Gündem

"AKP'yi iktidarda tutan en önemli faktör her şeye rağmen ekonomik büyüme"

"Büyüme durduğunda olabilecekleri kimse bilmiyor"

19 Ağustos 2016 11:24

Bilgi Üniversitesi'nden Doçent Doktor Ümit Akçay "AKP'Yİ iktidarda tutan en önemli faktör her şeye rağmen ekonomik büyüme" dedi. "Büyüme durduğunda olabilecekleri kimse bilmiyor" diyen Akçay, "O nedenle “ne pahasına olursa olsun büyüme” ruhu hâkim. Bir diğer tipik özelliği de bu önlemlerle kâr özelleştiriliyor, zarar toplumsallaştırılıyor" diye konuştu.

Cumhuriyet'ten Pınar Öğünç'ün sorularını yanıtlayan Akçay'ın yanıtları şöyle:

Darbe girişimi sonrası hükümetin izlediği ekonomi politikası için yeni bir dönemden söz etmek mümkün mü? Tam olarak ne yapıyor AKP?

Aslında yeni bir şey yapmıyor. 1 Kasım sonrasındaki programına devam ediyor. O dönem bu programa “utangaç kalkınmacılık” demiştim. Bir yandan ekonominin yavaşlamasına karşı kalkınmacı tedbirler alma isteği sürekli ön planda. Örneğin sürekli yüksek katma değerli malların üretimine geçme gibi vurgular yapılıyor. Diğer yandan kalkınmacılığın hakkını verecek bir ekonomi yönetimi anlayışı da yok ortada. Yani hakkıyla kalkınmacılık yapılacaksa, bu işin olmazsa olmazı planlamadır. Kapitalist planlamadan bahsediyoruz tabii ki. Planlamada teşvik vardır ama cezalandırma da vardır. Aksi takdirde, bu teşvikler üretim yapısını değiştirmeden, hep istenilen katma değeri yüksek malların üretimine geçmeden verilmeye devam edildikçe, sermayeye karşılıksız kaynak aktarımı anlamına gelecektir. Şu anda yapılan tam da bu.

 

Şimdi böyle bir hamleyi gerektirecek ne vardı peki?

Çünkü 2000’lerden beri gelen birikim modeli tıkandı. Bu tıkanma söylendiği gibi 2008’de değil 2012 sonrasında gerçekleşti. Bunun da nedeni aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir grup ülkeye gelen sermaye akımlarının önce kesintiye uğraması, sonra da tersine dönmesi, yani sermaye çıkışlarının yaşanması.

Bunun doğrudan sonucu, büyümenin tempo kaybetmesi. 2012’den itibaren ekonomik büyüme öncesiyle kıyasladığımızda oldukça düşük. Gerek 1 Kasım sonrasında, gerekse 15 Temmuz sonrasındaki uygulamalar, yavaşlayan ekonomik büyümeyi yeniden canlandırma amaçlı diyebiliriz.

Zaten olağan koşullarda torba yasaların da sakıncaları var ama bir de OHAL koşullarında çıkarılan KHK çevikliği eklenince AKP’nin darbe girişimini ekonomi hedefleri için fırsata dönüştürdüğü kanısına ne diyorsunuz?

Esasında OHAL ilan edildiğinde, başbakan OHAL yetkilerinin ekonomi alanında kesinlikle kullanılmayacağını açıklamıştı. Ancak o hafta televizyonlara çıkan Ali Babacan, bu tip olağanüstü dönemlerin normal şartlarda hayata geçirilemeyen düzenlemelerin yapılabilmesi için önemli olduğunu ısrarla vurguladı.

Mehmet Şimşek de aynı hafta, KHK avantajının kullanılması gerektiğini söyledi. Sanıyorum bu OHAL yetkilerinin ekonomi alanında kullanılmasında, kredi derecelendirme kuruluşlarına mesaj verme kaygısı ağır bastı; başta ekonomi için kullanılmayacağı ilan edilen yetkiler, OHAL’in piyasa dostu olduğunu ispatlamak için devreye sokuldu.

Hayatımıza Türkiye Varlık Yönetimi AŞ giriyor. En vahim yanı ne bu “Şirketin”?

Meselenin hukuki tarafı dışında vahim kısmı, ülkede düşük olan tasarruf oranını artırmak için insanların gelirlerini artırmaya çalışmak yerine zorla gelirlerinin bir kısmına el koymak bence. Soruna çözüm bulunmuyor, sadece sorunlar bir süre ertelenmiş oluyor.

Bu yapının neden bu kadar denetlenemez ve şeffaflıktan yoksun bir biçimde kurulması arzulanıyor?

Düşünüldüğü kadar büyük bir fon kurulursa eğer, neredeyse Hazine’ye benzer yeni bir yapı ortaya çıkacak. Ancak bu yeni yapının Hazine’den farkı Meclis denetiminden azade olması. Bu fonun anayasal denetimin uzağında konumlandırılması, fonu kullanırken ortaya çıkabilecek yasal sorunlarla vakit kaybetmeme ihtiyacından muhtemelen.

Bu da kulağa ürkütücü geliyor. Varlık Fonu’nun benzeri Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Norveç, Rusya’da var. Türkiye’yi bu ülkelerle benzer kılan ekonomi kriteri var mı?

Yok. Bu tip fonları olan ülkeler ya doğal kaynak zengini ya da geleneksel olarak dış ticaret fazlası veren ülkeler. Yani bir seferlik yaratılan değil, sürekli bir şekilde yaşanan bir gelir akışı var. Ya petrol, doğalgaz gelirinden ya da dış ticaret fazlasından. Varlık Fonu uygulaması, bu biriken paranın farklı yatırım araçlarına yönlendirilerek değerlendirilmesinden ibaret. G20 içinde Varlık Fonu olmayan ülke yok deniyor ama zaten orada Türkiye ekonomisine benzeyen ülke sayısı da çok az.

Hem Varlık Fonu’nu hem de torba yasada yer alan diğer teşvikleri düşündüğümüzde sermayeye yönelik sonsuz bir şefkat çıkıyor ortaya; yeter ki tereddüt etmesinler, yeter ki yatırım yapsınlar, riski vatandaş ödeyebilir gibi. Bu gayret, öngörülen, hatta beklenen bir ekonomik sarsıntının önlemi gibi mi alınmalı? Yoksa geçmişe dönük olarak, o “cepten tek kuruş çıkmamasıyla” övünülen dev projeler sisteminin zaten yürümediğini mi gösteriyor?

Fon’un son söylediğinizle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ancak işin teşvik kısmı ekonomik durgunluğun önüne geçilmesiyle ilgili. Zira AKP’yi iktidarda tutan en önemli faktörlerden biri, her şeye rağmen ekonomik büyümenin sürmesi. Bir büyüme koalisyonu yani. Büyüme durduğunda olabilecekleri kimse bilmiyor. O nedenle “ne pahasına olursa olsun büyüme” ruhu hâkim. Bir diğer tipik özelliği de bu önlemlerle kâr özelleştiriliyor, zarar toplumsallaştırılıyor.

Aslında ekonomi başlığındaki tüm değişiklikler, yenilikler, yapılacak özelleştirmeler bu fona kaynak yaratmak için gibi görünüyor. AKP için bu fon neden bu kadar önemli?

Bu fon, büyük inşaat projelerini desteklemek için önemli. Basitçe akıllarda olan şu: Ekonomi daralıyor, bu daralma karşısında inşaat sektörü hem pek çok başka sektörü harekete geçirdiği için, hem de niteliksiz emek istihdam ettiği için önemli bir karşı-çevrimsel hareket yaratabilir. Üstüne üstlük, bu mega projeler, yapıldıkları yerlerde konut ve arsa fiyatlarını artıracağından ekonomiye etkisi olumlu olacak. Ancak bu projeler kendilerini finanse edemiyorlar. Mevcut durumda Hazine garantileriyle sürdürülmesi söz konusuydu. Hazine garantileri kamu bütçesine potansiyel olarak yük getireceği için, bu fonla bütçe dışı bir garanti mekanizması yaratılmış olacak. Özelleştirmelerle tek seferlik gelir elde edilebilir. Ama bu tip fonların mantığı gelir akışını değerlendirmek. O nedenle özelleştirmelerin amaca hizmet eden bir işlev görmesi mümkün değil.

İsmi geçen 113 kurum özelleştirilirse nasıl bir manzara oluşacak?

Bu kurumların tümünün özelleştirilmesi söz konusu değil. Örneğin o listede Merkez Bankası’nın da adı geçiyor. Orada yer alan kurumlara ait malların satışı gündemde diye anlıyorum. Onun dışında özelleştirmeler neoliberal paketin tipik bir öğesi. Ekonomi yönetimi en iyi bildiği işi yapmaya devam ediyor.

Bu galiba işin şahikası: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın özelleştirilmesi ne demek?

Özelleştirme İdaresi’nin özelleştirilmesi olumlu bir gelişme bence. Böylelikle özelleştirme defterini kapatmış olacağız. Şaka bir yana, bu kurumların toptan kendilerinin değil, sahip oldukları taşınmazların satılması söz konusu anlayabildiğim kadarıyla.

Bütün anlattıklarınızdan AKP’nin kendi durduğu yerden bile derdine kalıcı derman olmayacak bir hamleden söz ediyoruz. Diğer yandan ne kadarı hayata geçeceği belirsiz özelleştirmelerle, sosyal güvenlik sistemindeki yeni oynamalarla kalıcı etkileri olacak. Nasıl bir enkaz bırakır Varlık Fonu?

Bunu tahmin etmek çok güç, uygulamanın nasıl şekilleneceğine bağlı gelişecek süreç. Ancak şu boyutu da önemli: Türkiye’de finansallaşma sürecinin derinleşmesine hizmet edecek bu Fon. Özellikle menkul kıymetleştirme faaliyetinin bir gelir kalemi olarak belirtilmesi bu alandaki gelişmeler yakından takip etmeyi gerektiriyor.

Kısa ve orta vadede bunlar rakamsal olarak parlak bir ekonomi karnesi de ortaya çıkarabilir mi, OHAL ekonomiye yaramış görünebilir mi?

Mehmet Şimşek bunun “piyasa dostu” bir OHAL olacağını ısrarla vurgulamıştı. Sermaye girişinin sürmesi için gerekli olan “yatırım ortamının” yaratılması anlamında OHAL işlevli olabilir, oluyor da. Ancak Türkiye ekonomisinin performansı, kendi kategorisindeki pek çok ülke gibi, ülke içindeki gelişmeler kadar ABD ekonomisindeki gelişmelere bağlı.

Varlık Fonu, çevre kanunu iyice çöp eden yatırım teşvikleri, daha politik motivasyonu olsa da belediyelere atanacak kayyımlar, olup biteni anlamaya çalışan yabancı sermaye, diğer yandan FETÖ ile ilişkilendirilen sermayeyle mücadele... Türkiye ekonomisini nasıl günler bekliyor sizce?

Yabancı sermaye meselesinden başlarsak, Türkiye’de hükümeti eleştiren çevrelerde şu tezi sık duymaya başladık: Demokrasi yoksa yabancı yatırım gelmez. Bence bu bakış sorunlu. Biz demokrasiyi daha adil ve özgür bir memlekette yaşamak için istemeliyiz, yabancı sermaye gelsin diye değil. Demokrasiyi araçsallaştırıp hükümete “Bak demokrasi olmazsa yatırım gelmez, o nedenle demokratik ol” gibi serzenişte bulunuyor bazı muhalif kesimler. Dünyadaki örneklere baktığımızda, yabancı yatırımlarla yatırımlara ev sahipliği yapan ülkelerin demokratik olması arasında net bir ilişki yok.

Hele dünyada 2008 krizinin etkilerinin sürdüğü, negatif faiz ortamının yayıldığı bir atmosferde, bu uyarı epey naif ve temelsiz. Bunun dışında OHAL dönemi hükümet açısından Türkiye ekonomisinin mevcut yapısını değiştirmeden, “aynısının daha fazlası” olarak özetlenebilecek tedbirler için olanak sağladı. Gidişat, iç gelişmelerden çok 2008’den itibaren dünyada etkilerini gösteren ekonomik krize bağlı olarak şekillenecek. Sermaye içindeki sürecin nasıl şekilleneceğiniyse henüz bilmiyoruz, bu alana henüz köklü bir müdahale yapılmadı. Ancak potansiyel bir tasfiyede, geleneksel büyük sermaye kesimlerinin zarar görmeden çıkacağını söyleyebiliriz.