T24- Yazar Cengiz Çandar, Kürt aydını Muhsin Kızılkaya'nın ‘Hani her şeyi konuşacaktık!’ başlıklı yazısını köşesine taşıdı. "Kürtlerin bu memlekette milletvekili, bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı dahi olabildiğini, bir tek Kürt olamadığını" yazan Kızılkaya'ya katılan Çandar, AKP'nin 75 Kürt milletvekilini örnek gösterdi. Çandar, "75 Kürt’ün bir tanesinin, Meclis kürsüsünden bir tek kez ‘Kürt’ sözcüğünü telaffuz ettiğini, seçmenleri Kürtlerin sorunlarını dile getirdiğini duydunuz mu?" diye sorarak AKP'li vekillerin Kürt değil, Kürt kökenli olduklarını yazdı.
Çandar'ın Radikal gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı (7 Aralık 2011) şöyle:
Kürt başka, Kürt kökenli başka
"Devam edeceğiz” diye noktalamıştım bir önceki yazıyı. Muhsin Kızılkaya ile edelim.
Muhsin Kızılkaya, PKK-BDP eksenine bulunabilecek en uzak noktada yer alan bir Kürt aydını. Ama ‘Kürt kimliği’, ‘anadilinin onuru’ söz konusu olunca en önde. Bazı hayati önemde konuları, onun-bunun ‘tezgâhı’ olarak görmemek ve nitelememek gerektiğinin canlı örneği.
Kızılkaya Hakkârili, yıllardır İstanbul’da yaşıyor. Star’ın pazar eki Açık Görüş’te ‘Hani her şeyi konuşacaktık!’ başlıklı yazısını Cumhurbaşkanı başta, tüm devlet yetkililerinin ve özellikle Başbakan başta tüm hükümet ve iktidar partisi üyelerinin okumasında yarar var.
İşin özü
‘İşin özü’ daha basit bir dille ve olanca çarpıcılığıyla ortaya konamazdı. Yazının dikkate getirmek istediğim satırları:
“... Vaktiyle Diyarbakır’da bir televizyon mikrofonu yaşlı bir adama uzatılır, ‘Amca, Kürtler ne istiyor’ diye sorar röportajcı. Yaşlı adam hiç sektirmeden, yüz yıldır anlatamadıysak hata bizde der gibi, ‘Kürtler quzilqurt (zıkkımın kökünü) istiyor’ diye cevap verir gülerek, röportajcı meseleyi hâlâ anlamamış, aval aval bakar adamın yüzüne.
Bir süre sonra ‘Kürtler daha ne istiyor?’ argümanının aslında pek de öyle sağlam bir argüman olmadığı ortaya çıktı. Evet, Kürtler bu memlekette her şey olabiliyorlardı; milletvekili, bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı da... Bir tek Kürt olamıyorlardı. Kürt olduklarında hiçbir şey olamıyorlardır çünkü. Kendi kimliğinden vazgeçtiğin, Türk kimliğine bürünmekten gocunmadığın, evinde Kürtçe konuşmaktan imtina ettiğin ama yakın akrabalar arasında kulağına çalınan Kürtçe bir sese, bir ezgiye de nostaljik bir tepki vermeye devam ettiğin, kimliğine folklorik birbir malzeme muamelesi yaptığın sürece bu devlet önünde bütün engelleri kaldırıyor, seni istediğin yere getirebiliyordu.
Çünkü ulus yaratma projesini bizzat ulusun kendisi başlatmamıştı, devlet denilen bir aygıt vardı, devlet bir ulus yaratmaya soyunmuştu ve bu ulusu da o memlekette yaşayan birbirinden farklı etnik gruplardan toplamaya başlamıştı. Kendi kimliğinden vazgeçip Türk olmayı kabullenen ‘kim olursa olsun’ başımızın, gözümüzün üzerinde yeri vardı.
Böylece devletimiz, anayasaya da ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür’ tanımını koyup, ‘kanun yoluyla’ Türk olmayı başarabilen ilk devlet oluyordu.
‘Kürt kökenli’ olmak ile ‘kültürel miras’ simetriktir
Bu arada Kürtlerin dili yasaklanmış, kimlikleri inkâr edilmiş, köyleri boşaltılmış, evleri yağmalanmış, hapishanelere doldurulup olmadık işkencelere maruz bırakılmış, sürgüne gönderilmiş kimin umurunda. Şakiler başkaldırıyordu ve cezaları ağırdı. Devlete başkaldıran sonuçlarına da katlanırdı.”
Bu satırlarda aleni ‘ironi’ bir yana, anlatılanlar net bir Türkiye siyaset sahnesi ve siyaset söylemi fotoğrafı da çekmiş oluyor.
Bu ‘fotoğraf karesi’ içinde Başbakan’ın çok övündüğü ve ‘Kürt temsiliyeti’ni BDP’den çekip almak için başvurduğu AK Partili ‘75 Kürt milletvekili’ doğal olarak ‘Kürt’ değiller. Onlar, tartışmasız AK Parti’nin ‘Kürt kökenli’ milletvekilleri.
Siz, hiç üç buçuk yıldır bu ‘75 Kürt’ün bir tanesinin, Meclis kürsüsünden bir tek kez ‘Kürt’ sözcüğünü telaffuz ettiğini, seçmenleri Kürtlerin sorunlarını dile getirdiğini duydunuz mu?
‘Kürt kökenli’ olursanız, böyle bir zorunluluğu hissetmezsiniz.
Kürt başka, Kürt kökenli olmak başka.
Kürt olmaya izin yok; Kürt kökenli olmak ise askeri darbe ürünü 1982 Anayasası’nda yer alan ‘vatandaşlık tanımı’na ve devletin ‘Kemalist ideolojisi’ne göre, esas alınan ‘üst kimlik’in altındaki makbul kimliklerden biri.
‘Üst’ kimliği ister ‘Türk’, ister Başbakan’ın vurguladığınca ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı’ diye ifade edin, alt kimlikleri asimile ederek eşitlemiş olduğu için ‘köken’de hiçbir sorun yok. Her birimiz bir şey ‘kökenliyiz’ zaten, varsın bazılarımız da ‘Kürt kökenli’ oluversin.
Öyle olunca, ‘eğitimde anadilin kullanılması’ diye bir talep de ‘Kürt kökenliler’den gelmez. Gelmesine gerek yoktur. Çünkü, Kürtçe, çeşitli lehçeleriyle zaten evde, sokakta, hatta AK Parti’nin sağladığı demokratik imkânla cezaevindeki tutuklu ve ziyaretçisi arasında da konuşuluyor artık. Devlet televizyonu 24 saat o dilden yayın yaptığına göre, ‘kültür mirası’na sahip çıkılmış oluyor. ‘Kültür zenginliğimiz’ yansıtılmış oluyor.
‘Kürt kökenli’ olmak ile ‘kültürel miras’ ve ‘kültürel zenginlik’ arasında simetrik bir ilişki var.
İnsan hakkı milliyetçilik değildir
Türkiye halkının yaklaşık beşte birini oluşturan, tüm bölgeye yayılmış, bölgenin en kadim insan topluluklarından birine bu şekilde yaklaştığınız anda onu ‘folklorik’ bir öğe haline indirgemiş de oluyorsunuz.
‘Folklor’ zaten ‘kültürel miras’ ve dolayısıyla ‘kültürel zenginliğimiz’ değil midir.
‘Kürt kökenli’ değil de Kürt iseniz, ‘eğitimde anadilin kullanılması’nı en doğal ‘insan hakkı’ olarak istersiniz tabii ki. Buna ‘ırkçılık’ denebilir mi? Bunun ‘milliyetçilik’ ile de ilgisi yoktur. ‘Temel insan hakkı’dır çünkü.
Demokratik bir ülkede, tüm vatandaşlarımızın ‘eşit ve özgür’ olduğu bir toplumda yaşamaktan yanaysak, Kürt değilsek de Kürt olmasak da bu hakka nasıl karşı çıkabiliriz?
Ne hakla?
Devam edeceğiz...