Gündem

Akit: Kendinizi bu 'Yüce Divan'a gönül rahatlığı ile teslim edebilir misiniz?

Hasan Karakaya: Asıl hedef Halkbank'tı, dört bakan nereden çıktı?

31 Aralık 2014 15:30

Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya, adı 17-25 Aralık soruşturmalarında yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla anılan dört eski bakanın Yüce Divan’a sevk edilmesi tartışmalarıyla ilgili olarak, “O Haşim Kılıç ki; dün, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “basına kapalı konuşması”nda; AK Parti’yi “yargıda kadrolaşmak”la suçlayan, “yargıdaki vesayet sistemini bitirmek için, daha vahim bir vesayet sistemi oluşturmak”la itham eden bir zattır” dedi.

Karakaya, yazısında “Sizin anlayacağınız; 4 bakanı, başında Haşim Kılıç’ın bulunduğu, böyle bir Yüce Divan yargılayacaktır!.. Siz olsanız, kendinizi böyle bir ‘Yüce Divan’ın ellerine, gönül rahatlığı ile teslim edebilir misiniz?..” görüşünü dile getirdi.

Hasan Karakaya’nın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (31 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan,  “Hedef Halk Bankası’ydı... 4 Bakan nereden çıktı?” başlıklı yazısı şöyle:

 

Hedef Halk Bankası’ydı...
4 Bakan nereden çıktı?

 

Yani; “Kirli 17 Aralık Operasyonu”ndan 7 gün sonra... “Kirli 25 Aralık Operasyonu”ndan ise, bir gün önce...

O günkü Ayna’da;

 “Nerede İsrail, orada Cemaat... Bunlar tesadüf mü?” başlıklı bir yazı yazmış ve aynen demiştim ki;

l “Hiç kuşkunuz olmasın...

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik “7 Şubat Operasyonu” neyse, “Halkbank Genel Müdürü ve bakan çocukları”na yönelik “17 Aralık Operasyonu” da odur!..

Biliyorum, şöyle diyeceklerdir;

“Sen yolsuzluk ve rüşvetin üzerine gidilmesini istemiyor musun?”

Tam aksine;

“Sonuna kadar gidilsin ve kim suçlu ise cezasını çeksin!”

Gördüğünüz gibi, tavrımı net olarak ortaya koymuş ve “Yolsuzluk ve rüşvetin üzerine sonuna kadar gidilsin!.. Kim suçlu ise cezasını çeksin!” demiştim...

Hâlâ aynı kanaatteyim...

Bu kadar net!..

Bu yazdıklarımı tekrar hatırlattım ki; hiç kimse beni “yolsuzluk ve rüşveti savunmak” ya da “suçlu ilân edilenlere sahip çıkmak”la itham etmesin!..

Asıl hedef Halkbank’tı!

Öncelikle şunu söyleyeyim:

Şahsen ben; “Gezi kalkışması”nın bir “ağaç duyarlılığı” olmadığından, nasıl adım gibi emin isem, “17 ve 25 Aralık operasyonları”nın da, “yolsuzluk ve rüşvetle mücadele” olduğuna kesinlikle inanmadım!..

Bu operasyonun hedefinde; ne “4 bakan ve çocukları” vardı, ne de Rıza Zerrab ve Mustafa Demir!..

Bu operasyonun amacı; Halkbank ve onun genel müdürü Süleyman Aslan üzerinden “Türkiye’ye diz çöktürmek”ti!..

Hani, önümüzdeki 5 Ocak’ta, TBMM Soruşturma Komisyonu toplanacak ve “4 bakan”la ilgili karar verecek ya, 4 bakanın “Yüce Divan”a sevkedilip sevkedilmeyeceğini açıklayacak ya, ben merak ediyorum; “Halkbank’ı hedefleyen bir operasyon, nasıl oldu da 4 Bakan’a dayandı?”

Öyle ya;

Asıl hedef Halkbank’tı!..

Peki, niye hedef aldılar Halkbank’ı ve Genel Müdür Süleyman Arslan üz erinden niye “algı operasyonu” yürüttüler?..

Türkiye-İran ticaretinde açık!

Dilerseniz, “Halkbank olayı”nı yeniden ele alalım ve “Neden Halk Bankası?” sorusunu sorup, “olayın perde arkası”nı görmeye çalışalım...

2011 yılında; önce ABD, hemen ardından da AB, İran’a ciddi yaptırımlar ve ambargolar uygulamaya başlayınca; her yıl İran’dan en az 10 milyar dolar tutarında petrol ve doğalgaz alarak ithalat yapmak zorunda kalan ülkemizi daha da zorda bıraktı.

İran’a her yıl 8- 9 milyar dolar dış ticaret açığı veren Türkiye bu açığın finansmanını dışarıdan borçlanarak yapmak zorunda olduğundan; finansmanı sağlayanlar yani faiz lobisi, Türkiye’ ye her zaman mümkün olan en yüksek faizle borç vermeyi kendi menfaatlerinin gereği gördüler.

2011 yılında Türkiye’nin İran’a ihracatı 3,5 milyar dolar, İran’dan ithalatı ise “12 milyar dolar”dı.

Yani o yıl, dış ticaretimizde, aleyhimize 9,5 milyar dolar tutarında açığımız vardı ve bu açık yurt dışından kredi alınmasıyla karşılanıyordu.

Ki ambargo ile bu rakamın Türkiye aleyhine daha da artması söz konusuydu.

ABD Hazine Müsteşar Yardımcısı David Cohen, o dönemde Türkiye’ye gelerek bankalarımızı İran’a yapılan ihracat işlemlerini yapmamaları yönünde ikna etmeye çalıştı ve tehdit etti. Aksi halde bankaların sendikasyon kredilerini engelleyerek, onları kara listeye almakla tehdit eden Cohen’e, karşı Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan; Türk firmalarının İran’a ihracatlarının durmaması, aksine daha da fazla artırması için konuyu Bakanlar Kurulu gündemine taşıyarak bir kamu bankası olan Halk Bankası’nın acilen devreye girmesi gerektiğini ifade etti.

İran ile dış ticarette Halkbank’ın devreye girmesinin olumlu etkisi 2012 yılı dış ticaret rakamlarında görüldü.

2012 yılında Türkiye tarihinde ilk defa, İran’a 10 milyar dolarlık rekor bir ihracat gerçekleştirdi ve yine aynı yıl İran’dan ithalat ise yaklaşık 10 milyar doları petrol ve doğalgazdan oluşan 11,5 milyar dolar seviyesine ulaştı.

Bu suretle tarihimizde ilk defa İran’a dış ticaret açığımız 9 milyar dolarlar seviyesinden adeta rekor seviyede bir düşüşle 1,5 milyar dolara düştü.

Yani Türkiye ilk defa İran’dan aldığı petrol ve doğalgazın finansmanı için yaptığı 10 milyar dolarlık ihracatın döviz girdisi ile kendi kaynağını kendisi oluşturdu ve dışarıdan borç döviz almadı.

Bu da “faiz lobisi”ni ve “Türkiye düşmanları”nı adeta kudurttu.

Çağlayan tarafından önerilen ve Halk Bankası tarafından kurulan bir sistemle Tüpraş ve Botaş ithal ettikleri enerji bedellerini İran Merkez Bankası’nın Halk Bankası nezdindeki hesabına yatırıyor, İran da Türkiye’den ithalatı için bu kaynağı kullanıyordu.

Süreç içerisinde 2013 yılı başlarında oluşturulan bu hesaplarda Türkiye aleyhine enteresan bir olayın farkına varıldı.

ABD ve AB’nin ihracatı

Görüldü ki; İran’a ambargo koyan ambargocu ABD ve AB ülkelerinin cevval bazı güçlü lobiye sahip olan firmaları; İran’a neredeyse 15 milyar dolarlık transit ticareti Halk Bankası’ndaki İran hesabından gerçekleştirmişlerdi.

Türkiye’de yatırımı bulunan firmalarımız için oluşturduğumuz bu kaynağı maalesef ambargocu ülke firmaları cömertçe kullanıyorlardı.

Bu firmaların ülkeleri; bir taraftan Türkiye’yi ve Türk firmalarını İran’a ihracat yapılmaması için sıkıştırırken, diğer yandan kendi firmaları vasıtasıyla, Türkiye’den bile daha fazla malı İran’a ihraç ediyorlardı.

Üstelik bunun parasını da Türkiye’den yani Halkbank’tan alınıyordu.

Tabii ki bu kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir durum değildi.

Halk Bankası’nda oluşturulan kaynak bizim yerli firmalarımızın yani Ali’lerin, Veli’lerin, Ahmet’lerin, Mehmet’lerin İran’a ihracatı için kullanılacakken ambargocu ülkelerin ihracatı için kullanılıyordu.

Üstelik bu işlem, transit ticaret kapsamı ile yapılıyor, tek bir Cent’i ülkemize gelmediği gibi, transit ticarete konu malların tek bir gramı bile ülkemizden alınmıyor ve Türkiye’ye tek bir kuruş vergi ödenmiyordu..

Yani, sözün özü;

Ekonomimize hiç bir yarar sağlamıyor, üstelik bizim firmalarımızın kaynakları bu yabancı güçlerce gasp ediliyordu.

2013 yılı Mart ayı sonunda Zafer Çağlayan’ın bu konuyu Bakanlar Kurulu gündemine taşımasıyla Halk Bankası’nın kendisinde oluşturulan kaynaktan sadece Türkiye’de kurulu firmaların ihracatının desteklenmesi konusunda hassasiyet göstermesi tavsiye edildi.

47 Musevi’nin talebi!

Bu konuların konuşulduğu günlerden kısa bir süre sonra, 11 Nisan 2013 tarihinde 47 Musevi kökenli ABD kongre üyesi; Türkiye, Tayyip Erdoğan, Zafer Çağlayan ve Halk Bankası aleyhinde adeta bir linç ve karalama kampanyası başlatarak gerek ABD Dışişleri, gerekse ABD Hazine Bakanları’na bu konuyu dikkate almalarını adeta bir ültimatom yazısı ile talep ettiler.

Bu arada Halk Bankası’nın İran’a, Türkiye dışından yapılan transit işlemlerine getirdiği bazı düzenlemelerin olumlu sonuçları 2013 tarihinde kendini gösterdi ve bu tür transit ticaretin miktarı önce 6 milyar dolarlar seviyesine, sonra 2014 yılında ise sıfır seviyesine düştü.

Bu durum ambargocu ülkelerin firmalarını iyice rahatsız etti ve ardından 17 ve 25 Aralık operasyonları düzenlendi!

Hatta 17 Aralık günü, Halk Bankası’nda yapılan aramalarda “çok özel ve gizli kayıtların ülke dışına çıkarılması ABD ve İsrail’e götürülmesi ve kimlerle paylaşıldığı” da bu hainliğin aleni ispatıdır.

Hiçbir hukuksuzluk yok!

Kirli 17 Aralık operasyonu sonrası, operasyonu yapan eski savcı, Halk Bankası’na bir resmi yazı yazarak Halk Bankası’nın İran ilintili işlemleri ile ilgili ayrıntılı bilgi istemiştir. Bunun üzerine Banka Teftiş Kurulu’nca savcı tarafından oluşturulan “taraflı ve uydurma iddialar” mercek altına alınmış, konular 1 ay boyunca banka müfettişleri tarafından titizlikle incelenmiştir.

Sonuçta; Halk Bankası’nın İran ilintili işlemlerinde “hiçbir hukuksuzluğa, ayrımcılığa ve kurumun zararına ait bir işlemine rastlanılmadığı ve tüm işlemlerin iddia edilenlerin aksine mevzuata ve uygulamalara tamamen uygun olduğu” 22 Ocak 2014 tarihinde 114006 görev kodlu raporla ilgili savcılığa gönderilmiştir.

Bu rapor ile birlikte ortada hiçbir hukuksuzluğun olmadığı, yetkisi ve etkisi altında olmayan bir kuruluşun yaptığı işlemlerden dolayı başka Bakanlara suç oluşturma çaba ve hevesi darbecilerin kursağında kalmıştır.

Altın kaçakçılığı iddiası!

Gana’dan gelen uçak içindeki altınlar ile birlikte Atatürk Hava Limanı Gümrüğü’nde gümrük yetkililerince bir süre bekletilmiş, sonra da Türkiye’de serbest dolaşıma girmeden yasal süresi içinde bir başka ülkeye gitmesine izin verilmiştir.

Mevcut yasal mevzuat ve düzenlemelerde altının ülkemize ithali ve ihracı tamamen serbesttir.. Yani altın; “gümrük vergisi”nden muaf ve KDV’den de istisnadır.

Gümrük vergisi ve KDV’si olmayan bir emtia asla ve asla kacak olamaz. Kaldı ki, bu işlem ile ilgili uygulamalar, yapılan işlemler, olay sonrası önce gümrük idaresi müfettişleri tarafından incelenmiş herhangi bir olumsuzluğa ve suça rastlanılmadığı ve ortada bir kaçakçılık olayı olmadığı rapora bağlanmıştır. 

Sonrasında ise Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nca incelenmiş ve ortada bir kaçakçılık suçu olmadığı cihetle takipsizlik kararı verilmiştir.

Dikkat çekici bir diğer nokta ise; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Gana uçağı ve yükü ile ilgili bu takipsizlik kararı “17 Aralık 2013 tarihinden yaklaşık 1 ay önce, 25 Kasım 2013’de 2013/51549 sayıyla verilmiş ve böyle bir suçun olmadığı hukuken tespit edilmiş olmasına rağmen” konu, bu hukuki karar görmezlikten gelinerek operasyona konu edilmiştir!.

Paralel Yapı’ya ihale!

Kim, ne derse desin; “Halkbank gerçeği” budur ve “17 Aralık Operasyonu”nun sırrı; “11 Nisan 2013’te 47 Yahudi kökenli Amerikan Kongre Üyesi”nin, “Halkbank’a yaptırım uygulanmasını” isteyen taleplerinde yatmaktadır!..

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle, “Üst Akıl” tarafından verilen bu talimat; “Paralelci Yargı ve Emniyet Mensupları” tarafından “operasyon”a dönüştürülmüş ve sonuçta kabak “4 bakan”ın başında patlamıştır!..

Meclis Soruşturma Komisyonu, 5 Ocak’ta toplanacak; Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar’la ilgili karar verecektir!..

Yüce Divan ne kadar adil?

Bu kararın; “4 Bakan’ı Yüce Divan’a gönderme veya göndermeme” yönünde olacağını, elbette bilemiyoruz...

Ne var ki; “Yüce Divan” görevini görecek Anayasa Mahkemesi’nin başında, şu anda Haşim Kılıç’ın bulunduğunu unutmamak gerekir!..

O Haşim Kılıç ki;

Dün, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “basına kapalı konuşması”nda; AK Parti’yi “yargıda kadrolaşmak”la suçlayan, “yargıdaki vesayet sistemini bitirmek için, daha vahim bir vesayet sistemi oluşturmak”la itham eden bir zattır!..

Sizin anlayacağınız;

4 bakanı, başında Haşim Kılıç’ın bulunduğu, böyle bir Yüce Divan yargılayacaktır!.. Siz olsanız, kendinizi böyle bir “Yüce Divan”ın ellerine, gönül rahatlığı ile teslim edebilir misiniz?..

Bugüne kadar verdiği birçok “yanlı ve siyasi” karara rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin adil ve makul bir yargı platformu gibi sunulması da, “algı operasyonu”nun diğer bir çabasıdır. Üyelerin bir kısmı değişse bile raportör ve çalışanlarının önemli bir kısmının hâlâ Paralel İhanet Çetesi’ne sadık elamanlarından oluşan bu yapının, sağlıklı ve adaletli bir hukuki karar vermesini beklemek, herhalde saflık olacaktır.

Twitter’ın kapanması konusunda, Telekomünikasyon Başkanlığı’ndaki atamalarla ilgili ve Tam Gün Yasası konusunda aldığı kararlarla Hükümeti sıkıştırma ve zora sokma konusunda kararlılığı bu kadar net olan bir kuruma 4 eski Bakan’ı gönderip, adaletli bir karar beklemek abesle iştigal etmekten başka bir şey olamaz.

Son bir not:

Dün, “17 ve 25 Aralık operasyonlarında görevlerini kötüye kullandıkları, yargının nüfuz ve itibarına zarar verdikleri” gerekçesiyle; Zekeriya Öz başta olmak üzere, Celal Kara, Muammer Akkaş ve Mehmet Yüzgeç adlı 4 savcı, HSYK 2. Dairesi tarafından “görevlerinden uzaklaştırıldı”lar!..

Hele söyleyin; “Paralel Yapılanma”nın tescillendiği ama etkinliklerini hâlâ sürdürdükleri böyle bir Türkiye’de; “yargının bağımsız ve tarafsız olduğu” söylenebilir mi?..

Eğer buna inanılıyorsa; Fetullah Gülen, Pensilvanya’dan gelsin ve “yargının adaleti”ne kendini teslim edip, aklansın!..

Değilse; “Halkbank’tan 4 Bakan’a nasıl geldik” sorusunu herkes sorsun!..

Çünkü, işin sırrı Halkbank’ta!..

**************************************************************

Tahfliye’cilerin 1 değil, 4 şikâyet dilekçesi var!

“Başı Dumanlı Zaman gazetesi”nin önceki günkü manşetinde; “Kumpasın izleri fezlekede gizli” başlıklı bir haber vardı...

Diyorlardı ki;

“Polis fezlekesindeki iddialar 23 Mart 2014 tarihli Sabah gazetesinde haber oldu, Mehmet Nuri Turan da Emniyet’e müracaat ederek, bu haberdeki iddialardan hareketle kendilerine kumpas kurulduğunu bildirdi... Daha sonra da Zaman ve Samanyolu’na operasyon yapıldı!”

Gerçek, kesinlikle “Zaman’ın yazdığı gibi” değil!.. Yani, “ilk başvuru”, iddia ettikleri gibi, “23 Mart 2014’ten sonra” yapılmış değil!..

Dönemin Tahşiye Yayınevi ortaklarından Mehmet Nuri Turan; daha “cezaevinde iken” yani “2011 yılında” yapıyor “ilk şikâyet”ini!..

“2011 yılı Mart ayında”, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a bir “mektup” yazıp, “Paralel Kumpas”ı anlatıyor... Ne var ki, bu mektup işleme konulmuyor...

Mehmet Nuri Turan, “2014 yılının ilkbahar aylarında”, bu defa Emniyet’e bir “mail” atıyor ve “mektubunun niye dikkate alınmadığını” soruyor... Bunun üzerine Emniyet’e çağrılıyor ve “2 defa ifade” veriyor!..

Sizin anlayacağınız, Mehmet Nuri Turan’ın “4 adet şikâyet dilekçesi” var... Biri 2011 yılında, diğerleri 16 Mayıs 2014, 25 Mayıs 2014 ve 11 Kasım 2014’te!..

Bu “gerçek”lere rağmen; Zaman’ın, hâlâ “algı operasyonu” yürütmesi; ayıptır, günahtır!..

Hâlâ “Paralel’in zulümleri”ne sahip çıkıyorlar!..