, bu ülkenin insanına yakışır işleri sağlayan bir yola girmemiz lazım. Toprağı kazıp inşaata bel bağlamak yerine, doğru eğitim ve istihdam politikalarıyla, bu ülkenin pırıl pırıl gençlerine bel bağlamamız lazım.
Değerli milletvekilleri; İhracatımızın çok önemli bir bölümü Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine. Dolayısıyla, dış politikada attığımız her adımın, dış ticaretimizde bir karşılığı var. Az önce Mısır örneğini verdim. O yüzden dış politikamızı, iç siyasete malzeme etmek yerine, dış ticaretimizi büyütmek üzerine kurmak zorundayız. Tam da bu yüzden, Irak’tan Libya’ya kadar, geniş bir yelpazedeki iş fırsatlarını, Sayın Erdoğan’ın egosu ve kişisel husumetleri uğruna feda edemeyiz. Eğer fırsatları iyi değerlendirip doğru eğitim, istihdam ve dış politika adımlarını atarsak, iş insanlarımız Türkiye’yi bölgenin sanayi ve teknoloji üssü haline getirebilir. Bu imkanlarla gençlerimiz de, bu bölgedeki diğer ülkelerin gençlerine rol model olur. Dünyada yeni bir dönem başladı. Ve eski dönemin ezberleriyle, geleceğin Türkiye’sini inşa edemeyiz.
Aziz milletim; Geçmişin ezberleriyle yürüyen bir iktidarın sebep olduklarını hep birlikte yaşıyoruz. Ne diyor Pir Sultan Abdal? “Demiri, demirle dövdüler, biri sıcak, biri soğuktu. İnsanı, insanla kırdılar, biri aç, biri toktu.” Mutfaktaki yangının sebebi de belli, dış politikadaki sıkıntılarımızın sebebi de. İşsizlikteki olağanüstü artışın sebebi de belli, gençlerin evlenememesinin sebebi de. Karşı karşıya olduğumuz tüm sorunların sebebi belli. Sayın Erdoğan ve ekibinin ülkeyi ortak akılla, vizyonla, ve geleceği planlayarak yönetmek gibi bir dertleri de, niyetleri de, hiçbir zaman olmadı. En sonunda, kendilerine kredi açan milletimize yalanlar söyleyerek, ülkeyi ucube bir sisteme mahkum edip, bir de tüy diktiler.
Ülkemizin geldiği noktada artık her şey daha kötüye gidiyor. Tek adamın iki dudağı arasında, KHK’larla yönetilen, Millet iradesini hiçe sayıp Meclisi etkisizleştiren, Hukuku paspas eden bir anlayışla, Türkiye’yi güvensiz bir ülke haline getirdiler. Kendileri itiraf ediyor: “Türkiye artık, kolluk kuvvetleriyle güvenin tesis edilebileceği bir ülke değil.” diyorlar. Hep söylüyorum: Ekonominin patronu güvendir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün olduğu bir ülke, sermaye için güvenli bir limandır. Yatırım güvenli limanlar arar. Bir ülkede demokrasiyi, hukuku yerle yeksan ederseniz, o ülkeyi yatırımlar için cazip olmaktan çıkarırsınız.
Böyle olunca ne olur? İşte bugün olanlar olur. Elde avuçta ne varsa satarak ayakta kalmaya çalışırsınız. Şımarık petrol zengini dostlarınıza, milyonlarca metrekare arazimizi, stratejik kurumlarımızı, yok pahasına satarak, çarkı döndürmeye çabalarsınız. Türkiye bunu haketmiyor. Milletimiz bunu haketmiyor.
Yol arkadaşlarım; Bu gidişi durdurabilmek mümkün. Hani, “Sizin projeniz nedir?” diyorlar ya… Öncelikle, bu sorunların kaynağı olan bu ucube sistemi değiştirmek deyin. Kuvvetler ayrılığını ve önemini anlatın. İYİ Parti’nin iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemi kuracağını anlatın. Çünkü kuvvetler ayrılığı ve demokrasi, Türkiye’nin kalkınmasının anahtarıdır. Türkiye, 82 milyonu da refah içinde yaşatacak her kaynağa sahip. Toprağın yağmuru beklediği gibi, Türkiye’nin de demokrasiyi, adaleti beklediğini anlatın. Demokrasinin ve adaletin, bolluk ve bereket getireceğini anlatın. Hükümeti yönetenlerin, demokrasi anlayışlarının sakat olduğunu, milleti böldüğünü, ülkenin bereketini kaçırdığını anlatın.
Bugün bir buhranın ortasındayız. Ancak biz, bu günlerde umudu konuşacağız. Korku yerine, umudu besleyeceğiz. Ayrışma yerine, birlikteliğe davet edeceğiz. Kavga yerine, kaynaşmayı yücelteceğiz. Türk milleti bir karanlık içinde, çıkış yolu arıyor. Yolu gösteren o ışığı, biz yakacağız. İyi Parti güneşi, geleceğin mutlu, zengin ve güçlü Türkiye’sine giden yolu aydınlatacak. Türk milleti huzur içinde, refah içinde yaşamayı hak ediyor. Bunun için ihtiyacımız olan her şeye sahibiz. Tarihse tarih. Şuursa şuur. Kaynaksa kaynak. Vizyonsa vizyon. Biz, bu karanlığı yıkar geçeriz. Biz, o gençlerimize yeniden umut oluruz. Biz, milletimizi bu buhrandan çıkarırız. Çünkü biz, önce millet, önce memleket diyenleriz. Bu yıl, milletimizin iradesinin tecelligahı, Meclisimizin 100’üncü yaşı. 100 yaşında bir meclisi devre dışı bırakıp, milletin iradesini yok sayanlara karşı, yeni ve daha güçlü bir atılımın yılı. Önce millet diyenler, ayağa kalkın! Önce memleket diyenler, ayağa kalkın! Çalışacak, yorulacak, uykusuz kalacağız. Çünkü bu aziz millet, refahı da huzuru da hak ediyor. Hakkı sahibine teslim etmek için, durmadan, yorulmadan, koşacak, anlatacağız. Türkiye’yi, iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemle düzlüğe çıkaracağız. Toplantımızı şereflendirdiniz, Ayaklarınıza sağlık, Sağolun, varolun. Kutlu davamızda yolunuz açık olsun. Allah’a emanet olun."
© Tüm hakları saklıdır.