Gündem

AKP'li Burhan Kuzu: Seçim sistemi değişecek, baraj kalkacak ya da yüzde 1 veya 2'ye düşecek

"Kanuni bir boşluk varsa cumhurbaşkanı kararname çıkarabilecek"

23 Kasım 2016 12:20

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı ve anayasa profesörü Burhan Kuzu, "Ak Parti paketin geçmesinin ardından seçim sistemini de değiştirmeyi hedefliyor, dar veya daraltılmış bölge seçenekleri üzerinde duruluyor" dedi. Kuzu, "Yüzde 10 seçim barajı ya tamamen kalkacak ya da yüzde 1-2’ye inecek" diye konuştu. 

Kuzu'nun görüşlerini köşesine aktaran Nagehan Alçı'nın Milliyet'te "Seçim sistemi değişecek, baraj kalkacak" başlığıyla yayımlanan (23 Kasım 2016) yazısı şöyle:

Türkiye’de başkanlık sistemi deyince akla ilk gelen isim tartışmasız Burhan Kuzu. Burhan Hoca Ak parti döneminden itibaren değil, ta 70’lerin sonundan beri Türkiye’de başkanlık sistemine geçilmesini savunuyor. Pazartesi akşamı bir televizyon programı için Kuzu ile bir araya geldim ve ondan üzerinde çok konuşulan ama hâlâ birçok noktası belirsiz olan ‘cumhurbaşkanlığı paketi’ ile ilgili çok kritik bilgiler aldım. 

1) Seçim sistemi değişecek: Ak Parti paketin geçmesinin ardından seçim sistemini de değiştirmeyi hedefliyor, dar veya daraltılmış bölge seçenekleri üzerinde duruluyor. Böylece parlamento liderlerin yaptığı listelerden oluşan vekillerle değil, tabandan gelen vekillerle oluşacak ve yürütmeye karşı güçlenecek. 

2) Baraj kalkacak: Yüzde 10 seçim barajı ya tamamen kalkacak ya da yüzde 1-2’ye inecek.

3) Cumhur-başkanının kararname yetkisi: Yalnızca yürütmenin alanına giren konularda kanuni bir boşluk varsa cumhurbaşkanı kararname çıkarabilecek. Şayet Meclis, ilgili kanunu çıkarırsa kararname düşecek.

4) Karşılıklı fesih: Sistemin kilitlendiği durumlar için öngörülmüş. Karşılıklı olma şartı var, yani fesih durumunda hem cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçime gidecek. Ancak kilitlenme durumunun belli bir süre devam etmesi ya da belli bir şiddette yaşanması gibi sınırlar çizilip çizilmeyeceği hâlâ netlik kazanmış değil.

 

Tony Blair’in sözcüsü anlattı

 

Hafta sonu DPI’un (Democratic Progress Institute) düzenlediği bir toplantı için küçük bir grup olarak Cenevre yakınlarında kırların ortasında bir yere kapandığımızı ve çözüm ve çözümsüzlük üzerine başka ülke örneklerini dinlediğimizi yazmıştım. Deneyimlerini paylaşan isimlerin arasında Tom Kelly de vardı. IRA ve Kuzey İrlanda meselesini takip edenler ismini çok iyi hatırlayacaklardır: Tony Blair’in sözcülüğü ve barış sürecinde danışmanlığını yapan isimdi Kelly. O tarihin hem önemli bir tanığı hem de tarihin akışını etkileyen aktörlerin mentoruydu.

Tabii her ülkenin ve her sorunun kendi dinamikleri ve özel koşulları var. Türkiye’deki PKK meselesini Kuzey İrlanda’daki IRA ile ya da Kolombiya’daki FARC ile karşılaştırmak doğru değil. Ancak başka örneklere bakmak farklı öykülerin nasıl ilerlediğini görmek ve kendi yollarını çiziş hikâyelerini öğrenmek açısından ufuk açıcı oluyor. O nedenle, ben bu gün Kelly’nin anlattıklarından en çarpıcı bulduklarımı özetleyeceğim. Tabii IRA ve siyasi kanadı Sinn Fein ile PKK ve HDP ilişkisine baktığımızda temel bir fark var: Sinn Fein esas aktör oldu, kararları o aldı, güçlü taraf oydu. Bizde denge tam tersine. HDP PKK’nın önünde değil, söylem belirleme özgürlüğüne de sahip değil. Bir de tabii coğrafya olarak koşullarımız çok farklı. PKK mevcut Ortadoğu savaşından besleniyor ve giderek uluslararası güçlerin manipülasyonuna daha açık hale geliyor.

 

Karar verdikten sonra 9 yıl sürdü

 

Kelly, Belfast’ın bütün fakirliğini, geri bırakılmışlığını ve şiddetin en vahşi halini oralı olarak yaşamış bir isim. Bu gün bize belki çok uzak geliyor ama 70’lerin ortalarında Kuzey İrlanda Ortaçağ’ı andıran bir yerdi. Her yer yakılıp yıkılıyor, işyerleri kapanıyor, terör göz açtırmıyordu. Katolik ve Protestan toplum birbirinden tamamen ayrışmıştı. Eğitim müfredatları birbirine taban tabana zıttı, birbirine karşıt görüşlerle yetişen insanlar olaylara kendi dünyalarından bakıyor ve medya da buna göre manipülatif davranıyordu. Kadercilik hakim olmuştu. ‘Bu şiddet ve bu geri kalmışlık değiştirilemez’ görüşü hakimdi. (Böyle bir his bizim Güneydoğu’da da hakimdi, çözüm süreci bunu kırmayı başardı. Bu günlerde terör ne kadar derinleşse de halkın şiddetin arkasında durmaması o süreç sayesinde kaderciliği yırtıp atmasından kaynaklanıyor-na)

Kelly insanların giderek savaş yorgunu olduğunu ve bunun bir süre sonra barış isteğini güçlendirdiğini anlattı. (Bizde de durum çok benziyor ancak Suriye’deki savaş PKK’ya önemli bir cephanelik. Burada örgütün insanların ne isteyip ne istemediğiyle pek de ilgilenmediği yeni bir süreçten bahsedebiliriz-na). Ancak bu isteğe rağmen süreci tamamlamak o noktadan sonra tam 9 yıl sürmüş.

 

İngiliz medyasının tavrı

 

Süreç boyunca İngiltere medyası IRA ve Sinn Fein ile ilgili oto sansür uygulamış, örgüt yanlısı görünmeme kaygısı hayli yüksekmiş. Thatcher zamanında Sinn Fein’in temsilcilerinin televizyona çıkmasına izin verilmediği için onların demeçleri aktarılıyor ancak kendi ağızlarından hiçbir şey yayımlanamıyormuş. Bu zamanla şiddet yerine siyaseti öne çıkaran Sinn Fein’in bu farkı yeterinde ortaya koyamaması handikapını da beraberinde getirmiş. (Ancak demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere’de bile böyle bir uygulamaya gidilmesi çarpıcı).

Kuzey İrlanda ve İngiltere zaman içinde kendi koşulları ve dinamiklerine uygun yoldan giderek barış yapmayı başardı, yine de bu gün hâlâ tartışmalar bitmiş değil. Bizden bir temel fark da dış gözlemci olarak ABD’nin de süreç de yer almasıydı.

Not: Pazar günü Güney ve Orta Amerika’da başta Kolombiya olmak üzere birçok ülkedeki çatışma süreçlerinde BM adına arabuluculuk yapan James LeMoyne’un deneyimlerine yer vereceğim.