Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, İstanbul Eczacı Odası'nda danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldiğini kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlattıklarını ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını anlattıklarını aktardı. Dilipak, "Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje" ifadesini kullanarak, "Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar?" diye sordu.
Dilipak'ın "Tahran, Yalta, Potsdam derken" başlığıyla (26 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
“Kara Cuma” mı dediniz. Bir karalama kampanyası başlatıldı gidiyor. Bizde birileri de bu halkaya katılıyor. “Topyekûn saldırı” İslam’a ve Müslümanlara yönelik, dinde kutsal sayılan ne varsa ya hedef gösterilecek, ya da aşağılanacak, alay konusu yapılacak. Bu, o “Piskolojik harp” dedikleri şeyin ta kendisi! Kendilerine karşı ne kim varsa hedefte.
Ha, bu arada, DEAŞ Suriye’den “çekildi” ama, ABD askeri varlığını artırmaya, PYD’ye destek vermeye devam ediyor bu arada. Suudi yönetimi ve İsrail birlik olmuş, İslam dünyasına, kendilerine karşı İslam alemlerine, kuruluşlarına karşı birlikte hareket ediyorlar.
Böylece, şu içimizdeki / İslam dünyasındaki / Arap dünyasındaki “gizli Siyonistleri“, “Kripto Yahudileri” deşifre etmek de mümkün oluyor.. Bu çok önemli bir kazanım aslında. “Herkes duyacak, bilecek, saklanmaz gayrı bu gerçek”.
Bu hainler, başlarına öyle bir bela aldılar ki, bunu biz kendi çabamızla başarmamız çok zordu.
Biliyorsunuzdur, Danimarka’da 21 Kasım’da yapılan yerel seçimlerde 101 Türkiye kökenli adaydan 40’ı seçildi.
Geçen gün, Çorlu’da MÜSİAD kongresi vardı. Hollanda’dan gelen işadamları da vardı kongrede. “Hollanda’da durum nasıl” dedim, seçim sürecinde yaşanan sonuçlar, seçim sonuçlarından sonra. Wilders yanlıları ne yapıyorlar” dedim. Gerçek bize yansıtıldığı gibi değil. Batılılar harıl harıl İslam, Müslüman, Türkler, Türkiye hakkında okuyarak, dinleyerek ve tanıdıkları üzerinden bilgi almaya çalışıyorlar ve Wilders gerçeği karşısında İslam’a ve Müslümanlara, yabancılara daha yakın davranıyorlar. Çünkü bu gidişin insanlığın hayrına olmayacağının akıl ve vicdan sahibi herkes farkında.. Danimarka seçimlerinin sonuçları da bunu gösteriyor. Oyun geri tepti. Bu Araplar üzerinde oynanan kirli oyun da Arap dünyasının uyanışına vesile olacak inşallah..
Şu NATO rezaletine bakın.
Bu olaylar, İslam dünyasını, Müslümanları kamçıladı. Birilerinin gerçek niyeti, ikiyüzlülükleri gün gibi ortaya çıktı. Servet zaten onlarındı. O zenginlerin paraları zaten dün de Amerikan, İngiliz, İsviçre bankalarındaydı. Şimdi birbirlerine düştüler ve kimden yana olduklarını gösterdiler. Südeysigiller dün önümüze geçip imamlık yapıyorlardı. Müslümanlara akıl veriyorlardı. Deşifre oldular.
Tarih tekerrür mü ediyor yoksa!. 2. Dünya Savaşı öncesini hatırlayın. Toplamda Churchill 16, Roosevelt 12, Stalin 7 konferansa katılmıştır. Churchill, Roosevelt, Stalin, Truman, Hopkins, Harriman, Molotov, Baeverbrok, Clark, Eden, Çankayşek, Curtin, İnönü, Fraser, Mackenzie, Smuts, Atlee gibi isimler bu konferanslarda yer aldılar. Washington, Newfoundland, Moskova, Şarşel, Kasablanka, Quabec Kahire, Tahran, Londra, Bretton Woods, Malta, Yalta, San Francisco, Potsdam.. Bu konferansların tamamı 1941-45 yılları arasında yapıldı. Sonuncusu 17.7 - 2 Ağustos 1945 Potsdam, İlki 29.1 - 27.3.1941 Washington.
Şu Eylül 2017’deki Astana konferansını bir kenara not edin. Sonra 1. ve 2. Soçi konferansını da bir kenara not edin. Şimdi sırada ne var? Sırada Ankara, Tahran, Moskova mı var ve bu konferanslara kimler katılacak.
ABD’nin DEAŞ’ı Fergana’ya sürmesi ne anlama geliyor?. Çin ve Hindistan’ın buna cevabı ne olacak. Pakistan ne yapacak..
İngiltere ve Fransa’yı da izleyelim göz ucuyla. Ünlü İngiliz yazar Robert Fisk ‘ABD Orta Doğu’da bitti’ diyor ve bölgenin geleceği için de karanlık bir tablo çizerek «IŞİD’den sonraki canavar ne olacak?” diye soruyor. Bu arada; Suudi Amerika ise, Suriye’deki ÖSO’yu ve Astana sürecini, Soçi mutabakatını by-pass etmek için, ABD önderliğinde Cenevre için yeni bir diyalog başlatıyor!
Tabi bu arada BAE, Mısır, İsrail ve Riyad arasında arkası arkasına görüşmeler yapılıyor. Paris ve Londra gelişmelerden rahatsız. Amman ve Beyrut diken üstünde. Yemen ve Umman’ın ne olacağı belirsiz. Şam, Irak ve Suriye’de de belirsizlik devam ediyor.
Geçen gün Kissinger’e atfedilen, ama doğrulanmayan bir röportaj haberi vardı. O söz o kişiye ait olmasa da doğru bir cümle vardı: “Eğer savaş tamtamlarını duymuyorsanız sağırsınız demektir”.
Dünya adım adım sonu belli olmayan bir savaşa doğru sürükleniyor. Bunu görelim. “Tarihin sonu”nu getirecek bir “Medeniyetlerarası savaş”. AMD’nin soğuk savaşın hemen ardından ortaya koyduğu bir senaryoydu bu ve bu savaş senaryosuna karşı ise, tek kutuplu bir dünya öneriyordu: Pax Amerikana! Ve bu hedefe FETÖ ile birlikte BOP üzerinden ulaşmayı hayal ediyordu. Huntington ve Fukuyama aslında bu senaryonun bir parçası idi. F. Gülen bu senaryoda sadece bir taşerondu. PKK, PYD ve DAEŞ gibi. BÇG böyle bir ara çözüme gerek görmeden daha o gün doğrudan masaya yumruk vurmayı savunuyordu. FETÖ ile BÇG arasındaki tek fark bu.
Bu senaryonun içinde 4 önemli hedef var: Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan. Yaklaşık dünya nüfusunun yarısının yaşadığı bu iki ülke halklarının imhasını öngören bir dehşet senaryosundan söz ediyoruz. Rusya coğrafi olarak parçalanacak. İslam coğrafyası ise işgal edilecek ve İslam dünyasının fiili lideri konumundaki, jeopolitik ve jeostratejik açıdan hayati öneme sahip Türkiye ise bu senaryoda hedefte olan ilk 4 ülkeden biri idi.
Bugün yaşadığımız 2019, 2023 sendromunun, döviz krizinin arkasında yatan asıl gerçek bu!
Bundan 20 yıl kadar önce İstanbul Eczacı Odasında danışmanken, bir Fransız kozmetik sektör heyeti geldi. Kozmetiğin sağlık, mutluluk, sosyal hayat üzerinde etkilerini anlatıyorlar ve bir yandan da başörtülü kadınların saçlarını örttükleri için saç kozmetiğinin bu ülkede yeteri kadar revaçta olmadığını, abdest altıkları için tırnak, yüz kozmetiğinin çok geri kaldığını, modern hayatta kadının kendini göstermesi için bu geleneklerden kurtulmak gerektiğini filan anlatıyorlardı.
Bugün bakıyorum da, bizim başörtülü kızların yüzü, gözü boyalı, tırnaklarda oje. Ojeleri eskimiş!? Bunlar hiç mi namaz kılmıyorlar? O zaman başörtüsünün ne anlamı kaldı, bir aksesuar olmaktan başka.
Bu da aynı merkezden farklı bir saldırıydı aslında, bizi inanç, tarih ve değerlerimizden soyutlamak için. Din, giderek ritüeller, seremonilere, ikonalara indirgenmiş folklorik bir gösteriye dönüyor. Hafızlar “kulak pası”mızı siliyor, Mevlidhanlar bizi uçuruyor. Din zaten kültür! Ders kitabının adı da öyle. “Din dersi” değil, “Din kültürü dersi”. Baksanıza bizimkiler artık “eğitim modelleri”ni ithal ediyorlar. Fransa’dan mürebbiye ithal eden Tanzimat kafası gibi, ABD’den, İngiltere’den, Fransa’dan, hatta Vatikan’dan “method” ithal ediyoruz. “Tanrı aşkına” (!?) ne oluyor ya hu! Hani “Kem alat ile kemalat olmaz”dı. Vatikan’ın diğer din ve kültürlerle iletişimi için geliştirilen bir metot üzerinden “Müslüman nesil” mi yetiştireceksiniz! Hadi Saint Benoit, Saint Josef, Notre dame de Sion, Alliance İsrailiyet’e mezunu Müslüman gençlik(!) size gün doğdu. Hadi yeni “Galip hoca”lar! Size bu gidişle FETÖ bile az gelir, yarın! Zira yeni FETÖ’ler kapıda sizi bekliyor. Kuklacıda kukla mı tükenir! “Kurbağa haşlaması” denen şey böyle bir şey olsa gerek. Onun için aklımızı başımıza alalım. Kapıdan kovduklarınız bacadan giriyor. Şapkalı diye yüz çevirdikleriniz sarık sarıp, sakallarını sıvazlayarak, başörtülü sekreterleri ile, yanlarına sizden birilerini alarak geliyorlar.
Neyse birileri saldırmaya devam ediyor, devam da edecekler.. Biz de direnmeye devam..
Sahi, niye şikâyet ediyoruz ki, böyle olacak ve bu hercü merc içinde kim cennete gidecekse kendine bir yol bulacak, kim cehenneme gitmek istiyorsa kendine bir yol bulacak. Selam ve dua ile..