AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı ve Yarına Bakış yazarı Yaşar Yakış, Ahmet Davutoğlu'nun AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerini bırakma kararı almasıyla ilgili olarak, "Sayın Davutoğlu’nun görevi bırakmak durumunda kalması sonucunda ortaya çıkan durum, Türk dış politikasında bir rota düzeltmesi yapmak için altından bir fırsat yaratmıştır. Gerçi her hükümet veya Başbakan değişikliğinin zaten yeni bir başlangıç olması gerekir. Bu, işin doğası gereğidir ama bu kuralın bugünkü koşullarda uygulanması biraz zor" dedi.
Yaşar Yakış'ın, "Suriye politikamız için büyük fırsat" başlığıyla yayımlanan (10 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Sayın Davutoğlu’nun görevi bırakmak durumunda kalması sonucunda ortaya çıkan durum, Türk dış politikasında bir rota düzeltmesi yapmak için altından bir fırsat yaratmıştır. Gerçi her hükümet veya Başbakan değişikliğinin zaten yeni bir başlangıç olması gerekir. Bu, işin doğası gereğidir ama bu kuralın bugünkü koşullarda uygulanması biraz zor. Çünkü bundan önceki hükümetin politikasının yapıcısı da Sayın Cumhurbaşkanıydı. Yeni hükümetin politikasının yapıcısı da o olmaya devam edecektir.
Konuya bu açıdan bakıldığı zaman, dış politikada bazı uyarlamalar, Sayın Cumhurbaşkanımızın zaten bir rota düzeltmesi yapma arzusu var idiyse ancak o takdirde beklenebilir.
Sayın Davutoğlu Başbakan olmadan önce Dışişleri Bakanlığı da yaptığı için kendi Başbakanlığı zamanındaki dış politika, doğal olarak, Dışişleri Bakanı iken başlattığı dış politikanın devamı niteliğinde idi ve bu nedenle Başbakan olunca dış politikamızda anlamlı değişiklikler yapılması ihtiyacı doğmamıştı.
Şimdi ise durum farklıdır. Sayın Cumhurbaşkanı ile yöntemde veya özde fikir ayrılığına düştüğü için görevini bırakmak zorunda kalmış bir Başbakandan bahsediyoruz. Hal böyle olunca, yeni Başbakanın hükümet programında yeni yaklaşımların yer alması yadırganacak bir durum olmayacaktır.
Türkiye’nin çıkarlarına en çok zarar veren ve kamuoyumuzun en az desteklediği dış politika alanı Suriye politikasıdır. Suriyeli sığınmacıların Türkiye’nin bütçesine yüklediği yük 10 milyar dolar dolaylarında seyrederken Sayın Cumhurbaşkanı geçen hafta bu maliyet için 20 milyar rakamını telaffuz etmiştir. Çeşitli dolaylı zararları sayarsak bu belki daha gerçekçi bir rakamdır. 20 milyar dolar 18 tane Körfez geçişi köprüsü veya 5 tane daha Boğaz köprüsü veya İstanbul’un altını metro şebekesiyle donatmak için gerekli paranın tamamı demektir. Yani Türkiye şimdiki yanlış Suriye politikasına saplanıp kalmamış olsaydı, bu büyük projeleri kolayca gerçekleştirme imkânına sahip olacaktı. Eğer bunu yapmanın karşılığında Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarı yükselmiş olsa idi, o itibar artışı, o kadar mali külfete değerdi diye bir değerlendirme yapılabilirdi. Fakat böyle bir itibar artışı da yok. Aksine itibarda büyük bir aşınma var. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu itibar kaybını hissetmiyor olmasına ihtimal veremiyorum.
Suriye’de şu anda karşılaştığımız sorunlardan bazılarının sorumlusu Türkiye değildir. Ancak olayların bu duruma gelebileceğini öngörememiş olmanın da bir siyasi sorumluluğu olması gerekir. Onun sorumlusu da Suriye politikasına karar verenlerdir. Kaldı ki Türkiye’de bu gidişin yanlış olduğuna, işlerin günün birinde buralara varabileceğine hükümetin dikkatini çeken çok uyarılar yapılmıştır.
Öyleyse ne yapılabilir? Yapılacak şey Suriye’den başlamak suretiyle dış politikamızı masaya yatırmaktır. Türkiye her şeyden önce Suriye’de rejimi devirme hedefine takılı kalmaktan kendini kurtarmalıdır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararı Suriye’de bir dizi demokratik reformun yapılmasını ve bu sürecin sonunda Suriye’yi kimin yöneteceğine Suriyelilerin karar vermesini öngörmektedir. Bu bir BM Güvenlik Konseyi Kararı olduğuna göre Türkiye için de bağlayıcıdır. Bir yandan “Suriye’yi kimin yöneteceğine Suriye halkı karar verecektir” derken, öte yandan da Suriye halkı, uluslararası gözlemcilerin nezaretinde yapılacak bir seçimde, kendisini yönetmek için Beşşar Esad’ı seçerse, onu kabul etmemek bir çelişki olacaktır. Türkiye böyle bir çelişkiye düşmemelidir.
Suriye politikamızda yapılacak uyarlamalar, başka alanlarda da olumlu yansımalar yaratabilir. İran’la, Suriye’deki Kürtlerle ve en güçlü Kürt partisi olan PYD ile ilişkilerimiz de Suriye ile ilişkilerimizin düzelmesinden olumlu şekilde etkilenecektir.
Eğer oluşacak yeni siyasi irade Suriye ile ilişkilerimizi düzeltmeye karar verirse, Türkiye’de diplomasi mesleğinin profesyonelleri bu kararın uygulanması için gereken yolları bulur.
Adına diplomasi denilen ince sanat bir ülkeye işte böyle zamanlarda lazımdır.