23 Mart 2013 19:41
Işıl ÖZ
Burak Cop’un AKP’nin Yükselişi ve Düşüşü adlı kitabı raflarda yerini aldı. Kitapta geçmişten geleceğe “AKP olayı” işleniyor, AKP’nin, sosyoekonomik, kurumsal ve siyasal alanda aynı anda gücünü artırmasının, iktidarda olduğu süre boyunca yıpranmamasının –dahası güçlenmesinin– ardındaki etmenler açıklanıyor.
Kitapta, AKP’nin iktidarını pekiştirdiği 2010-2012 döneminin değişik konu başlıklarındaki ayrıntılı bir izleğini ortaya koyma amacı taşıyan, farklı mecralarda yazarın yayımlanmış yazılarının elden geçirilmiş bir seçkisi de var.
Cop’un, 2011 seçimlerinden sonra hâlâ gücünün zirvesinde görünen AKP’nin neden ve nasıl zayıflamaya başlayacağına dair öngörülerde bulunduğu bölüm ise tartışma yaratmaya aday. Cop, “AKP’nin Düşüşü” başlıklı bölümde “düşüş”ten ne anladığını şöyle açıklıyor: “Burada AKP’nin gerilemesi veya düşüşüyle kastedilen, gelecek seçimleri kaybetmesi değil elbet. İktidarın şu ana kadarki koalisyon görünümlü kompozisyonuyla ve hareketi 10 yıldan uzun bir süre taşıyan lider kadrosuyla artık devam edemeyeceği, iç çatışmaların, ayrışmaların, hatta bölünmenin ufukta bir siluet olarak belirdiği kastediliyor.”
Kitabın son bölümünde ise Chicago Loyola Üniversitesi’nden Prof. Vefa Tarhan ve Nottingham Üniversitesi’ndeki siyaset bilimi doktorasını 2012’de tamamlayan akademisyen Ertan Erol ile yapılan söyleşiler yer alıyor.
Kitabı okuduktan sonra Cop’a ulaştım ve kendisine sorularımı yönelttim:
Kitabı AKP’den belirli isimler okudu mu dersiniz?
AKP, pek çok açıdan CHP ve MHP’ye göre daha profesyonel çalışan bir parti. Mümkün olduğunca az şeyi şansa bırakmaya gayret eden bir parti. Adı böyle olan bir kitabı okumamazlık etmezler, sanıyorum.
Tepkiler nasıl?
Aldığım ilk tepkiler olumlu. 2002-2012’nin analizini yaptığım bölüm hakkında, ki kitabın büyük kısmını bu analiz teşkil ediyor, ciddi bir olumsuz eleştiri alacağımı zannetmiyorum. Öngörülere gelirsek, burada yanılma ihtimalim elbette var. Bu ihtimali kitapta da dile getirdim. 2015 sonu veya 2016 başında birileri “bak o zaman böyle tahminlerde bulundun, şu tür olasılıkları dile getirdin, ancak bunlar olmadı” gibi şeyler diyebilir. Açıkçası benim de bunlara söyleyecek fazla bir şeyim olmaz!
Önsöz’de Kadri Gürsel’in değindiği şu sorunun yanıtını verebilir misiniz: AKP lideri, Gülen hareketinin güç kaynaklarını kısıtlayıp kontrol altına almayı, bu güçle arasında husumet ve karşıtlık yaratmadan yapmayı başarabiliyor mu?
O gücün, elinde yönetsel erk bulunduran ve kamuoyuna söz söyleme imkânı bulunan mensupları, yani kaymak tabakası diyelim, bu kesimiyle Erdoğan arasında bir karşıtlık olduğu apaçık ortada. Erdoğan’ın ve ondan yana AKP yöneticilerinin yargıya yönelik eleştirileri, Zaman gazetesinde çıkan kimi haber ve yorumlar, Emniyet’teki kimi etkisizleştirme nitelikli atamalar… Manzara son derece açık…Burada kritik soru şu; çeşitli oranlar veriliyor Gülen Cemaati’nin oy potansiyeli için. Yüzde 5 diyenler var, yüzde 7 diyenler var. Olası bir keskin kopuş durumunda bu seçmen kitlesi monoblok halde bir partiden (AKP’den) bir diğerine geçer mi? Ve tabii öyle bir parti var mı geçilecek?
Yüksel Taşkın hocanın önemli bir eseri var, birkaç ay önce yayımlandı. AKP’nin iktidardaki 10 yılını anlatıyor. Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre önce Taraf’ta kendisiyle bir röportaj yapıldı. Yüksel Hoca orada Cemaat’in AKP’de görmekten rahatsız olduğu şeyleri belirtti: Cemaat AKP’nin popülizm yapmasından ve din üzerinden toplumu kutuplaştırmasından rahatsız, AKP’nin bu yaptıkları Cemaat’in dengeci tavrına ters düşüyor, AKP’nin Türkiye’deki “Batılı” kesimleri bu denli ötelemesinden rahatsız oluyorlar, iktidarın Türkiye’de dindarlık-laiklik meselesi üzerinden teşvik ettiği kutuplaşmadan huzursuz oluyorlar zira dünyaya gösterdikleri projeksiyon “Ilımlı İslam”…
Yüksel Taşkın’ın bu bağlamda AKP’nin, HAS Parti’yi yutmasını, yerel seçimlerde Cemaat’in veya başka grupların HAS Parti’ye yönelme olasılığını en baştan engelleme amacıyla açıklıyor. Her ne kadar müteveffa HAS Parti’nin Müslüman-sol bir söyleminin olması, bünyesindeki kimi isimlerin sol kimliğinin belirgin oluşu ve sermaye çevreleri yerine emekçi sınıflara hitap etme iddiasının olması zihnimde “olası bir yakınlaşmada HAS Parti ile Cemaat arasında doku uyuşmazlığı olmaz mıydı?” sorusunu uyandırsa da, neticede benim de benimsediğim ve kitapta dile getirdiğim bir görüş bu. Bu bağlamda ilginç bir emare, tabii siz bunu emareden saymayabilirsiniz ama, Zaman gazetesinin kıdemli bir yazarının 2011 seçimlerinden önce oyunu HAS Parti’ye vereceğini açıklamasıydı. Eski Maocu ve halen laik bu yazar Cemaat’in mensubu olarak görülemez belki, ama bence o beyanı gene de “manidardı”.
Bir gün Cemaat kendi partisini kurar mı?
Hiç tarzları değil. AKP’den/Erdoğan’dan tamamen umudu kesmiş olmaları gerekir. Hatta daha da fazlası lazım. Emniyet’te, yargıda, bürokrasinin kimi farklı mecralarında da örgütlü ve etkili bir network’ün, iktidardaki partiye rakip bir parti kurması bu kadroları icraî açıdan çok sınırlayabilecek bir şeydir. Yani kırılgan bir 2-3 partili koalisyon hükümetinde sınırlamayabilir belki. Ancak AKP gibi hegemon bir tek parti iktidarında epey sayıda yüksek ve orta düzey bürokratın dâhil olduğu bir network kalkıp parti kurarsa, o kurumların başındaki bakanlar, müsteşarlar söz konusu bürokratları kuşatmak, onlara iş yaptırmamak için ellerinden geleni yapacaktır. Bu dediğiniz son çare olur herhalde. Sondan bir önceki –dolayısıyla biraz daha olası– çare ise yerel seçim gibi tali bir seçimde başka bir partiyi desteklemek olur.
Nasıl oldu da AKP iktidarı için zamanla sendikal alan dikensiz gül bahçesine dönüştü?
Emek hareketi, sendikal hareket zaten krize yakın bir şey yaşıyor epeydir. Kimi grevler, direnişler oluyor, bunlar 2008 sonu – 2009 başındaki Tekel direnişinde olduğu gibi ses de getiriyor bazen. Ama konjonktür gereği, sadece Türkiye’de değil dünyada da sendikaların güç kaybetmesi, sendikalı çalışan oranlarında azalma ve benzer şeyler yaşanıyor.
Bu durum Türkiye’de daha ağır yaşanıyor. İktidara yakın işçi ve kamu emekçisi sendikalarının üye sayıları yüzde 500’ler, 600’ler nispetinde arttı çok kısa bir süre içinde. Kitapta bunu ayrıntılı ele aldım. KESK’in mesela, üye sayısı azaldı. Memur-Sen’de ise anormal bir artış meydana geldi.
Bu konu üzerine bırakın müstakil bir röportajı, başlı başına bir kitap yazılır ama kısaca şunu söyleyeyim; emek hareketi değil 1970’li yıllar, 1980’lerin sonundaki, hatta 90’ların sonundaki konumundan çok daha geride, çok daha zayıf. Türk Tabipler Birliği, mühendis ve mimar odaları gibi meslek kuruluşlarının da 10 yılı aşan AKP iktidarında elde edebildikleri somut, kayda değer tek bir kazanım yok. Tersine, söz gelimi tam gün yasasında hükümete geri adım attıramadılar. Bazı sektörlerde sendikalaşma oranı içler acısı, yüzde 3’ler düzeyinde. AKP’yi falan geçtim, iktidarda kim olursa olsun emeğin böylesine örgütsüz olduğu bir toplumda demokrasi olsa olsa zayıflar.
Türkiye ekonomisinin 2013’e azalan büyüme hızı, artan işsizlik ve bütçe açığıyla girdiğinden halk haberdar mı?
Genel olarak 2014 yılına dair büyüme tahminleri, 2013 için öngörülenden daha iyi. Ancak öngörülmesi imkânsız olan, iç ve dış konjonktüre bağlı yığınla etmen var. Yani 2014’ün bu seneden daha “iyi” geçeceğinin garantisi yok. Halk haberdar mı diye sorarak medyanın tek sesliliğine ve pompalanan iyimserliğe işaret ediyorsunuz. Ekonomideki olumsuz gelişmelerin kısa değilse bile orta vadede halkın yaşantısına yansımaması olanaksızdır. Hatta bırakın orta vadeyi, kısa sürede yansır. Olumlu gelişmelerin yansıması ise daha uzun sürer.
AKP’nin, gücünü pekiştirdiği 2010-11 dönemindeki kadar elverişli iktisadi koşulları yeniden bulması olası mı?
Kitapta dile getirdiğim iddia, bulamayacağı yönünde. TÜİK verilerine göre uzun bir aradan sonra işsizlik oranı çift haneyi gördü, Aralık ayı işsizlik oranı yüzde 10’u geçti. Her 5 gençten biri işsiz. Bu tablo tabii ki her 2 gençten birinin işsiz olduğu Yunanistan’la mukayese edilemez. Ama ben TÜİK’in işsizlik verilerine de güvenmiyorum. Yarı zamanlı çalışanlar, eksik istihdam kategorisindeki insanlar, çok az bir ücrete çalışanlar da TÜİK istatistiklerinde istihdam edilenler kümesine dâhil edilir. Hâlbuki bu eksik istihdamdır, bu insanların tamamına yakını yoksulluk sınırının altındadır. DİSK Araştırma Enstitüsü’nün Türkiye’deki gerçek işsizlik oranının devletin açıkladığından çok daha yüksek olduğunu açıklayagelmesi bundandır. Ki devletin kendi verileri bile çift haneli oranı gördü. Anlattıklarımıza konu olan insanların seçmen olduklarını unutmayın.
Peki, “Anadolu sermayesi” kendi gücünün farkında mı?
Farkında görünüyor. Üç ay önce yapılan, köprü ve otoyollarının özelleştirme ihalesini Koç-Ülker ortaklığının aldığını hatırlatırım. Bu Türk tekelci kapitalizminin büyük uzlaşmasının simgesi bir yandan da. Ben Türkiye’de büyük burjuvazinin kabaca iki fraksiyonu arasında bir çatışma, en azından karşıt pozisyonlarda bulunma hali yaşandığını düşünüyorum. Yaşandığını derken, di’li geçmiş zamanda. Başkanlık sistemine yürüyüşünde Erdoğan’ın oluşturmaya çalıştığı büyük koalisyona koşut biçimde –bir elini Ergin Saygun ziyaretiyle TSK’ya, bir elini İmralı süreciyle PKK’ye uzatıyor– sermayede de bir birlik-beraberlik hali baş gösterdi. Ama bu, tüm yekpare ve homojen görüntüsüne rağmen, kırılgan bir süreçtir. AKP hegemonyasının buradan çatlamaya başlaması olasıdır. Erdoğan’ın Başkanlığı hiç de öyle kolay bir şey değil. Çözülme de muhtemelen buradan başlayacak, göreceksiniz.
Son soru: “Faili meçhullerde bir azalma söz konusu, bu AKP’nin başarısı olmalı” diye düşünen isimlere rastlıyorum. Bu konuda fikriniz nedir?
Faili meçhullerdeki azalma 1999’da Öcalan’ın yakalanması, PKK’nin sınırdışına çekilmesi ve 5 yıl boyunca fiili bir çatışmasızlık ortamı yaşanmasıyla alakalıydı. 90’ların son birkaç yılındaki faili meçhullerin önemli bir kısmından sorumlu olan Hizbullah’ın tasfiye edilmesi de zaten devletin ona olan ihtiyacının ortadan kalkmasıyla, 2000’in başında start aldı. Faili meçhullerin bir numaralı müsebbibi olan “derin devlet” yapılanması ise, Susurluk kazasını takiben Çiller-Ağar kliğinin güç kaybetmesiyle görece pasif duruma geçti. Adı geçen iki şahsiyet şu anda AKP’nin bir tür himayesi altındadır. Uzun lafın kısası doğalgazlı kombi veya wireless internet ne denli AKP’nin başarısıysa, faili meçhullerin azalması da o denli AKP’nin başarısıdır.
Kaldı ki 2006-2007’deki cinayetlerin tetikçilerinin yakalanması, bunları faili belli yapmakta mıdır acaba? Malatya katliamı, Danıştay saldırısı, Dink suikastı, Santoro suikastında esrar perdesi dağılmış mıdır? Talimatları kimin verdiği ortaya çıkmış mıdır? Bunların olmasına izin veren kamu görevlileri yargılanmış mıdır? Yoksa terfi mi etmişlerdir?
Yrd. Doç. Dr. Burak Cop, 1980’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü, University of Kent’i (uluslararası hukuk- yüksek lisans) ve University of Nottingham’ı (siyaset bilimi-doktora) bitirdi. Ntvmsnbc haber sitesi, Sky Türk televizyonu, Platin ve FourFourTwo Türkiye dergilerinde çalıştı. Pek çok mecrada ağırlıklı olarak siyaset üzerine yazıları yayımlandı. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir, Galatasaray ve Boğaziçi Üniversitelerinde de ders vermektedir. T24 haber sitesinin yazarları arasındadır.
© Tüm hakları saklıdır.